hesabın var mı? giriş yap

  • aklıma babamın bir hatırasını getirmiştir.

    babam eski milli atlet. şu an 64 yaşında ve yıllardır spordan hiç kopmamistir. bir gün bir düğünde babama tanıdık biri yaklaşır ve geçen sahilde kendisini spor yaparken gördüğünü söyler.

    babam: evet 3000 ler atiyordum.
    adam: abi 3 km ne kadar sürede kosuyorsun?
    babam: 10 küsur
    adam: abi yavasmissin ya. biz askerde tam teçhizat 7 dakikada koşuyorduk.
    babam : doğrudur ya ben artık yaşlandım, sizin hızınıza yetisemem.

    adam gittikten sonra babam bize döner ve der;

    pezevenge bak. 3000 de dünya rekorunu 20 saniye farkla kırıyor. hem de tam teçhizat!

  • liseyi bitirir bitirmez emmoğluyla evlenmek için düğün hazırlıkları yapan aristokrat kızı nihal, sözüm sana;
    güzellik yarışmasına katılan kızlar bile ayıp olmasın diye soranlara üniversiteye hazırlanıyorum falan diyo.
    sen bi kere sınava girdin, onda da topuklu ayakkabı giydin zaten, beğenmedin yarısında çıktın. bitti mi olay?
    hareme cariye olmak için miydi o piyano, fransızca dersleri?
    koluna kitapları sıkıştır yeşil adidas eşofman altını giy, dirsekten bükmeli çantanı tak saçlarına fön çektir dershaneye git, olmadı bi iki test çöz göstermelik.
    hayır bi de iki işsiz yalı falan bakıyolar kendilerine. yanınıza alıcağınız süleyman efendiler bile sizden daha donanımlı lan.
    evlilik, düğün ve behlül dışında bi bok konuştuğun da yok o pelin iyi dayanıyo sana, ben olsam senle bakkala gitmem.

  • ülkemiz gerizekalı ve saygısız insan dolu. dün gece konserde herkes eğlenirken bir çift embesil evlilik teklifi ayağına dakikalarca konseri durdurdu, üstüne sahneyi işgal etti. inmediler sahneden uzun süre. kibarca kovdular artık. bu kadar düşüncesiz, bu kadar benmerkezci olunmamalı. binlerce insan konseri dinlemeye gelmiş bu paşalar “bin ivlinmi tklifi idicm.” ayağına bütün akışı bozuyor. tiksiniyorum zaten böyle herkesi işin içine katmaya çalışan tekliflerden. her yurolig maçında her konserde aynı aptallık. bırakın kardeşim artık, salın bizi. sizin ikinizin “özel” anı bizim umurumuzda değil! sevgiline sarıl, o güzel anın tadını çıkar, ikinizin güzel bir anında konser sırasında da olsa teklifini et. 15bin kişiyi dahil etme. nedir bu şov merakı. bize ne aq.

  • 29 yaşındaki oğlunu faciada kaybetmiş, kendisi de madenden emekli bir babanın konuşmasıyla başladı. kurtarma çalışmalarına deniz gezmiş tişörtüyle katılmasına izin verilmeyen bir başkasıyla devam etti.

    kınık'tan canlı yapılan ve izlenmesi gereken yayındır.

    önemli noktalar:

    -"o 283 kişi yalan, oradan ancak 100 kişi sağ çıkar. ben yalnızca bir saat durabildim ve 9 ceset çıkardık. 283 değil 683'tür o."

    -internette dolaşan haberlere bir doğrulama daha: "mesai saati bittikten sonra ölmüş gibi gösteriliyor herkes. tazminattan kaçınmak için işçilerin ölüm saati 16.30 gösterilmiş."

    -"sendika işçinin değil patronun sendikası."

    -"hepsi ölüydü, çıkarırken yüzlerine maske takıp battaniye örttüler ve sağ dediler."

