hesabın var mı? giriş yap

  • para çok acayip bir şey lan. adam yarışmacılara kutu açtırmaca oynatıyor. yok böyle dans da oynatacakmış. dün de maç yaptırıp hakem olmuştu. yemin ediyorum yakında birini chun li birini ryu yapıp street fighter da oynatacak. teptep çekilecek adada amk.

  • hayatının kaydığını düşünen ve pişman olan insanların bebekleri için çok üzüldüm. keşke siz çocuk yapmasaydınız lan. şahsen benim hayatım kaymadı, tek istediğim bi gece deliksiz uyumaktı. eşim ve kızım bir haftalığına memlekete gittiler, bir gün ayı gibi uyudum ama işten gelince akşam kızımı göremeyince, hayat bir anda anlamsız geldi.

  • videoyu 3-4 kez izledim gulmek icin. ilk izledigimde tam; "gulme lan senin de basina gelir melir" derken, nereden basima gelecek boyle bir mallik deyip, kahkahayi bastim ve hala guluyorum alabora oluslari gozumun onune geldikce...

    resmen batan geminin malları olmuslar, ya da alabora olan.

  • 27 mart 1998 de kaybettiğim anneciğim..

    o kadar seviyordum ki seni o çocuk kalbimle, o kadar ihtiyacım vardı ki senin sesine ama sen babamın da o zaman dediği gibi zaten bir melektin ve melek oldun benim ve babamın meleği oldun ..

    nur içinde uyu annem

    bazen merak ederim şimdiye kadar yanımda olsan nasıl olurdu, mezuniyetimde olsaydın yanımda ne hissederdin...

    hep benim ve babamın kalbinde yaşayacaksın annecik..

  • tek soruluk muhteşem test.

    faşist misiniz?
    a-) hayır
    b-) evet

    b'ler çoğunluktaysa faşistsiniz.

  • gece olup artık televizyon kapatılınca o televizyonlu odada yatan bi çocuk olarak kapalı televizyondan çıkan çat-çut seslerini televizyonun arkasında yaşayan sarı küt saçlı uyuz bi çocuğun* televizyonu kurcalayarak çıkardığına inanmak.

  • çalıştığım yere dünya güzeli bir tekir geliyor. mama verdik, sevdik ettik derken, abarttık içeri aldık. ben zaten dış kapının yakınındayım. hayvancık her sabah beni bekliyor, benimle ofise girip bütün gün yanımda yatıyor. akşam da benimle çıkıp beni yolcu ediyor. iki gıdım mama verdim ama yüzüme öyle bir bakıyor, ellerime yüzünü öyle bir sürüyor ki, içimi acıtıyor. ofisin diğer bölgelerine gitmeyi bile denemiyor, sadece ben gidersem arkamdan geliyor. tuvalete gidiyorum peşimde, mutfağa gidiyorum peşimde, masaya döndüğümde gene kıvrılıp yanıma yatıyor. iki damla su, azıcık mama, arada uzanıp başını okşuyorum, bütün yaptığım bu, ama sevilmekten öleceğim.

    efenim resim isteyenler için buyurun şirin hanım:
    http://i.hizliresim.com/pbrm1q.jpg
    http://i.hizliresim.com/ml6872.jpg

    ayrıca;
    (bkz: güvendik ilk-orta okulu yardım kampanyası)

    not: havalar soğuk pisicikleri de unutmayın yardımlarınızda.

    büdüt: nazar değdi efendim, küçük patron kediyi istemediği için dışarı attık. sebep: çok dolaşıyormuş. başlarda sakin sakin yatıyordu alıştıkça her normal kedi gibi gezmeye başladı. neyse ne diyeyim ki? acı olan ise bana kediyi istemediğini açık açık söylemeyip hayvanı tutup paldır küldür sokağa atması oldu.

  • amatör olarak fotoğraf çekmeye başladığım zamanlar, yani bundan seneler önce, sebastião salgado adını da duymuştum. sadece birkaç fotoğrafına baktığımı ve büyük bir hüzünle dolduğumu hatırlıyorum. ben, içinde insan olan fotoğraflar çekmeye meraklıydım o zamanlar ve elimde makine varken gördüğüm çocukların, kadınların, adamların gizlice fotoğraflarını çekmeye çalışırdım. neden gizlice? çünkü korkaktım, çünkü onlara yaklaşamazdım. çünkü herhangi birine fotoğrafını çekecek kadar yaklaşmak demek, onunla hiç konuşmasan bile, hayat hikayesine ortak olmak demekti benim için. sessiz bir anlaşma kurulması gerekiyordu. fotoğrafı çekmeden önceki sen ile, çektikten sonraki sen arasında, gözle görülemez de olsa, illa bir fark oluyordu. böyle böyle uzaklaştım fotoğraf çekmekten, çünkü uzaktan çekilen hiçbir fotoğraf yeterince “gerçek” olmuyordu, gerçek hikayeler anlatmıyordu. ve ben o hikayelere yaklaşamayacak kadar korkaktım. gezi direnişinden beri neredeyse elimi sürmediğim fotoğraf makinem, anlatamadığı hikayelerin hüznüyle bana bakıyor şu an.

    sebastião salgado, dahil olduğu o hikayelerin ve barbarlaşarak evrimleşen insanın, ruhunda açtığı hastalığı; doğaya, ve insanın vahşetini bulaştırmadığı el değmemiş topraklara, hayvanlara, bitkilere, kabilelere, sığınarak tedavi etmeyi başarırken, siz de onun gözünden görmek ister miydiniz yaşadığı bu serüveni?

    bu belgeselin sonunda, kendinizi dünya üzerindeki milyarca tuz tanesinden biri gibi hissedeceksiniz. yani küçüldükçe, küçüleceksiniz. ufalandıkça, ufalanacaksınız. savruldukça, savrulacaksınız. ama en azından, olan bitenin uzağında kalmayacaksınız. kim, bu hikayelere ortak olmadan geçip gidebilir ki?

    1.
    2.
    3.
    4.
    5.
    6.
    7.

    sebastião salgado ve eşi lelia’nın, bu dünyaya armağan ettikleri muhteşem eserleri “terra enstitüsü” hakkında detaylı bilgi için;

    http://www.institutoterra.org/…sb=nq==#.vipz7h7hdiu

    belgeselin müzikleri için;

    https://www.youtube.com/…pvkrcu8lcumrrrhukgzzcjl1vc