hesabın var mı? giriş yap

  • istanbul disinda bir ilde cesitli akrabalarini aramak isteyen bir adam, numaradan once 0 cevirmedigi icin durmadan zkurmus'un evini aramaktadir...

    - alooo. yengee.
    - kimi aramistiniz?
    - fatma abla, nasilsin?
    - yanlis numara efendim.
    - pardon.
    - iyi aksamlar.

    ertesi gun...
    - aloo. dayii (valla ayni adam)
    - kimi aramistiniz?
    - dayi nasilsin, ben mustafa.
    - nereyi aramistiniz?
    - (ilin ismini soyler, bakarsiniz, sizin telefon numaranizin ilk 3 rakami ilin kod numarasi)
    - beyefendi, once "0" cevirceksiniz.
    - ha pardon.

    ayni gun...
    - aloo. yengeee (yine ayni adam)
    - mustafa bey, 0 cevirmemissiniz (ogrendim ya adamin adini)
    - pardon abla ya.

    ertesi gun
    - alo yengeee (amma ariyosunuz be birbirinizi, kac para telefon faturasi geliyor size?)
    - mustafa bey, 0 cevirmemissiniz
    - ya pardon ya, yine mi cevirmemisim?
    - evet, ayni numara
    - siz nasilsiniz abla?
    - iyiyim mustafa bey (o sirada cocuklardan biri aglamaya baslar), siz 0 cevirin once.

    bir kac dakika sonra
    - alo abla cocuga bisi oldu mu diye merak ettim de.
    - (haydaa?) yok yok, bisi yok, dusmus. siz yengeyi ariycaktiniz?
    - ha tamam, haydi gorusuruz.
    - tamam gorusuruz.

    hala o kadar cok olmasa da arar sorar mustafa bizi (yanlislikla ariyo ama, hep unutuyo 0 cevirmeyi). kendinin de 2 cocugu varmis. ekmek cigneyip cocugun kafasini carptigi yere koyarsam sismezmis.

  • bu kızlar sonra öldürülüp bir köşeye atılınca da duyar kasılıyor. piçin ne olduğu zaten aylardır orada burada belli, ona rağmen buna yaklaşan kadınlara diyecek bir şey yok.

    seçimlerini doğru yapmayan kadınlar çok umrumda değil.

  • tabir-i caise kendi ayagina sikan filmleri ekledim.

    -kliseleri yerle bir eden
    -hollywood mutfaginin icinden tum pislikleri gosteren
    -sektoru kendi icinden elestiren
    -yapmasi cesaret gerektiren
    -gise basarisi gibi derdi olmayan underated
    -medya, sinema ve sektor elestirisi iceren

    filmleri sectim. listeden ziyade benzer turde filmleri siralamaya calistim.
    not: fight club cogumuz icin sorgulatan bir film olmustur.

    --- spoiler ---

    oncu filmlerden biri suphesiz ki network filmidir. tanri modunda kanal sahibini once ses, sonra goruntu olarak varligini kavrariz. dunyanin, sokaklarin suca karsi ilgisizligi uzerinden bir uyanis bekler spiker. istemese bile o da reyting aracidir ve kanali elestirmedigi surece televizyonu, medyayi, duyarsiz insanlari elestirebilir. zeitgeist´ te de karsimiza cikan tirad´i izleyiniz. barton fink filmi de benzer sekilde hollywood`u elestiren basarili bir kara filmdir. yazarin uretim zorluklari, mantiksiz estetik ozurlu yapimcilar sembollik bir dille anlatilir. cehennemi animsatan otel odasi, fasist bir generale donusen yapimci bir film bu kadar kolay ortaya cikmamali elestirisi yaptirir. uretimin imkansiz oldugu kisa sureler, piyasa icin sacma sapan film senaryolari ile basarili bir filmdir. yaratıcı bir insanın kendisini nasıl zorlayıp da bir eser vermeye çalışırken alıcı kişininse aksine ne kadar sığ şeylerden hoşlanabileceği görüşü resmen sinematik olarak gösterilmiştir. sanat eseri tadında müthiş bir film...the player de hollywood´u tekinsiz bir banliyo ortamiyla izleyiciye sunar. bir cinayet, senaristin ´yildiz yok´´mutlu son yok´ sartlarina ragmen nasil klise hale getirildigini goruyoruz. sunset blv. filminde eski bir yildizin psikolojisini nasil yiprattigini goruruz. kacinilmaz silah goruluyorsa patlar dusturu isler. cinayet, dedektifler ve femme fatale ile basarili bir film-noirdir.

