hesabın var mı? giriş yap

  • richard mayhew adlı insanın bir gün sevgilisiyle yolda giderken kaldırımda yaralı bir kızı görmesiyle başlayan olaylar silsilesini anlatan kitap. yazarı neil gaimandır. konu bir anlamda amerikan tanrıları ile paralellik gösterir. bu kitapta londra şehri aşağı ve yukarı londra olmak üzere ikiye ayrılır. yukarısı bildiğimiz londradır. aşağıda ise bir çeşit tarih yatar. o tarihin kahramanları , kralları , haydutları ve insanları yukarıdakilerin haberi olmadan kendilerince yaşarlar. çarşambanın dediği gibi ; kuliste olmak ile sahnede olmak arasındaki fark. filme çekilmiştir , dvdsi satışa çıkarılmıştır. ilginç bir hikayedir. mr. croup ve mr. vandemar adlı iki katil en beğendiğim karakterleridir kitabın.

  • mamak komple ilce olarak dugun salonudur. sezon acildiginda evinizin bir balkonundan kasap havasi bir balkonundan cifte telli diger bir balkonundan ise damat halayıni görebilirsiniz. dugun yapacak yer yokmuş. peh. at iki masa sandelye sokaga kim bilecek mk. bir de seçim şarkısının hoparlörleri yirtarcasina fırladıgi sikindirik seçim arabaları. vallaha tam şenlik alani.

    (bkz: sene 2015)

    debe editi: (bkz: minik gülce için yardım kampanyası)

  • aaa manyak lan bu insanlar,
    kurban, mavi sakal, pilli bebek, dr. skull filan yazmışlar. lan bu adamları türk rock tarihinde ilk 10'a yazarsın, kimse de laf etmez. herkes bu adamların kıymetini çok iyi biliyor merak etmeyin.

    yok metallica!!!

    edit: aaaa bulutsuzluk özlemi yazmışlar.

    bakın arkadaşlar siz anketi bile yanlış anlamışsınız. saydığınız grupların %80'i zaten kendilerini konumlandırmak istedikleri durumdalar. popülerlik ile kıymet bilmek arasında çok kalın bir çizgi var ve siz o kalın çizgide futbol maçı bile yapabilirsiniz, öyle kalı bir çizgi.

  • eski çalıştığım yerin genel merkezine eğitime gitmiştik. yanımdaki arkadaş tanıdık birini gördü, "dur x'e selam vereyim" dedi. onlar konuşurken ben uzakta kaldım. x'e baktım, boylu poslu, son derece hoş bir adam. ama bunlardan çok bakışları etkiledi beni. hayır bana hiç bakmadı orada, sadece başka biriyle havadan sudan iş konuşurken bile gözlerinden ne kadar iyi kalpli ve merhametli biri olduğu hissediliyordu sanki. "böyle biri bana asla bakmaz" diye düşündüm. o dönem özgüvenim sıfırın da altındaydı. eğitim bitti, geldiğimiz yere döndük, sonraki iki yılda hiç görmedim onu. aynı şirkette birbirimizi hiç tanımadan çalıştık. ben arada bok gibi bir ilişki yaşayıp ayrıldım ama o ilişkinin özgüvenime az da olsa faydası oldu. 2 yıl sonra bizim departman onun olduğu yere taşındı ve biz de nihayet tanışma şansı bulduk. şimdi ise evliyiz, hehe. ilk izlenimim doğruymuş, gerçekten dünyanın en iyi kalpli insanıyla evliyim ve çok mutluyum.

    edit: efenim o çok sevdiğim bakışları klonladım, aynından minik bir tane daha yaptım*.

    büdüt: son derece iyi kalpli iki keçim var efendim. beyim çok iyi ama keçilerle yarışır bir inadı var. neyse ki ben inatçı değilim ama çocuğu klonlarken inadını da klonlamışım. şimdi bir köprüde karşılaşmış inatçı iki keçi şarkısının canlı bir izleyicisi olarak hayatımı sürdürmekteyim. biriyle 13 öbürüyle 6 senedir birlikteyiz, halen çok sevmekteyim.

