hesabın var mı? giriş yap

  • baba gibi babadır. kızına sahip çıkmıştır. serefsizin eline bırakmamıştır evladını. ölen genç kendi kendini öldürmüştür. adam ilgili mercilere şikayette bulunmuş. kolluk kuvvetine savcılığa başvurmuş. daha 18 yaşında 78 suç kaydı olan suç makinesini ıslah altına alamayan devletin adaletini beklese evladını kaybedecekti. belki de başka evlatlarını da.

  • hazır ortam kadın cinayetleri konusunda hassasken bunu nasıl kullanırım diye düşünen habercilerin olduğunu gösteren olay. tamam cahil toplumuz ama hiç mi ajanlı film izlemedik? direk seçim kazandıracak bir hamle lan bu. o değil de insanlar ciddi ciddi inanırlar şimdi buna.

  • oha gülmekten öldüm. olm kadınlar zaten ıslıklıyor. çatıdan çekersen öyle olur. aşağıdan duyulur mu o gürültüde ezan. seçim gidiyor diye iyi çalışıyorsunuz ama biz giren brunson vakasını unutmadık yiğidim. feministler üzerinden de tabiki muhalefet aşağılanır.

  • bugün yaptığım şey. arkadaşlar gerçekten sağolun ben de sizi seviyorum ama artık bana lütfen şurada şu gün patlama olacakmış diye mesaj atmayın. anneme de atmayın. zira sıradan bir ortadoğu ülkesinin talihsiz vatandaşları olarak artık başta turistik yerler olmak üzere her yerde patlama olabileceğini bilelim. bunun için ekstra bir istihbarat almama gerek yok. her yer tehlikeli. bugün boğaz köprüsü’nden geçerken tesadüf eseri annem aradı ve nerede olduğumu sordu..boğaz köprüsü’nde olduğumu öğrenince cinnet geçirdi çünkü bugün köprüde patlama olacakmış, onun için aramış. kadını da çıldırtmışsınız. “kim söyledi?” dedim. bilmem ne teyzenin oğlu binbaşıymış o söylemiş. o sırada önlerdeki bir araç aniden kaza yaptı ve zaten durma noktasındaki trafik o dakikadan sonra neredeyse geri geri akmaya başladı. “köprüden geçince arayım ben seni” dedim, “buradayım hoparlöre al” dedi. hayır hoparlöre aldım da..1 dakika, 5 dakika, 10 dakika..toplamda kat ettiğim mesafe 4 cm. bu gidişle bu kadın en az 1,5 saat telefonda mı kalacak? bu sorunun cevabını da biliyor mu acaba bilmem ne teyzenin oğlu binbaşı bey? bu iş böyle olmayacak dedim içimden, “oooo trafik akmaya başladı ya valla az kaldı” dedim dışımdan. böyle sanki sol şeritten yardırıyomuşum gibi şeyler söylüyorum anneme..o kadar inandırıcıyım ki annem “yavaş git” diyor. bu sırada ibre 0 (sıfır) dikkatinizi çekerim. en sonunda da ağzımla ogs taklidi yaptım “bip” diye. “duydun mu?” dedim..“ogs’den geçtim”. “oh çok şükür tamam hadi sen önüne bak oğlum” dedi kapattı. hayır ben neden takım elbise, kravat içinde çok ciddi bir görüşmeye doğru giderken ogs taklidi yapıyorum arkadaşım? bu nası bi ülke olm??

    edit: bunu yazdıktan 1 gün sonra taksim'de az önce patlama oldu (bkz: annenin her zaman haklı çıkması). hiçbirimiz güvende değiliz arkadaşlar. vasat bir ortadoğu ülkesinin vatandaşları olarak özellikle kalabalık turistik yerlerde dolaşmaktan kendinizi alıkoymanız için cebinize mesaj gelmesini beklemeyin.

  • deniz kenarında tatil yapma, deniz manzarasına bakma veya denize bakıp huzur bulma fikrinin son birkaç yüzyılda çıkmış olması.

    edit: birileri deniz-nehir farkını bilmeden kendince ayar vermeye çalışmış. bu yazıda nehirlerden değil denizden bahsediyor. nehirler tarih boyunca tarımsal sulamada kullanıldığı ve içme suyu sağladığı için için zaten kutsal bir yere sahipti. denizlerle nehirler aynı şey değil. daha en basit coğrafya bilmeden ve okuduğunuzu anlamadan başkalarına ayar vermeye çalışmayın.

    100-150 yıl öncesine kadar yazılmış neredeyse hiçbir eserde ve anlatılmış hiçbir hikayede denizden "huzur veren" bir şey olarak bahsedilmez ve deniz manzarası neredeyse hiç övülmez. genelde insanlar için deniz 2 anlam ifade etmiştir. ya ticaret ürünlerinin ve su ürünü yiyeceklerin geldiği bir kaynak ya da düşman askerlerin, işgalcilerin, korsanların, sellerin ve tsunamilerin geldiği felaketler kaynağı.

    tarih boyunca insanlar denizi iyilik veya kötülüklerin geldiği tanrısal bir kaynak olarak görmüşler ama hiçbir zaman huzur veren bir manzara veya tatil yapılacak bir şey olarak görmemişler. aynı zamanda deniz kenarındaki araziler tuzlu olduğu için fazla verim vermediğinden köylüler deniz kenarında yaşamayı tercih etmemişler. tarih boyunca krallar ve padişahlar sevmedikleri şahısları ceza olarak hep deniz kenarlarına veya adalara sürgün etmişler.

    mesela robinson crusoe ıssız adaya düştüğünde hikaye boyunca hiç deniz manzarasına hayranlıkla bakıp huzur bulmaz. 2 yıl okul tatili kitabında çocuklar hiçbir zaman deniz manzarasının güzelliğinden bahsetmez. ıssız adalarda geçen hikayelerde bile deniz ya felaket kaynağı ya da kurtuluşun geldiği yerdir ama hiçbir zaman manzarasına bakılıp da huzur duyulan bir şey değildir. eski mısır yazıtlarında nil nehrinden bir bereket kaynağı olarak bahsedilir ama akdeniz'den hiç övgüyle bahsedilmez. antik yunan yazılarında dağlar taşlar bile övülür ama denizin verdiği huzurdan hiç bahsedilmez. eski şiirlerde, ilahilerde ve kutsal metinlerde hiç denizin huzur verdiğinden bahsedilmez.

    1800'lerden sonra avrupa ve amerika'da zengin kesim deniz kenarlarında arazi satın alıp buralara yazlık villalar ve tatil köyleri kurmaya başlayınca deniz manzaraları kıymete binmeye başlamış. eğlence için plaja gitme kavramı da bundan sonra başlayan bir şey.

    kaynak soran olmus.

    https://www.smithsonianmag.com/…al-place-180959538/

    https://www.washingtonpost.com/…going-to-the-beach/

    https://dailyhistory.org/…ory_of_going_to_the_beach

    https://www.theatlantic.com/…r-of-the-beach/279175/