    wag the dog ise beyaz saray skandalini ortmek icin medyanin nasil kullanildigini gozler onune seriyor. 50 yil oncesinde bile aptal kutusunda insana sunulanlarin nasil kitleler tarafindan sorgusuz sualsiz kabul edildigini goruyoruz. quiz show ise gunumuzde de gordugumuz bilgi yarismaklarinda donen entrikalari gozler onune seriyor. seyircinin gormek istedigi yarismaci tipi, hayallerini susleyen belki de kendiyle ozlestirdigi yarismaciya olan bagimliligi goruyoruz o kadar ki itiraflara bile inamakta zorlanan gozu boyanan bir kitle soz konusu. they shoot horses don't they filminde sektor bitmek bilmeyen bir dans pistiyle aktariliyor. odul icin olumune dans eden insanlar, sinir bozan bir atmosfer. mad city paparazilerin reyting ugruna feda ettigi bir insanin hayati uzerinden bir ozelestiri yapiyor. olay gercek ama skandallar her zaman daha cok sattigi icin benzer gercek olaylar hala yasaniyor. artist ise nostalji sevgisini one cikartip duygu somurusu ile oskara kosan bir film. artik cogu film bu yontemi kullaniyor. klasik muzige saygi, caz muzige saygi ya da eski yontemlere saygi sanat olurken 80´lere duyulan ozlem retro aski olarak populer kulturun bir yansimasi olarak goruluyor. fotoğraf makinesi bulunduktan sonra ressamlar artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını savunmuşlardı, sonrasında ise siyah beyaz sessiz filmler çıktı zamanla sinemada aynı duygusal yaklaşımlar başladı (hatta picasso'nun kübik resimleri sinema sahnesi gibi tuvalde de üç boyutlu görünümün sergilenebileceği inancını taşır, yani bir bakıma sinemaya eleştiri içerir) . gelişimi kabul ediyorsanız değişimi de kabul etmek zorundasınız. filmde beğenmediğim nokta artistin yaşamına fazla odaklanılıp, onun gibi düşünüp yeninin yıkıcılığından dem vurulmasıydı. (gerçi yer yer inatçılığını da eleştirmişler ya) ilk tekerleği yapıp gelişime olanak sağlıyorsanız bir öncekini yerini bir sonrakinin gelmesini de sindirmeniz gerekmektedir. yani kisacasi bu ikiyuzlulugu oskar alarak elstiren ir film. tabi benim filmde gormek istedigim bu. tiaknmisligi teknolojiye baglayip ihtiyarlar gibi sizlanan bu tur yapimlarin yaninda gorsel efektelerin sonuna kadar kullanildigi filmler 1 sene sonra 13 dalda oskar alabilir.
    truman show panoptik yarismalarin dogasina bir gonderme truman sendromundan hareketle truman ile beraber buyuyen bir neslin kurtulustan sonra "ben simdi ne izleyecegim ?" sorusu manidardir. kuvette bile izlenilen truman aslinda izleyicilerin kendi yansimasidir. truman´in sozleri hayallerini susler ama onlar da sudan korkarak acilamazlar. televizyon onlar icin oksijen kadar hayatiyken yonetmen herkes icin tanri modundadir. synecdoche, new york simulasyon bir dunyada film icinde film olarak ilerler. oyuncular ve gercekler ic icedir sehir bile bir setten ibarettir. simone ayni sekilde sanal bir yildizin insani nasil yaniltigini goruruz. yansima birer gercek olarak kabul gorur. 39.90 de benzer olarak her seyin satilik oldugunu savunur. olurken gordugumuz mutlu son bile bilincaltimiza yansiyan bir tabela goruntusunden fazlasi degildir. amerikan ruyasini fransiz ezgileriyle sunulurken deneysel bir filmdir.
    natural born killers ve nightcrawler halkin siddete olan bagini gozler onune serer. seri katiller, vahset goruntuleri parmak arasindan izledigimiz yasakli ama cekici goruntulerdir. bu sahneleri sunan ve onlari ceken arasindaki iliskileri goruruz bu iki filmde.
    the insider yasakli ama en cok satan, uyari yazilarina ragmen vazgecilmez reklam urunu olan sigara hakkinda gercekleri yansitir.
    100 numarali adam en sevdigim kemal sunal filmlerindendir. sadece televizyona cikip herkesin duzenbazligini anlattigi sahne bile ikiyuzluluge gulen ama aldiklari urun bozuk cikinca kizan kitleye bir elestiri icerir. halk kahramanini cikartan onu dibe vurduran da izleyicidir. kolay kandirilir ama asla kendisine ozelestri getiremez teyzenin politikacilari kastederek ben sizin evladinizim diyen kim varsa kazik atti demesi aslinda ozelestiri icerir. yonetenleri, evimize giren urunu bile kendinden diye secen halk aslinda bakkal, kasap tarafindan surekli kandirilir ve bu bir dongu icerir. bu zorbalari yaratan zaten kendileri olmustur.
    bonus: black mirror

