hesabın var mı? giriş yap

  • başlık: cuma namazında hoca yine tek forvet

    kadrolar açıklanmış. kendi camimizde bile böyle defansif bi anlayışla nereye kadar gideriz bilmiyorum. hoca ileride yalnız kalıyor. orta saha ve defansta gereksiz bir kalabalık var.

    namaz kılamayacak olan sakat ve cezalı hacıların eksikliği tecrübeli müftüyü sıkıntıya sokuyor. namaz öncesi mikrofonlarımıza konuşan müftü yaptığı açıklamada "eksiklere rağmen müminlerime güveniyorum. cumayı en iyi şekilde kılıp cemaatimize güzel bir namaz ile sevap veya sevaplar kazandırmak istiyoruz." şeklinde açıklamada bulundu.

  • şimdi size bir olay anlatayım karakterler ve yaşları aşağıdadır.

    aliko ; esas oğlan (çünkü benim oğlan). 2 yaşı yeni geçti.
    ılgın : esas kız 2 yaşı yeni geçti oda (arkadaşımın kızı)
    çağan : bu da arkadaşın oğlu ve üç yaşına yaklaşıyor.

    şimdi; çağan, biraz büyük olmasından mütevellit biraz sert, oyuncaklarını çok paylaşmaz özellikle ılgın 'a karşı daha bir sert. biraz da artist. bizim aliko da oyuncak konusunda sıkıntı çıkarabiliyor ama sıkıya gelince verir, başka bir oyuncağa geçer. ben diyeyim efendi siz deyin tırsak. ılgın kızımız ise bu iki erkekten sıra bulursa oynuyor garibim. biraz da sessiz mizaçlı biz kızımız.

    neyse olaya dönersek;

    ılgın ısrarla o anda kimsenin yüzüne bakmadığı bir oyuncağı aldı. ev sahibi olmanın etkisi ile çağan onu elinden aldı ve yere attı. ılgın yine aldı. çağan bu sefer de yere atınca kızımız hali ile ağladı.

    işte o zaman devreye bizim oğlan girdi ve oyuncağı çağan 'ın yanından aldığı gibi ılgın ' a verdi.

    ve o zaman işte o acı gerçekle ilk defa karşılaştı;

    ılgın kızımız oyuncağı eline alır almaz bizimkinin kafasına geçirdi ve çağan 'a gülümsedi.

    aliko, hatunların efendi adam yerine piç tercihi ile ilk defa karşılaştı. bunun son olmayacağını da zamanla öğrenecek heralde.

    üçüne de allah uzun ömür versin bu arada.

  • mendeburlardır. hatta kadını ayrı, erkeği ayrı mendeburdur. en sevdikleri şey asansörden inerken asansör kapısında durup sohbete devam etmek. tam o sırada dünyayı kurtardığından, sizin düdük gibi kapı önünde sevgili plaza insanının keyfini beklemeniz gerekir.

    domuz ötesi olurlar. her gün yüzlerini gördüğünüz insanlarla nezaketen de olsa selamlaşırsınız, sevmediğiniz komşunuzla, kapıcınızla, sokağı süpüren çöpçüyle, nihayetinde en azından yüz aşinalığı olur. plazada iyi günler diyerek asansörden inerken arkanızdan kimse ses etmez zira kendini bir sikim sanan suratsız bir insan olmak plaza insanı olmanın ilk şartıdır. çalıştığım plazada dış kapıdaki güvenlikten, tuvaleti temizleyenlere kadar herkes ismimi biliyor, hatrımı soruyor. bi bok yaptığımdan değil, sadece "günaydın" ve "kolay gelsin" diyorum. plaza insanları her daim çevresindeki insanlara selam veremeyecek kadar yoğun ve ayak işi yapanlarla muhatap olmayacak kadar kıymetli olduklarından, kimsenin hizmetlileri umursadığı yok. o yüzden hatır sorana saygı duyuyorlar.

    ciddi bir kısmı sanılandan düşük maaşlıdır ama plazada çalıştığından çevrelerindeki gelir algısı yüksektir ve bu algıyı korumak için oradan buradan kısıp kıyafete, ıvır zıvıra gereksiz harcarlar. bütün dertleri sanıldıkları kadar iyi kazanıyormuş gibi görünmektir.