    -"muhalefet istemiyoruz burada diyerek elimize zarf verip bunları atın dediler." (seçimlerden söz ediyor)

    -"çıkmak için 2-2.5 km yol yürümem gerektiğini bildiğim için hiç hareket etmeden beklemeye çalıştım, yanımdaki herkes bayıldı."

    -"ailemden 11 kişiyi kaybettim. 2'si kardeşim."

    kaçıranlar için:

    1.bölüm: http://www.youtube.com/watch?v=aoipzabywem
    2.bölüm: http://www.youtube.com/watch?v=n8icmmg_cje
    3.bölüm: http://www.youtube.com/watch?v=5mncj1gwl6u

  • üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen yeni duyulan, cezasız kalan, yapanın yanına kar kalan, mağduru cezalandırılan silah mevzusu sürekli açarak mertçe davranan adam.

    o eleştirdiği tip tam da sensin, tüm ilkelerini bir spor kulübüne endeksleyen sığ adam sen oluyorsun.

  • devamında da demiş ki; “ bununla birlikte, suudi arabistan, ıran veya işid'in uyguladığı sistemin adı şeriat olsa da, resulullah s.a.v efendimizin getirdiği şeriat değildir.”

    bak hele bak, lan ne hikmetse bu şeriatı arabistan bilmiyor, iran bilmiyor, afgan paki bilmiyor ışıdi talibanı kaidesi hizbullahı bilmiyor bi siz biliyorsunuz amk.

    yok evladım sizin anladığınız manada şeriat diye bişey yok. mevzu uzun, anlatsak da işinize gelmez ama yok.

  • aldous huxley'nin 1932'de yayımlanan distopya türündeki romanıdır.

    cesur yeni dünya'nın bir distopya mı yoksa ütopya mı olduğu yayımlandığı günden bu yana süregelen bir tartışmadır. romanın türünü tam anlayabilmek için distopya türünün (dystopian fiction) karakteristik özelliklerine bakmak gerekir.

    distopya türünün karakteristik özellikleri:

    - toplumun kontrol edilmesi için propaganda kullanılması
    - bilgiye ulaşımın, özgürlüğün ve bağımsızlığın kısıtlanması
    - toplumun sembolik bir başkan ya da kavrama hayranlık durması
    - toplumun daimi olarak gözetim altında hissetmesi
    - toplumun dış dünyadan korkması
    - toplumun insanlığını kaybetmiş sistemlerde yaşaması
    - doğadan uzaklaşılması ve ona inanılmaması
    - toplumun aynı beklentilere uyması, bunun sonucunda bireyselliğin ve farklılığın olmaması.
    - toplumun mükemmel bir ütopya dünyasının yansıması olması

    huxley'nin romanı, biri hariç bu özelliklerin hepsini taşımaktadır. cesur yeni dünya'daki bokanovski işlemi aracılığıyla kurulan düzen ve fordizm, sistemin kontrolünü sağlayan propaganda araçlarıdır. kitapta bunları temsil eden kişi batı avrupa bölge denetçisi mustafa mond karakteridir. kitap boyunca bilim ve sanatın yasaklandığı görülür, ayrıca kimse özgür değildir. fordizm kavramına tapınma vardır. kitapta lenina crowne karakterinin vahşi john'la tanıştığı yere, yani ayrılmış bölgeye giderken korktuğuna şahit olursunuz, sisteme mükemmel uyum sağlayan karakterler dış dünyadan korkarlar ve john'un bölgesi dış dünyadır. yine aynı şekilde kurulan düzenin "insanlığını kaybettiği" gözlemlenir. artık duyguları, acıları ya da özgürlükleri yoktur. onun yerine duyusal filmleri ve hiç yanlarından ayırmadıkları "soma"ları vardır. vahşi john'un yaşadığı yerin sistem dışında tutulması doğanın dışlanmasına bir örnektir. kitapta karakterler sınıflara ayrılmış ve her sınıf kendi içinde tek tipleştirlmiştir. son olarak kitap ütopya havası vermektedir. kısacası karakterlerin kendilerini gözetim altında hissetmeleri dışında kitap distopik özellikleri mükemmel bir şekilde kapsamaktadır.