    --- spoiler ---
    unuttuğum varsa eklerseniz sevinirim

  • trabzon maçında sarı kart görmeden önce üzerine doğru yumuşak gelen bir topu göğsüne alıp sürmek yerine omuzuyla ara pası atmaya kalktı, sinirden ayağa fırladım, kendini hala katar liginde zannediyor, çünkü porto’da böyle işlere kalkışmıyordu,
    ardından yusuf’un topu çizgiden mükemmel çevirmesine mukabil çift daldı, ya senin ne hakkın var adama çift dalmaya? sonra yusuf’u bir eliyle yerden kaldırır gibi görünürken aşağıdan ayağıyla tepikliyor, ikinci sarıyı o anda hak etti.
    ardından hakem düdüğü gözüne soktuktan sonra hakemi beklemeden 3. sarıyı hak ederek alıyor.
    porto’da 42 maçta 1 sarı kart gördü. orda 42 maçta 1 sarı kart görüyorken burada 60 dakikada nasıl 3 sarı kartı hakkedersin!?
    demek ki ortada bir ciddiye almama durumu söz konusu, cezası bitince şenol hoca direk sahaya çıkarmaz bir süre yanında oturtur,
    ki oturtması da gerekir..

    uğur meleke 24.08.2015 lig radyo.

    şu dünyada seninle aynı düşüncede birilerinin olduğunu görmek mutluluk verici.

    edit: imla

  • 2 sene önce istanbul-stockholm arasıydı benimki. uçuş boyunca en korktuğum an tuvalette işimi hallettikten sonra sifona benzeyen bir şeye basmam sonrası kopan gürültüydü. o kadar derinden, o kadar dehşet vericiydi ki "uçağı düşür düğmesine mi bastım lan!!!?" diye sırtımdan kıçımın arasına doğru anında bir ter süzülmüştü. gürültünün sürdüğü o 5,6 saniye içerisinde national geographic'deki "uçak kazası raporu" programının bizim uçağın düşüşünü konu alan bölümünü bile kafamda canlandırmıştım. hem bok yoluna gidecek, hem de uçağı benim düşürdüğüm ortaya çıkınca "dünyanın en gerzek uçak yolcusu" olarak anılacaktım. sesler kesildiğinde yanlış bir şey yapmadığımı anlayıp, 40 yıllık uçak yolcusu gibi gözüm kapalı sifona basabildiğim için övündüm kendimle. tuvaletten çıkıp koltuğuma doğru yürürken de herkesin suratına "işte bu iş böyle yapılır. tuvaleti yaptıysan sifonu çekecen abi." gibisinden bakarak gururlu bir tavır takındım.

  • rapor almak için arkadaş acile girer ve böbrek taşı döküyor numarası yapar. ağrı kesici vurucaz derler rapor için iğnenin altına yatar. sonra rapor için teşhis lazım, tahlil lazım derler. idrar tahliline gönderirler. 'lan bende taş yok ne yapacam' diye düşünen arkadaş idranının içine bahçeden bulduğu bir kaç küçük taş parçasını atar.

    tahlil yapan cihaz bozulur.

    bunu yapan arkadaş sözlükten bilinen biri, isteyen olursa ifşa ederim memnuniyetle :)

    aylar sonra gelen edit: onca sorudan sonra artık yazayım dedim. bu aklı selim arkadaşımız emre islekk

  • edit: bugün itibariyle konu hakkında bimer'e gerekli şikayeti yapmış bulunmaktayım. bu konuda beni yönlendiren yazarlara teşekkür ederim.

