hesabın var mı? giriş yap

  • yalandır.

    28 yaşında olmama rağmen kadın tripleri yüzünden kendimi dostoyevski gibi hissediyorum.

    bulgur yerine prinç* aldım diye küsülür mü lan ??? kimmiş çocuk olan. erkekler çocukmuş hadi ordan!!

    edit: *bildiğimiz pirinç

  • black mirror'ın 3. sezon 5. bölümünün ismidir.

    yine tamamı charlie brooker’a ait olan senaryonun yönetmeni jakop verbruggen. başrollerinde malachi kirby ve madeline brewer‘ın olduğu bölümde 2014 yapımı zaman paradoksu temalı predestination filminde karşımıza çıkan sarah snook da bulunuyor.

    men against fire, senaryonun gidişatı itibarıyla en çok 1. sezon 2. bölüm olan “fifteen million merits”i andırıyor. bir nevi uyuşturucu benzeri yöntemle sistemin içine yerleştirilen insanlar sorgulamadan kendilerine söylenenleri yapmak zorunda bırakılmışlardır. çeşitli etkenler sebebiyle sistemi sorgulamaya çalışan stripe’ın, tüm gerçekleri idrak etmesinin ardından tekrar sistem tarafından öğütülmesi bölümün ana konusunu oluşturuyor. bu yönüyle 1.sezon 2. bölüm ile birbirlerine olay örgüsü bakımından benzediği söylenebilir. bölümün sertlik dozu ise 2. sezon 2. bölüm “white bear”ı akıllarak getiriyor.

    ilerleyen yıllarda askeri bilimkurgu alanında kült olarak sayabileceğimiz yapımlar arasında girmeyi daha şimdiden garantileyen men against fire, tüm bölümler içinde kendine ön sıralarda yer bulabilecek denli iddialı olmayı başarıyor. insanı birçok konu hakkında sorgulamaya iten bölümün güçlü yanlarından biri ise yaratılan atmosfer.

    dünya üzerinde var olan tüm devletlerin ve o devletlerle çeşitli sebepler dolayısıyla sürekli bir çatışma halinde olan silahlı örgütlerin ideolojisi ve hayata bakış açısını son derece tutarlı bir şekilde anlatmayı başaran bölüm, etkili bir sistem eleştirisine imza atıyor. distopik bir dünyanın hakim olduğu bu gelecek portresinde insanların öldürmek için nasıl bir psikolojiye sokulduğunu görüyor ve savaş denen olgunun ne kadar anlamsız olduğunu yeniden idrak ediyoruz.

    bu bölümde, teknoloji ile birlikte insanın duyarsızlaşması, vicdan denen olgunun bedenini terk etmesi, başkaları tarafından rahatça kontrol edilebilecek canlılar haline gelmesi gelecek adına endişe verici boyularda resmediliyor. katı bir distopya izlediğimiz bölüm, dizinin klasik havasını son derece başarılı bir şekilde devam ettiriyor ve sezonun son bölümü öncesi izleyicilerine sert bir darbe indiriyor.

  • her iş çıkışı sonrası, illa bi a101’e uğrar; öyle eve giderim. bugün de perşembe olduğundan uğrayayım dedim. bilgisayar kampanyasını biliyorum ve bana yâr olmayacağını bildiğimden, alma düşüncesine bile girmedim.

    neyse, salına salına yürürken, bizim çengelköy şubesinin depo kapısı, hemen arka taraftadır. şube müdürü, battaniyeye sarılmış iki kutu ile çıktı depodan. şöyle takip ettim çıkışını ve örtüyü açınca hooop iki adet lenovo bilgisayar :)

    şaşırdım mı? tabii ki hayır... sistem böyle maalesef. adalet, hak, görgü, ahlak, erdem... bunları “ucuzluk” markette bekleyip de üzmeyin kendinizi...

    tanım: müşteri alsın diye numunelik gönderilen kampanya ürününü, battaniye ile dükkandan çıkartan müdürlere sahip marketler zinciridir... fazlası var; eksiği yok...

  • deney tüpleri arasında geçen bir ömür. günde 4 saat uyku, 4 tarafı zürriyetsizlerle dolu, yorgun, bitkin ama kendini bilime adamış bir insan. hayata kemeriyle sımsıkı tutunan bir insan.