  • onbir, oniki yaşlarındayken arada annemle beraber gündeliğe giderdim. genelde büyük temizlik yapılacaksa ek yardım olarak. anneme beş veriyorlarsa bana da iki, üç verirlerdi. şimdi düşününce, çok küçükmüşüm ama erken gelişmiştim. bir de fakir fukaranın çocuğu pek çocuk olamaz. çocuk olmaya vaktimiz de paramız da yoktu. neyse bu bir başka entry konusu...ben aslında başka bir şey anlatacaktım;

    yine annemle gündeliğe gittiğimiz birgün, evini temizlediğimiz kadının eşi, mahmut amca, ertesi gün okuldan sonra onlara gitmemi ve bana kışlık ayakkabı alacağını söyledi. annem de okul çıkışı mutlaka gelmemi söyleyince gittim mecburen. mahmut amca ile kapıda buluştuk, sonra beraber yakınlardaki bir ayakkabıcıya gittik. annem gelseydi bari ama gelmedi. calismasi gerekiyordu çünkü. mahmut amca'yla ayakkabılara baktık. bir tane denedik, aldık ve çıktık. sanırım hayatımın en mutsuz günlerinden biriydi. ayakkabı alındıktan sonra da, eve geldikten sonra da sadece ağlamak istediğimi ama kendimi tuttuğumu hatırlıyorum. bir de sonradan mahmut amca anneme asık suratlılığımdan dem vurmuş. sanırım bunu, ayakkabı alındıktan sonra sevinçle bacaklarına sarılan bir çocuk hayal ettiği halde, eskisinden de mutsuz bir çocukla karşılaştığı için hayal kırıklığı ile söylemişti. aslinda cok iyi niyetli bir adamdi ve ailece cabamizi takdir ediyordu.

    buraya nereden geldim peki...dün nuri bilgi ceylan'ın kış uykusu nu izledim...orada da vicdanını (ki vicdan genelde korkakların sevdiği bir sözcüktür ve öncelikle güçlüleri dehşete salmaya yarar.)* rahatlatmak için fakir bir aileye para vermeye çalışan kadına kızarken hatıralar beni buralara getirdi galiba. kadın parayı açıklama yapmadan gizlice kapıya bırakabilirdi...ama hayır, o şık kıyafetleriyle yardım ettiği ailenin gözlerinde sevinç görme, minnet duygusuyla sarmalanıp sarılma ve başkalarının mutluluğuyla mutlu olma fikrinden ziyade, mutluluğu için teşekkür edilmesiyle tatmin olma yolunu seçtiği için.
    çoğu zaman insanlar egolarına yenik düşüyorlar, birilerine yardım etmek güzel de teşekkür beklemek niye? teşekkürü bırak da arkandan etsin. illa yüzüne edilince ne oluyor?

    bir çocuğu mutlu edecekseniz o çocuğa yapılacak yardımın gizli olmasına, hatta çocuktan bile gizli tutulmasına dikkat etmeniz lazım. eskiden bir laf varmış, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek diye, ne doğru laf.

    bana şükret, sayemde bak yine iyisin'le iyi edilemiyor. kış uykusu bunun gibi pek çok anımı canlandırdı. daha gelirim ben buralara.

    * filmden alıntı

  • bir türlü anlam veremediğim durumdur. arkadaş dördü de 'büyük melek' olarak adlandırıldığı halde yaptıkları iş bir mi? bak mesela azrail'e! adam tarihin başlangıcından beri deyim yerindeyse köle gibi çalışıyor, can almalar falan, nerde ölüm olsa adam orda bitiveriyor, bir nefes alma desen yok. mikail keza öyle, nerde bir doğa olayı, adam orda bitiveriyor, tam bir görev adamı. yağmur yağar mikail sorumlu olur, fırtına çıkar yine bizimki, ne çekilmez çilesi varmış. ama diğer yandan cebrail, yılda dokuz saniye çalışan usain bolt gibi, bir dönem ağır iş yapmış, emekliliğini almış kenarda keyif sürüyor. tamam yaptığı işi küçümsemiyoruz ama azrail'le bir tutulması mümkün mü? gelelim israfil'e! arkadaş bu devran 4.54 milyar yıldır dönüyor, bir adam hiç mi çalışmaz? böyle görev mi olur? milyarlarca yıl sadece bir gün mü çalışılır? o gün geldiğinde hastalansa ne olacak? hepsinin de büyük melek kontenjanından aynı maaşı aldığını düşünsenize! yemin ediyorum olay çıkar, azrail bu yüzden azrail'i olur diğerlerinin alimallah! velhasıl, beni çok rahatsız eden durumdur azizim.