    önemli edit: aşağıda bahsi geçen konuyu (özellikle polisin haklı olduğunu söyleyenler için) hizmet sektöründe çalıştığım yerde üyemiz olan bir emniyet müdürüne detaylıca anlattım ve tahmin ettiğimden de net bir ifade ile hemen savcılığa başvurmam gerektiğini söyledi. bimer üzerinden şikayet etsem dediğimde "o da olabilir" dedi. böyle bir şey yapmaya yetkisi ve hakkı olmadığını iletti. ve buraya yazamayacağım bir takım şeyler daha söyledi. emin olun ki beni haksız bulanlar mutlaka ikna olurlardı :)

    içim 2 gündür rahat etmediği için; iyi niyetli, görevini ve yetkilerini kötüye kullanmadan yerine getiren tüm emniyet mensuplarını konunun dışında tuttuğumu belirtmek istiyordum. kendi akrabalarım içinde de polis olanlar var. etrafımda tanıdığım ve çok düzgün insanlar olan polis tanıdıklarım da var. bu entry tamamen bu olayı yaşadığım polis üzerinden, görevini ve yetkisini kötüye kullanan polislere dikkati çekmek için yazılmıştır. toplumsal özelliğimiz olan "genelleme" yapma refleksimiz sebebiyle yine bir şeyleri düzeltmek için adım atalım derken, maalesef tam tersi etki yapıp daha çok ayrışmaya sebep olma ihtimalinden dolayı bir kez daha tekrar edeyim, işini layıkıyla yapan, vatandaşına saygı duyan tüm emniyet çalışanlarını bu konunun dışında tuttuğumun bilinmesini isterim.

    neresinden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum. bu ülkede nasıl yaşamaya devam edeceğiz inanın bunu da bilmiyorum. sinirim henüz geçmemişken saat 19:30 sıralarında yenikapı marmaray girişindeki polis arama noktasında başıma gelenleri anlatmaya çalışacağım.

