hesabın var mı? giriş yap

  • ilk başladığından beri dinliyorum ve bir bağımlılık haline geldi bende. ucunun de butun konularda hep uc noktalarda karakterlerde olmasi hoşuma gidiyor. mesut her zamanki gibi cok iyi modere ediyor ve zaman zaman kahkaha da arttırıyor. anlatanadama olan negatif düşüncem bu podcastle değişti. eskiden keşke bu sektöre yönelmeseydi diye düşünürken şimdi cok iyi bir katalizör görevi görüyor ve fazli ile bazen de mesut'un simarmasini sağlıyor. fazli ise bu podcastin yıldızı. fazlı'yi bu kadar sevme sebebim samimiyeti, doğal komik olmasi mi yoksa cehaleti mi bilmiyorum. ama bana utanma hissini yaşatırken de kahkahalar atmama sebep oluyor. sanki michael scott'ı(bkz: the office) izliyor gibiyim. ellerine dillerine sağlık.
    not: her bölümde ve baska ortamlarda(rabarba ve cimen show) anlatanadamin standuplarini õvmeleri tuhaf kaciyor. ya anlatan bunu istiyor, ya da arkadaşları anlatana destek olmak istiyor ama bu insanların onun daha az komik(bence biraz oyle) oldugunu düşünmelerini neden oluyor.

  • yaşım 16, o 15. hayatımı feda edebilecek kadar aşığım. tam anlamıyla. 1.5 yıl, usanmadan beklemişim, her güne aynı umutla, aynı acıyla, aynı sevinçle uyanmışım.
    bir nisan akşamı... moda'da bir apartmanın kuytusuna gündüzden geldik, aldığımız köpeköldüreni içtik ve saatlerce konuştuk. akşam oldu, soğuktan titriyoruz. çok öncesinde, bana karşı bir şey hissetmediğini söylediğinden o anki bakışlarını fark edemiyorum. çünkü ulaşılmaz bir yerde o gözümde. bana karşı bir şeyler hissetmesi mümkün değil, bir masal güzelliğinde.
    "ya beni öp, ya da ben gidiyorum," dediğinde afallıyorum, anlıyorum. bir süre gülümseyerek bakıyorum, sonra yaklaşıyorum. o anı anlatamam, mümkün değil. ancak ilk aşkıyla öpüşen biri anlayabilir.
    sonrası fiks; masal olmadığını anlıyorum, bitiyor. yıllar geçiyor, giderek hissizleştiğim korkusuyla büyüyorum. fakat o 17 nisan akşamını unutamıyorum, unutmak da istemiyorum. hayatımda belki de en masum olduğum o anı, gözlerindeki o pırıltıyı hatırladıkça ister istemez gülümsüyorum.

  • rezervasyonu iptal etmeyin ve booking.com dan sizin için başka biryer temin etmesini isteyin. gelen önerileri kabul etmeyip şehrin en pahalı otelini isteyin (vermek zorundalar). sonra şehirdeki en pahalı otelde kalıp booking.com a fatura edin. aradaki farkı booking.com size, rezervasyonu iptal etmenizi isteyen otel de booking.com a öder. ödemezse booking.com sistemden atıp otele dava açar ama işin bu kısmı sizi ilgilendirmez. siz konaklamadan sonraki ay içinde yeni otele ödediğiniz parayı booking.com dan çatır çatır alacaksınız.
    hatta booking.com a bu saatten sonra otel rezervasyonunuzu kabul etmeyi önerse bile istemediginizi çünkü kendinizi güvende hissettmeyeceginizi söyleyin.

    herşeyden sonra da booking.com u ırkçılığa izin verdiği için sikayet edebilirsiniz.
    not: otelciyim ve duruma tamamen hakimim.

    edit: bazı arkadaşlar otel hakkında booking.com üzerinden yorum yazmamızı istemişler, o iş öyle olmaz. booking.com üzerinden rezervasyon yapıp otelin müşteri konakladı diye rapor etmediği misafirler yorum yazamaz. siz tripadvisor üzerinden yorum yazabilirsiniz.
    ahanda otelin tripadvisor sayfasının linki:
    https://www.tripadvisor.co.uk/…atislava_region.html

