hesabın var mı? giriş yap

  • olayın travmatik olduğu ortada ve kimse böyle bir olay yaşamak istemez. ancak haberden anladığımız kadarıyla doktor bebeğin ters geldiğini görüp erken doğumun risklerini hesaba katıp sezaryen ameliyat önermiş, aile kabul etmeyip normal doğum istemiş. normal doğum sırasında da bebek ölü doğduğu için gerekli manevralar yapılarak bebeğin kafası kesilip içeride bırakılmış ve sonra ameliyatla alınmış. çünkü bebeğin ölü olduğu anlaşıldığı anda öncelik tamamen annenin sağlığını korumaya yöneltilir.

    annenin o sırada bebeği çırpınıyor görmesi anlaşılabilir bir yanılgı olabilir. böyle riskler bütün doğumlarda malesef vardır ve bu durum otomatikman birilerini suçlu yapmaz.
    burada gördüğüm tek suçlu üç beş tık fazla almak için soruşturmalardan aklanmış olmalarına rağmen doktoru ve hastaneyi karalayan habercilerdir. öyle bir anlatmışlar ki okuyanlar lego parçası gibi kafanın löp diye yanlışlıkla kopuverdiğini düşünecek.

    bu gibi haberlerde "habercilerin" yapması gereken iki tarafı da dinleyip objektif bir şekilde bilgileri sunmaktır. etik olan yaklaşım budur.

  • düşüncesini ifade eden tutuklu gazetecileri serbest bıracaksınız.
    toplumda ayrışmayı körükleyici şeyler yapmayacaksınız.
    hep kendiniz yemeyeceksiniz.
    yakınlarınızı işe almayacaksınız.
    bütün ihaleleri yandaşlarınıza vermeyeceksiniz.
    insanların giyimleri hakkında infial yaratacak yaralayıcı açıklama yapmayacaksınız.
    başı açık insanları tecavüz edilebilir şeklinde yaftalamayacaksınız.
    halkı kin ve nefrete sürüklemeyeceksiniz.
    devletin içine sızıp bütünlüğüne kasteden ve onu yıkmak isteyen terör örgütlerine yardım etmeyeceksiniz.
    forloop der ki; memlekette imam hatip merkezli değil akıl tabanlı eğitim vereceksiniz.
    carlosspicywiener der ki; görüşlerini begenmediginiz memurlara mobbing uygulamayacaksiniz.
    camiden adidas caldim bol geldi der ki; sayistay raporlarinin akibetini, örtülü odenekleri, deprem vergilerinin nereye gittigini ve mit tırlarını aciklayacaksiniz.

    bütün bu yaptıklarınız için 'bağımsız yargı' önüne çıkacaksınız.

    kalanlarınız olursa oturup konuşuruz.

  • 10 aralık 2014 ahmet davutoğlu bütçe konuşmasında büyük strateji uzmanı ahmet davutoğlu tarafından bilgilendiğimiz yolsuzluktur.

    meğer kemal kılıçdaroğlu zamanında 14 ve 19 yaşlarındaki iki çocuğunu bir şirkette işe giriş-çıkış yaptırmış, böylece emeklilik yaşının erken gelmesini sağlamış, ve çocukları 65 yaşında değil de 60 yaşında emekli maaşı almaya başlayabilecekmiş.

    duyduğum anda kan beynime sıçradı, böyle bir yolsuzluğu yaptığı için kemal kılıçdaroğlu' nu sırtımı dönerek protesto ettim. 12 yıl önce beni de aynı şekilde işe giriş çıkış yaptıran babamı da ilk fırsatta babalıktan reddedeceğim. böyle yolsuzluğa batmış biri benim babam olamaz zira. bunun buyuk bir yolsuzluk olduğunu geç de olsa öğrenmiş oldum.

    teşekkürler başbakanım, teşekkürler ak parti.

  • her akşam iş dönüşü yaptığım gibi dün akşam da evimin ordaki laz bakkala girdim, birkaç parça şey aldım, gözüm biscolata paketlerine takıldı, tam da elimi uzatıp bir tanesini alıyordum ki bakkalım:

    +şu güzelliği bozma, dedi.

    ben de zannediyorum ki, "kilon çok iyi, böyle şeyler yiyip de bozma." demek istiyo.

    -hı, ne? falan derken yabıştırdı devamını:

    +tam 10 lira tuttu, bırak böyle kalsın!