    arkadaşımla marmaray girişine yakın bir noktada buluşup, marmaray gişelerine gitmek için yürümeye başladık. 8-10 polis gişelere gelmeden hemen önce arama yapıyorlardı. sırt çantam ve kulağımda kulaklığımla beni arayacak polis hangisi diye bakınırken 2 polisin arasında geniş bir boşluk oluştu. herhalde beni aramayacaklar deyip (herkes yaşamıştır, kalabalık sebebiyle arada kaynadığınız olmuştur) boşluktan geçecekken, 26-27 yaşlarında, sakallı, polis yelekli olanlarından biri bir anda önümü kesti. sert ve aşağılayıcı bir ifadeyle "geç şuraya, aç çantanı" dedi. ben de yaklaşık 1 saniyelik bir süre içerisinde "neyse belaya bulaşmayayım şimdi" diye düşünüp arama noktasına hareketlenecekken aynı polis ne olduğunu anlamadan sert bir hareketle kulağımdaki kulaklığı kordonundan çekip, "şimdi daha iyi duyarsın" dedi. halbuki onu duyduğumun zaten farkındaydı, kulaklıkta bir müzik çalmıyordu. en küçük bir mimikle dahi tepki vermeden arama masasına doğru çantamı açmak için hareketlendiğimi görmüştü. hiçbir agresif hareketim olmamıştı. kulaklığı çekince bi an şok yaşadım. kan beynime sıçradı! hafif tepkili bir ifade ile "bi dakka niye kulaklığı çekiyorsun" dedim. "ne diyosun ulan sen" dedi. kolumdan sert bir şekilde tutup yine sert bir hareketle kafasıyla kafamı ittirdi. horozlanma diyelim buna, tahmin edersiniz. "bi dakka napıyosun, polis olunca bunu yapma hakkın mı doğuyor" gibi bir şeyler söyledim. o anki şok duygusuyla "aldık durup dururken başımıza belayı" diye düşündüm. ben bunları söyleyince aynı polis bir anda konuyu saptırıp "alın bunu, çantasını aratmıyor, şüpheli davranıyor. içeride aranacak" demeye başladı. bir anda bütün polisler üzerime gelip, çekiştirmeye başladılar, ciddi bir kargaşa vardı (görüntüleri mutlaka vardır) diğer polislerden biri, "çantanı aratmadığın için şüpheli konumundasın. içeride aranacaksın" dedi. bundan önce ilk olayı yaşadığım polis de "gel şimdi seni içeride arayalım da gör bakalım" gibi sözlerle tehdide başladı. o arada bir sürü şey söyledi ama aklımda kalanlar bunlar. olaylar bu noktaya gelince artık güzel bir dayak yiyeceğimi düşündüğüm için içeri girmek istemedim. "arayın üzerimi gideyim, durup dururken bu yaşadıklarıma inanamıyorum " gibi sözler söylemeye başladım. arkadaşım da araya girip engel olmaya çalışıyor ama onu da hırpalıyorlardı. ikimizi de arka tarafta bir odaya aldılar. ikimiz ve yaklaşık 8-10 polis bizi sindirmeye başladı. olayı ilk yaşadığım polis üzerimizi çekiştirip durmaya, itiştirip, hırpalamaya devam ediyordu. arkadaşım, "yapma böyle, yanlış yapıyorsun" dedikçe daha çok hırslanıyor, dilini dişlerine sıkıştırıp, kafa atma hareketi yapıyordu. "bir dakika dinler misiniz?, lütfen bir dinleyin, şu an yaşadıklarıma inanamıyorum, haksızlık yapıyorsunuz. ben hiçbir şey yapmadım." diye anlatmaya çalışırken olayı yaşadığım polis, konuyu detayıyla anlattığımda yaptığı haksızlık ortaya çıkacağı için bir anda "üzerimi aratmam dedi" diye iftira attı. halbuki bırakın aratmam demeyi, ağzımdan tek bir harf çıkmamıştı. tabii ki herkes onun dediğine inanıyor, beni dinlemiyorlardı. o an yaşadığım haksızlığa uğrama hissini hiç kimsenin yaşamamasını dilerim. büyük bir çaresizlik. sinirden ve tedirginlikten bütün vücudum titrerken söylemek istediklerimi tam olarak ifade edemiyordum. diğer polisler bu ilk polisi çekip dışarı çıkardılar, çünkü bir gram bile geri vites yapmıyordu. yaşı daha büyük olan polislerden biri yine aşağılar bir ifadeyle "he söyle söyle, ne diyeceksin söyle" dedi. anlatmaya çalıştım. umurlarında bile değildi. hala akıl verip, aşağılar ifadelerle konuşmaya devam ediyorlardı. bu arada, içindeki herşeyi dağıtıp sözde aratmak istemediğim çantamı arıyorlardı. sonra bir tanesi beni dışarı çıkarıp, yine akıl vererek, "hadi git şimdi" dedi. %100 alttan aldığım için başıma bu kadarı geldi, eğer %99 kadar alttan almış olsam, muhtemelen bunları yazacak durumda olmayabilirdim.

    şimdi bunları neden yazdım? belki birileri bu yazdıklarımı görür, bana bunları yaşatan o sakallı yeni yetme polise haddini bildirir. sen vatandaşa nasıl böyle davranırsın diye sorar. tabii ki hiçbir şey olmayacak biliyorum, biliyoruz. peki güzel ülkemizdeki bu vicdansızlık problemi ne olacak? bunları yapan adam akşam yatağına kafasını huzurlu bir şekilde koyma rahatlığına aldığı hangi aile, okul eğitimiyle kavuştu.

    kamera görüntüleri %100 vardır. keşke birilerinin kulağına gitse de, şu görüntüler ortaya bir çıksa, polis vatandaşına sıfır suçu varken nasıl davranıyormuş oturup izlesek.

    selam olsun sana sakallı, vicdansız, yalancı polis kardeş...