  • profesyonel is yapmanin tanimi gibi bir insan kendisi.

    hepimizin icra ettigi iste, yapmak zorunda oldugu sacma rutinler vardir. raikkonen icin bunlardan birisi, basina demec vermek muhtemelen.

    tahmin ediyorum ki bu sezon basindan itibaren, formula 1 ile ilgilenmek zorunda kalan s sport calisani, kendisiyle soyle bir roportaj yapiyor cuma antrenmanlari oncesi:

    x: istanbul park'ta yapilan ilk yarisin kazananiydin 2005'te. 15 sene sonra yine burada olmak nasil hissettiriyor?
    kimi: ben ralli icin geliyorum zaten bu piste.
    x: sence o zamanlardan bugune ne degisti?
    kimi: havaalanindan buraya gelirken yeni binalar gordum.

    ve roportaj biter.

  • ahmet çakar: ben de serencebeyliyim gurur duyuyorum
    abdulkerim durmaz : serencebeyli misin hocam?
    a.ç: evet
    a.d: bravo hocam.

  • sömestr tatilinden önce kızımın okuluna gittim. öğretmenin de fotokopi işi var, çocuklara dağıtacak. bizim veletleri göndermeye kıyamıyor, kendi uğraşıyor. beni görünce "akck hanım, siz biraz ilgilenin. ben fotokopileri çektirip geliyorum." dedi. "hadi devam edelim okumaya, eren sen başla." dedim. "nereden başlamamı istersin canım?" dedi. ilk darbeyi yedikten sonra ben toparlayana kadar sınıf savaş alanına döndü. arkadaş birine sus dersin, öteki konuşur, biri susar, diğerinin çişi gelir. o minnak çocuklardan çıkan sesin desibeli mevcut modern ölçme cihazları ile ölçülemez bile.
    durum bu iken, bu insanlar sizin evde dizginleyemediğiniz çocuklara günlerini adıyorlar. evet bu onların işi, evet bilerek seçtiler ancak seçerken maaşlarını ve şartlarını da gözettiler. kaldı ki bu devirde ayda 2.500 tl maaş almak komik bir rakam. insan gibi yaşayayım desen yaşamazsın, gidip bir yerde bir yemek yiyeyim, sonra da sinemaya gideriz desen 5 kez düşünürsün. ancak bitmedi öğretmenler ile derdiniz. sizin o (benimki de dahil) iflah olmaz veletlerinize günde 1 saat katlanmam için bana ayda 2.500 tl verseler, 1 ayın sonunda ya akıl hastanesine daimi misafir olurdum ya da arkama bakmadan kaçardım. az insaf, az saygı...

    bildirendirme editi: ayrıca ücretli öğretmenler, çalışma saati başına para aldıkları için; zorunlu ya da resmi tatil olan her gün ve saat maaşlarından kesiliyor. öğretmenleri değil de, devletin emek hırsızlığını sorgulayalım bence. bakarsınız sonra her birimiz emeğinin karşılığını tam almasa bile emeğimize yakın bir para ile insanca yaşayabiliriz.

    teşekkür editi: monami'ye düzeltme için teşekkürler.

  • olması gereken bir model ancak, bu tür modelde şöyle bir sorun olabilmekte; eğer yurtiçinde üreteceğiniz bir sanayi ürününün teknolojisini ülke olarak kendiniz bulur üretirseniz sorun yok! bu ürünü ihraç da edebilirsiniz.

    ancak, eğer ürünün teknolojisine sahip değilseniz, lisansını bir başka ülkeden alırsanız veya know-how gibi bir anlaşmayla üretirseniz, işte o zaman teknolojiyi veren ülke bu ürettiğiniz ürünü 3. bir ülkeye ihraç ettirmez size! kötü olan tarafı buradadır. sadece iç piyasaya çalışırsınız.