    plaza insanı kapı tutmak, yol vermek gibi nezaketen yapılan hareketler için teşekkür etmez zira sen nezaketten değil, yükümlülükten yapıyorsundur. bi de zaten dünyayı kurtarıyor ya, ondan. o kadar işi arasında seninle mi muhatap olsun.

    en belirgin ayrıntıları kemer askısına takılmış manyetik kart, elinde laptopla katlar arasında koşturmak(aynı firma bir kaç kata yayılmış olabiliyor.), aşırı topuklu giymek(erkeklerde sık rastlanmıyor), ortak alanlarda sahte kahkahalar, yemek getiren elemanlara bi sebepten çatmak felan.

    insanlıklarına dair güzelliklerini bile isteye solduruyorlar, mekanik, ruhsuz, materyalist garip canlılara dönüşüyorlar. ama günahlarını almayayım, bizim plazada çok iyi plaza insanları da var, yapı kredi plaza'nın önünde takılan kedileri besliyorlar, hatta öyle besliyorlar ki, ben yemek verdiğimde önceden doyduklarından kafayı çevirip bakmıyor şerefsiz kediler. yemeğe sırtını dönüp oturan kedi olur mu, burada oluyor.

    bu da böyle bir tespitimdir.

  • 19 kardeşini gözünü kırpmadan idam ettirmesi ile bilinen bu padişahın babası üçüncü murad zamanında yapılan sünnet düğünü ise efsaneler arasındadır.

    bu sünnet düğünü 29 mayıs 1582 de başlamış, 24 temmuz 1582'de sona ererek tam 57 gün sürmüştür. binbir gece masallarını dahi gölgede bırakabilecek bir zenginlikte yapılmış, osmanlı'nın parası pulu etrafa saçılmıştır.

    bu sünnet düğününe dört bir kıtadan binlerce önemli misafir katılmış, verilen ve gönderilen hediyeler arasında vezir-i azam sinan paşa'dan üzerlerine mükellef eyerler vurulmuş 5 at, şehzadeye muhteşem elbiseler, 40 bin altın değerinde altınlar içinde inci gaşyeler vurulmuş 3 at.

    ikinci vezir siyavuş paşa'dan 20 bin altın kıymetinde muhtelif hediyeler.

    üçüncü vezir hadım mesih paşa'dan 4 at ile 15 bin altın kıymetinde çeşitli hediyeler.

    almanya imparator'undan 40 bin altın değerinde muhtelif hediyeler ve daha niceleri.

    düğün başladığında her gece insanlara 1000 ekmek verilmiş, 1000 tepsi pilav ve sığırlar koyunlar kesilerek halka dağıtılmıştır. sultanlarla beraber gelen şekerlemeler ise hakiki büyüklüğünde 9 fil 17 aslan bir o kadar pars, 22 at, 21 deve, 4 zürafa, 8 ördek, 25 şahin, 8 adet turna idi. bunların hepsi de halka dağıtıldı.

    şekerleme kervanı ile birlikte meydan çeşitli hayvanlar, maskaralar, taklitçilerle doldu. geceleri atılan fişekler istanbul göklerini gündüze çeviriyordu.

    haziranın sekizinde padişah tarafından tüm yeniçerilere, dokuzunda ise ulema sınıfına büyük ziyafetler verildi. hakiki şeklinden farksız harp oyunları ile halk çoşturuldu. dünya tarihinde emsali görülmemiş esnaf alayı geçidi yapıldı. hokkabazlar, canbazlar hünerlerini gösterdi. 14 haziran'da sipahilerin binicilik ve cirit oyunları seyredildi. nişan talimleri yapıldı.

    7 temmuz'da ise şehzade çok muhteşem bir merasimle cerrah mehmet paşa tarafından sünnet edildi. o gün halkın üzerine yüz binlerce liralık paralar saçıldı, at yarışları yapıldı.

    bu muhteşem düğün, gününden önce lale devri'ni insanlara yaşatmış, insanlar hayali bir mutlulukla karnaval gibi günler geçirmiştir. kültürel açıdan çok debdebeli geçen bu günler ise gerçekte osmanlı hazinesinin gün ve gün erimesiyle sonuçlanmıştır.

    avrupa'nın rönesansına kıyasla osmanlı'nın binbir gece masalları tarihin gerçekleri açısından oldukça sönük kalmıştır.

