hesabın var mı? giriş yap

  • 15 yıllık bas gitaristlik hayatımda geçen yıl doğruluğunu anladığım durumdur. şöyle ki, taksim (bkz: dorock) barda düzenli sahne aldığımız zamanlardan birinde, judas priest'ten painkiller çalıyoruz. baya da iyi yardırıyoruz parçayı normalde. ancak alkolün etkisiyle sanırım, bu sefer ben parçanın daha girişinde mavi ekran verdim. parçanın hangi nota ile başladığı konusunda bile bir fikrim yok. beyin olmuş tabula rasa. lan dedim bittik. sonra aklıma geldi, olm rezil olacağına kapat potanstan gitarın sesini, çalıyormuş gibi yap. ama nasılım a dostlar, görmeniz lazım...yılların air guitarcılarına taş çıkaracak hareketler yapıyorum. bir davulcuya gidiyorum şekil yapıyorum, bir seyirciye gidiyorum gitarı biralarla tokuşturuyorum falan. insanlar gazdan ölecek.

    arkadaş, grup arkadaşlarım da dahil, biri de çıkıp demedi ki aga bu nedir? lan bildiğin çalmadım parçayı, kimse anlamadı. tebrik falan aldım hatta milletten. orada anladım ki, boş işler bunlar. o zamandan beri jamiroquai falan çalıyorum daha çok lan. nasıl travma yarattıysa artık...

    denizin buz gibi sularından gelen edit: işittiğim laflar sebebiyle illa "ironiden anlamayan nesle aşina değiliz" diye not düşüreceksiniz adama. hayatımın yarısını verdiğim bir enstruman için nasıl "boş işler bunlar" diyebilirim ki?

  • geleceğin şarkı sözü yazarlarına yol gösterecek olan formüller listesi.

    şarkı sözü yazmak için önce bir serdar ortaç tema'sı seçilir:

    1)ayrılık sonrası cool görünme
    2)kanayan yaralarla mutlu olma
    3)teknolojik aşk
    4)yaz mevsimi
    5)ağzıma s.çsa da seviyorum ulen

    sonra leitmotiv olarak kullanılacak saçma sapan bir söz veya söz öbeği seçilir. je t'aime dö madam, binlerce şantöz var, hadi it hadi it beni mayınlı tuzaklara vb.

    sonra alakasız iki mısra uyaklanır. örneğin

    sevdim seni sevdim çok
    yemiyom anne karnım tok

    gibi.

    ve işte artık biz de serdar ortaç gibi şarkı yazıp bu şarkıları 10 binlerce tl'ye satıp zengin olabiliriz. işte benim yazdığım şarkı

    tutunup birer birer acılarıma
    selam yolladım bütün gacılarıma
    senin gibi güzelle kaçılır ama
    sende o yürek yoook, yok

    sende o yürek yok
    bende bi kürek yok
    bunlara gerek yok
    yaşar bizim sevdaaamız, mız

    bulurum senden çok var
    bulurum senden güzel yar
    güzelim senin görüşün dar
    yaşar bizim sevdaaamız, mız

    bu arada şarkınızı satarken nazlanmayı, başkasına söz verdim, bu şarkıyı ben okuycam triplerine girmeyi unutmayın.

  • okulda bir arkadaş anlatmıştı böyle bir yöntemi. kız epey bir güzel. eleman çekingen bir fotoğraf öğrencisi. kızın uzaktan fotoğraflarını çekiyor. bunun için ciddi bir mesai harcıyor.
    günlerce, haftalarca kızın yolunu gözlüyor.
    bazen kar yağıyor, sırf onun beyazlar içinde bir kardelen gibi yükseldiği bir kare için bekliyor.
    bazen yağmur, fırtına hiç dinmiyor, eleman yılmadan bekliyor...
    en sonunda kızın çok güzel bir karesini yakalıyor. çok doğal ve kızın tüm güzelliği, fotoğrafa yansımış... eleman o kareyi çerçevelettirip hediye paketi yapıyor.
    kız bir gün okulda yürürken, tüm cesaretini topluyor ve karşısına çıkıyor.
    şaşıran kızla hiç konuşmadan elindeki paketi veriyor.
    kız paketi açıyor, kendi fotoğrafına bakıyor...
    bir süre sonra kız hüngür hüngür ağlamaya başlıyor.
    "hiç kimse benim için böyle bir şey yapmadı" diyor...
    olayı dinleyenler, heyecanla soruyor;
    ee peki sonra, eleman kızla sevgili oldu mu?
    anlatıcı yanıt veriyor...
    bizim eleman çok çirkindi laa, kız kabul etmemiş...

    kıssadan hisse: önemli olan yarışmaktı...

    oha: 500 küsür favori ve 2015'in en beğenilen entry'lerinden biri olmuş. emeği geçenlere sevgiler.

  • "eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. içimizde çekingen bir cellat, hayat geçmemiş bir katil taşırız. insan öldürme eğilimlerini kendilerine itiraf etme cüreti olmayanlar da cinayetlerini rüyalarında işlerler, kabuslarını cesetlerle doldururlar... her birimiz ardımızda bir dost ve düşmanlar mezarlığı sürükleriz ..."

  • " büyükada'dan kadıköy'e dönmek için kullandığım vapura son dakikalarda bir adam bindi.
    gelip tam karşıma oturdu ve bana 'kabataş vapuru değil mi' diye sordu...
    bilmiş bir edayla 'hayır kadıköy vapuru' dedim...
    çünkü görevliye sormuştum.
    vapur kalkmak üzereydi. adam koşarak indi...
    az sonra koşarak tekrar bindi; ' bu vapur kabataşa gidiyormuş görevliye sordum' dedi...
    'sıçtık' diye düşündüm ve bu sefer vapurdan ben koşarak indim...

    vapur önce kadıköy sonra kabataş'a uğruyormuş.
    tekrar koşarak vapura binip, bir kahve aldım ve o adamın tam karşısına oturdum...
    ikimizde nefes nefeseydik. kahvemi yudumlarken ne kadar 'salak' olduğumuzu düşündüm.

    her şeye rağmen güneş bulutların arasından dik açıyla yüzümüze vururken, kısık gözlerimiz ve parlayan dişlerimizle biz had safhada mutlu gibi görünüyorduk... evet."