  • açılın size kerizlik hikayemi anlatayım.

    sevgilim var 4 seneyi yeni doldurmuştuk yanlış hatırlamıyorsam. kurban bayramı tatili için memlekete gitmişiz. ben iş sebebiyle erken döndüm; o üç dört gün sonra gelecek. hafta ortasında tutturdu, benim evi bir temizletmek lazım; çok kirli bıraktım memlekete giderken, cumartesi bizim çocuklar gelecek bana, temiz olsun, sen hallediver diye. ben de hafta içi iş çıkışı gittim baktım, darmadağın halde ortalık. yorgun halimle ortalığı toplayıp evi temizlikçi çağırılabilecek duruma getirdim. cumartesi gününe de temizlikçi ayarladım. cumartesi sabah gittim erkenden, evi açtım, temizlikçiyi aldım, kadın temizledi evi. ben de evde bulundum yardım ettim falan işte, neyse öğleden sonra sevgilim indi uçaktan geldi. gittik yemek yedik, üstüne de markete girdik. marketten kırmızı şarap aldı bu en klasından. saftirik ben uyanmadım hâlâ. beni eve bıraktı. ben evde takılırken bir iki kere aradım bunu açmadı, baktım mesajlara da cevap vermiyor saat geç oldu. sinirim geçsin dedim duşa girdim çıktım hâlâ ses yok. merak ettim, çocuklarla içip içip sızdılar heralde diye korktum. atladım gittim eve. anahtarla açtım kapıyı, yerde dünyanın en iğrenç ayakkabısı olan bir çift ugg duruyor. meğer eve kız atmış sevgilim. kız da zaten birkaç aydır sevgilisiymiş. ben de sevgilisiyim tabii o sırada. hatta kız atabilsin diye evini temizleten sevgilisi. ayrılık falan yok henüz. kendi temizlettiğim, temizlenmesine yardım ettiğim eve kız atıldı. hadi beni gözden çıkardın eyvallah da bari iki gün erken gel kendi evini kendin temizlet de öyle at kızı eve. bana ne temizletiyorsun?!

    aldatılmanın da hayırlısını versin allah. bu bana çok fazla geldi.

    debe editi: hikayenin devamını soran çok fazla yazar oldu ama gerek yok yazmaya. ayrica cool story, kurgu falan diyenler oldu. malesef gerçek. yaşandı bitti saygısızca.

  • benim bulduğum bir test yöntemi. herhangi bir yerleşim alanının medeni olup olmadığını öğrenmek istiyorsak, oradaki sokak kedilerine bakıyoruz.

    eğer kediler sizden kaçmıyorsa oranın insanı medenidir.

  • onlardan biriyim ve aç kalmamak dışında bir hayrını görmedim. aşk hayatında adama kilo aldırmaktan başka şeye yaramıyor, kimse sana sabahın altısında börekli çörekli sofra hazırladın diye daha çok aşık olmuyor. öyle sananlar varsa diye söyledim.

    bir sponsorum da yok ki şöyle bir kafeydi meyhaneydi açayım, hem yiyip hem kazanayım...

  • 40 yaş üstünden bildiriyorum, hayatımızın hiçbir döneminde artık yaşlandım şunu yapmaya başlayayım, şunu artık yapmayayım veya artık annem/babam gibi davranayım demiyoruz. size çok şaşırtıcı bir şey söyleyeyim, bizim anneanne saçı, anne terliği, babaanne ayakkabısı filan dediğimiz şeyler o insanların gençliğinde kullandığı şeyler. 1950lere ait bir film izlediğimde ilk düşündüğüm şey "neden bütün genç kadınlar nine saçı ile geziyor" olmuştu. sonra anladım ki nineler gençliğinde saçını nasıl yaptı ise yaşlıyken de öyle devam ediyor. yani ben hayatım boyunca kot giydim, 90 yaşında da giyeceğim. yaşlandım deyip tayyör giymeye başlayamam. güzel değil, rahat değil, ben değil. aynı şekilde konuşmayı sevmiyorum, hayatım boyunca hep mesajla iletişim kurdum. bundan sonra da öyle olacak.

  • babala tv'nin son yayınında "hayatımda akp'nin kapısından geçmedim" diyerek duyar kasan aktrollün kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesi olayıdır. aktrollün adı umut nimet ataş.

    link

    ünsal ünlü'nün dediği gibi: "bir siyasal islamcı sizi asla şaşırtmaz. her kabın şeklini alır."