  • haşmet babaoğlu'nun, suriyeli sığınmacılara karşı bir çözüm yolu sunan kılıçdaroğlu'na, chp'ye, ve gezi direnişine bok attığı yazısında geçen ifadedir.

    http://www.sabah.com.tr/…5/04/25/ben-sizden-utandim

    suriye'deki savaşı körükleyen, savaşta taraf olana laf etme yok. suriyeli sığınmacılarla ilgili bir program hazırlamayanlara, onların temel ihtiyacını karşılayacak şekilde ülkede barınmalarını sağlayamayanlara laf yok. ülkeye sığınan suriyelilerin de aç olmalarını, sefil şekilde yaşamalarını sağlayanlara laf yok. 3 milyon suriyeliye ek iş yaratmadan, asgari ücretin de altında çalışmasına izin verene, bunun sonucu olarak da türkiye cumhuriyeti vatandaşları arasında işsizlik oranının yükselmesini sağlayanlara laf yok.

    suriyeli sığınmacılar, ülke için bir sorun teşkil etmekte, akp bu konuda 3 maymunu oynamaktadır. chp'nin önerisi ise, suriye'nin normalleşmesine destek vermek ve ülke normalleştikten sonra bu insanları ülkelerine göndermektir. sözleri çarpıtarak nefret kusmak da nedir?

  • bir japon tarafından icat edilmemesine rağmen japon adıyla bilinen, plastikten ahşaba ve metale kadar her şeyi onarmak veya birleştirmek için kullanılan süper yapıştırıcı. pazarlama tekniği olarak ülkemizde japonlara olan güvenden kaynaklı olarak bu isim verilmiş.

    bu yapıştırıcı ilk kez abd’li bilim insanı dr. harry w. coover tarafından bulundu. dr. coover, ikinci dünya savaşı sırasında eastman kodak firmasında kimyager olarak çalışıyordu. 1942 yılında çalışmaları silahlarda kullanılabilecek şeffaf plastik maddeler üzerineydi. bu araştırmalarında yoğunlaştığı madde siyanoakrilat olarak bilinen bir sentezdi. bulaştığı her yere kolayca yapışan bu madde o dönem işine yaramamıştı. bu nedenle bu ve benzeri maddeler üzerindeki çalışmalarını rafa kaldırdı.

    1951 yılındayken arkadaşlarıyla jet uçaklarında kullanılabilecek dayanıklı bir plastik malzeme üzerinde araştırmalar yapan coover’ın aklına yıllar önce sentezlediği siyanoakrilat yapılı maddeler geldi. havadaki nemin de etkisiyle temas ettiği her şeye yapışan bu madde maalesef bu iş için de uygun değildi. ancak coover, sentezlediği maddeyi bu defa bir kenara atmak yerine onun kuvvetli bir yapıştırıcı olarak kullanılabileceğini fark etti ve patentini aldı. böylece süper yapıştırıcı nihayet 1958'de eastman kodak tarafından piyasaya sürüldü ve "eastman # 910" olarak adlandırıldı. ancak daha sonra yeniden süper yapıştırıcı adını verdiler. eastman 910, kısa bir süre sonra loctite'a lisanslandı ve daha sonra onu biraz eskimeyen bir isim olan “loctite quick set 404” ile yeniden markalandırdı. bununla birlikte, daha sonra kendi versiyonlarını geliştirdiler ve buna "süper bağlayıcı" adını verdiler. 1970'lere gelindiğinde, eastman kodak, loctite ve permabond tüm süper yapıştırıcı satışlarının yaklaşık 3/4'ünü oluştururken, çok sayıda siyanoakrilat yapıştırıcı üreticisi ortaya çıktı.
    kaynak:
    https://tr.wikipedia.org/wiki/japon_yapıştırıcısı
    https://www.wisegeek.com/…is-cyanoacrylate-glue.htm