  • bunda anlaşılmayacak birşey yok. benim anladığım tek şey kızcağızın bunu ölüm korkusu ile yaptığı. çünkü bu manyak infaz yasası ile çıkacak ilk işi de "vay sen beni hapislerde süründürürsün ha" diyerek kızı canından edecek. zavallım bence kendince canını kurtaracak bir önlem aldı. başka türlüsü düşünülebilir mi? nasıl korkuyordur şimdi o kız uykuları kaçmıştır. :(

  • - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim sizi...
    - ...
    - ve ben onu çok özledim...
    - ...
    - sizin gibi renkli kocaman bakan gözleri vardı onun da... saçları sarıydı, teni beyazdı... gerçi son gördüğümde saatlerce kucağımda uyuttuğum için onu, doyamadığım için oynamaya onlarla, dağınıktı biraz saçları mesela, ama her zaman bakımlıydı...

    gülünce dişleri kocaman görünürdü, ve hiç sevmezdi bunu; çok düşkündü güzelliğine... oysa ben de tam tersine, en doğal zamanlarında, gerçekten içten güldüğü anlarda aşık olurdum ona... şimdi düşünüyorum da, hep ima etmişim, hiç söylememişim onu "çirkinken" daha çok sevdiğimi... inanmazdı muhtemelen, ama söyleseydim keşke...

    gülünce tombullaşırdı yanakları, işte tam da o anda avuçlarımın içine alırdım güzelim yüzünü; gözlerimi gözlerine dikerdim, kırpmadan bakardım ona... gözlerimiz dalarken koyu sohbete, biz susardık... sahi, ne kadar da "bir"mişiz aslında...

    gizli saklı haberleşirdik, kimselere belli etmezdik... telefonu açtığımda "naapıyosun sen bakiim" derdim çocukça, "sen yaapıyosun" derdi... havadan sudan konuşurduk, hep kaçak oynardık, ertelerdik asıl söylenmesi gerekenleri, söylemek istediklerimizi...
    bir sessizlik olurdu konuşma arasında tam yeri geldiğini belli eden... "özledim seni" derdi, "burnumda tütüyorsun" derdim... inanırdım, inanırdı...

    yanyana geldiğimizde iki yabancı gibi bakardık birbirimize... yasaktık sanki nedense... mesafeli kalırdık başka insanların yanında, heyecanla yalnız kalacağımız anı beklerdik... ilk fırsatta dokunurdu dudaklarımız... öyle ateşli öpüşmeler değil, eşsiz dokunuşlardı bizimkisi, benzeri olmayan...

    günler birktirirdim ona, anlatılması gereken hikayelerle geçen günler... hepsini anlatmaya vaktimiz olmazdı hiç, çoğunlukla onu dinlerken, onu izlerken öldürürdüm zamanı... vazgeçmek ne kolaydı, ucunda o olunca... hep anlatan ben, hep ketum oluverirdim onun yanında...
    yanıbaşında...
    ne güzeldi hep onunla olmak, yanıbaşında... nefesini kıskandıracak kadar yakınında, omuzlarımız birbirine dokunacak kadar dipdibe... parmaklarını parmaklarıma dolayabileceğim kadarlık mesafede...

    "senden de, senin sevginden de vazgeçemiyorum, ne olur sen de vazgeçme benden" demişti son defasında... vazgeçtiğimi söyleyecek cesareti toplayamamıştım ona, yapamamıştım;
    meğer ne kadar zordu sadece onun için herşeyden vazgeçmeyi göze aldığımı söyleyebilmek...
    hep yazdıklarımı, ancak yazarken anlatabildiklerimi kulağına fısıldayabilmek isterdim, yapamadım...
    "seni seviyorum" diyordu," özledim" diyordu... "eskiden olduğu gibi günün bilmemkaç saatini birlikte geçirebilmek için neler vermezdim" diyordu...
    ama sadece "geliyorum" dese yeterdi bana;
    demedi, diyemedi...

    hani siz az önce telefonla konuşurken gülümsüyordunuz, gözleriniz kısılıyordu ya, ne bileyim, ona benzettim sizi birden fena halde... ne kadar canlıymış anılarım, ne kadar tazeymiş yaralarım, ne kadar kırıkmış hayallerim meğerse...

    * * *
    - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim de sizi, dalmışım biraz... çok özür dilerim...
    - herneyse, önemli değil...
    - tekrar özür dilerim, iyi günler...

  • atatürk döneminde kurulmuş tüm cumhuriyet şirketlerini "devlet şirket sahibi olmaz" argümanı ile satıp bitiren siyasal islamcılar ın domates, biber, ucuza peynir, soğan, patates satma girişimlerine bir örnektir.