    zorunlu edit: o kadar detaylı anlattığım halde hala objektif olmadığımı söyleyenler var. objektif olmasam "aradan geçecektim" diye açık açık yazar mıydım? malzeme yapılacağını yüzde yüz bildiğim halde bu detayı bile girmişken objektif değilsin demek bence dingilliktir. kusura bakmayın. buraya yazacağına, git şikayet et diyenler var. e burası etkili bir haber yayma ortamı değil miydi? buradan yayılıp, gazetelere, haberlere konu olunmuyor muydu? ben mi yanlış biliyorum. buradan konu bir yayılsın, gidip şikayetimi de yaparım ama o vakitten sonra da başıma geleceklere çok güvenmiyorum ki. son olarak, herkes bir şeyler söylemiş ama sonuna kadar okumaktan sıkılıp gözden kaçırıldığını düşündüğüm, polisin gözümün içine baka baka yalan söylemesine kimse değinmemiş. adam resmen haksız olduğunu bildiği için "çantamı aratmam dedi" diyor. ağzımdan tek kelime çıkmamışken üzerime suç atıyor. sahtekarlık yapıyor. hala "objektif değilsin", bilmem ne, ulan sanki herkesin bildiğinin aksi bir şey iddia ediyorum da, objektif değilim. vay arkadaş ya.

    edit: vicdansız bir yazarımız şöyle demiş. "1. o çantayla aranmadan geçemeyeceğini bilmen gerek." demiş ve bir sürü saydırmış aklınca. yenikapı'ya taksim'den bindiğim metro ile geldim. taksimde kontrol, turnikeleri geçince yapılıyor. turnikeden geçtim, burada polis değil de güvenlik görevlileri vardı. duraksadım ve soktuğumun çantasını sırtımdan çıkarmadım. biri çantama bakmak istese uzatacaktım hemen. yüzüme bile bakan olmadı. geçtim gittim. ulan ülkede hizmet standardı mı var da, bu müthiş standarda bir kez boş bulunma sebebi ile uymadığım için kendimi suçlu göreyim. adama tek kelime bir şey demedim diyorum! hemen dediğini yapmaya gidiyordum. o an çekti kulaklığı, arkasından neden çekiyorsun dedim. isteğine karşı gelmemiştim ki. niyeti kötü olan, elindeki yetkiyi kötüye kullanan, kötü bir devlet memuru profilinden bahsediyoruz. ve tarzı böyle olanların sayısı hiç az değil. hiç mi geleceğimiz için endişe etmiyorsunuz. böyle düşünenlerin kafası mı çalışmıyor, yoksa başka bir problemleri mi var?

    önemli edit: şu tip yorumlar geliyor. "sen çantanı önceden hazırlayacaksın", "o kadar bomba patlarken rahatça geçeceğini mi sanıyorsun" vs. ben zaten sırtımda çantam çaktırmadan geçecektim demiyorum ki. 1000 defa yaptığın birşeyi 1 defa hatalı yapabilirsin. dalgın olabilirsin. bir sürü şey olabilir. her dikkatsiz vatandaşa polis ortada hiçbir şey yokken (sadece neden kulaklığımı çekiyorsun dedim!) kafa atıp, üstünü başını çekip, tepki verecekse vay bu milletin haline. %100 alttan aldım diyorum, bakın %99 değil. rica ediyorum.

    edit: sinir harbi sebebiyle 15 ekim 2016 yazacağına 10 ekim yazmışım. başlığı yeniden açtım. desteğinizi bekliyorum arkadaşlar.

    edit 2: abarttığımı, süslediğimi düşünen arkadaşlar var. sözlüğün yapısını bildiğim için kızmamaya çalışıyorum. bu olayları tam olarak bu şekilde yaşamasam oturup "rezalet" başlığı açmazdım. unuttuğum bir sürü detay var, fazlası var. emin olun lütfen.

  • bütün turnuvalar gibi bu turnuvaya da kötü başladık. ama kötü devam edeceğiz diye bir şey yok. ayrıca arda ispanyol futbolunu iyi biliyor. daha iyi konsantre olup takıma liderlik edeceğini düşünüyorum.zaten ispanyollarda çek cumhuriyeti maçında formsuz olduklarını gösterdiler. tahminim 7-8 tane yeriz.

  • aptallarin en buyuk ozelligi aptalliklari sayesinde dikkatleri uzerine cekip kendi kendilerini ele vermeleridir. bu gereksizin balonunun bu kadar cabuk sonmesi sevindirdi. bakalim altindan neler cikacak daha.