    debe editi: (bkz: minik eymen celep'e yardım ediyoruz kampanyası)

  • emisyon emisyon atalarını incelememiz gerekirse:

    1. emisyon döneminde 500 tl'lik banknotlar kahverengi ve sarı renkte olup tedavüle 5 aralık 1927'de girip tedavülden 15 aralık 1939 yılında çıkartılmıştır. paranın ön yüzünde sivas gökmedrese arka yüzünde ise sivas şehrinden bir görünüm vardır. ana metin arapçadır.

    2. emisyon döneminde 500 tl'lik banknotlar zeytuni yeşil renkte olup tedavüle 15 haziran 1939'da girip tedavülden 24 nisan 1946'da çıkmıştır. ön yüzünde ismet inönü portresi, arka yüzünde ise rumelihisarı'ndan bir görünüm vardır.

    üçüncü emisyon döneminde 500 tl'lik banknotlar zeytuni yeşil renkte olup tedavüle 24 nisan 1946'da girip tedavülden 15 nisan 1953'te kaldırılmıştır. paranın ön yüzünde ismet inönü portresi arka yüzünde ise ankara sanat okulu'nda uygulamalı ders yapan öğrencilerin resmi vardır.

    dördüncü emisyonda pas geçilmiştir.

    beşinci emisyon döneminde 500 tl'lik banknotlar kahverenginde olup tedavüle 15 nisan 1953'te girmiş tedavülden 1 eylül 1976'da kalkışmıştır. paranın ön yüzünde atatürk portresi arka yüzünde ise istanbul sultan ahmet camii, dikilitaş ve hipodrom resmi vardır.

    altıncı emisyon döneminde 500 tl'lik banknotlar zeytuni yeşil ve mavi renkte olup tedavüle 1 eylül 1971'de girip tedavülden 15 haziran 1984'te kaldırılmıştır. paranın ön yüzünde atatürk portresi arka yüzünde ise istanbul üniversitesi girişinin resmi bulunmaktadır.

    yedinci emisyon döneminde 500 tl'lik banknotlar mavi renkte olup tedavüle 1 temmuz 1983'te girp tedavülden 21 ağustos 1989'dan kaldırılmıştır. ön yüzünde atatürk portresi arka yüzünde ise izmir saat kulesi bulunmaktadır.

    piyasadan kaldırıldığı 1989 yılından günümüze 25 yıl geçmiş. 26. yılında galiba tekrar merhaba diyeceğiz kendisine. ilk defa piyasadaki en yüksek değerli banknot olacak. çoğunlukla 1000 tl'nin arkasında ikincilikle yetinmiş hep. arıca hakkında bu kadar uzun yazı yazınca kendisi ile bir duygusal bağ oluştu gibi aramda.

  • demiri nasıl bükerim, topu nasıl icat ederim kısmını geçiyorum. düşünüş yapısını değiştirebilirsin mesala, verimliliği nasıl artıracağını öğretebilirsin. sonuçta kimse sana git cep telefonunu bul , turkecell'i kur demedi...

    ateşi mi buldular ( tarihleri atıyorum üstüme gelmeyin) ? nasıl daha güvenli bir biçimde kullanılacağını, farklı araçlar için kullanırsan nasıl daha verimli olabileceğini daha hızlı bir şekilde öğretebilirsin ( daha hızlı diyorum dikkat). kütüphane mi var yaşayacağın çağda? daha kullanışlı olabilmesi için tasnif olayını gösterebilirsin , güzel olmaz mı ( kütüphaneye daha önce gittin di mi lan )? coğrafyayı kavramsallaştırabilirsin en önemlisi... masada yemek yemek daha sağlıklı olmaz mı diye laf atarsın komşuna , nasıl ?

    illa git atomu parçala demedik ki aga

    edit : imla