    esas sorun ise huxley'nin sert yerine yumuşak bir distopya seçmiş olmasıdır. cesur yeni dünya, 1984 gibi siyasi baskının toplumu ezdiği bir kurgunun aksine toplumuna "sahte" mutluluk yaşatan bir yapıya sahip. işte okuyanları şaşırtan ve ütopya algısı veren de bu: sistemdeki karakterlerin mutlu olması. ancak bu mutluluk, sistemin karakterlerini doğuştan şekillendirmesine ve birkaç saatte bir kullandıkları uyuşturucu madde soma'ya bağlıdır.

    romanda robotik bir kast sistemi vardır: insanlar doğmadan önce alfa, beta, gama, delta ya da epsilon olarak programlanıp öyle var edilirler. alfalar uzun boylu, zeki ve çekici iken deltalar kısa boylu, iş yapmaya programlı ve aptal yaratıklardır. bir delta en fazla beş yaşında bir çocuğun zekasına sahip olacaktır. bu sebeple alt sınıfı oluşturan delta ve epsilonlar mutludur.

    en genel anlamda huxley, "insan" kavramını öldürmüş ve yerine insan şeklinde "robot" koyarak ütopya görünümlü bir distopya oluşturmuştur. huxley'nin verdiği mesaj şu aslında: insanların kendi benlikleriyle bir ütopya kurması mümkün değildir, istikrar ve düzen isteniyorsa kişilikleri öldürülmeli ve uyuşturucuya bağımlı hale getirilmelidir." kitapta sanat, aile, duygular, kitaplar, düşünce özgürlüğü ya da bilim yoktur. bunlar sistemin aleyhine işleyen şeylerdir çünkü bir robot yukarıdaki kavramlara ihtiyaç duymaz.

    cesur yeni dünya da tıpkı 1984 gibi totaliter bir rejimin kurduğu sistemi içerir, ancak 1984'ün aksine karakterlerini 101 numaralı oda gibi işkenceyle değil, bokanovski sistemi ve soma gibi yumuşak yöntemlerle hizaya getirir, her iki sistemde de sonuç aynıdır: toplum özgürlüğünü kaybetmiştir. cesur yeni dünya'nın sağladığı ütopya insanlar için değil, insani yanlarını kaybetmiş robotlar içindir. bu sebeple huxley romana vahşi john gibi bir karakteri dahil ediyor. john karakteri tüm o robotik sisteme karşı her cümlesi ve her davranışıyla "insanı" temsil ediyor. bize ankatmaya çalıştığı şey ise ya sistemin öngördüğü gibi sahte bir mutluluk içinde yaşayacağız ya da john gibi gerçek mutluluğu hissedebileceğiz ama acısıyla birlikte.

    kitabın on altıncı bölümünde john ve mustafa mond arasında bunun bahsi geçer ve mustafa mond, john'a istikrar ve mutluluk için bilim ile sanattan (ya da başka bir deyişle insanlıklarından) vazgeçtiklerini söyler.

    huxley'nin bize sunduğu ütopya modeli insanlıktan arınmış bir sistem. thomas more gibi mükemmel bir siyasi yapı ya da eğitimli insanlar değil, insanların benliğini yok etmesi gerektiğini öngörüyor huxley. işte bu nedenle cesur yeni dünya bir distopyadır. zorbalık yerine mutlulukla insanın benliğini yok etmesi, insanın benliğini yok ettiği gerçeğini değiştirmiyor.

    cesur yeni dünya gibi ütopik bir distopya kurgusuna sahip the host romanının uyarlamasında söylendiği gibi, "dünyamız hiç bu kadar mükemmel olmamıştı ama artık bizim dünyamız değildi."