hesabın var mı? giriş yap

  • açılın! bunu bizzat tecrübe etmiş biri var karşınızda! yalnız gönderen baba değilim, gönderilen torunum ben.

    derslerim hep iyiydi, okumayı deli gibi seviyordum, öğretmenlerin favori öğrencisiydim her sınıfta, ama baba mesleği şoförlüğe, tamirciliğe de çok meraklıydım. babam da gurur duyardı, kendisi okumadığı için benim okumamı çok istiyordu. karnelerimle dayımlara, amcamlara nispet yapıyordu. her karnede de ödüllendirirdi beni.
    mesela 1. sınıfta bisiklet almıştı. 4. sınıfta atari, 5 sınıfa geçtiğimde de 5 milyon vermişti ki o zamanlar o paraya 2 çeyrek altın oluyordu. ama işte babam o son hediyesinden 2-3 hafta sonra aramızdan ayrıldı.

    sonraki sene dedem ve amcam ortak kararla beni bir ustanın yanına verdiler. oto elektrik ustası. "zanaat öğren, bir yandan da sanat okuluna (meslek lisesi) gidersin çekirdekten yetişmiş diplomalı usta olursun." dediler. sanırım babam sağ olsaydı asla izin vermezdi buna. o, usta falan değil öğretmen, doktor, mühendis olmamı istiyordu.

    neyse işe başladım. çok da hevesle başladım, 11 yaşımda 3-4 km yol yürüyordum dükkana. sabah 8:30'dan akşam 7-8'e kadar çalışıyordum. aldığım para da sabahları kahvaltı için iki dilim kürt böreği almaya yetiyordu.

    yoldan araba gelirdi, kaputuna dokunduğunda bile elin yanardı, hele elin yanlışlıkla motora değerse bildiğin kabarırdı orası. yağ, kir, pas... bunlar gene neyse de, sürekli azar, sürekli fırça...

    usta takım bırakır arabada, senden sorar. havyayi kablo önüne koyar, kablo yanar, senden sorar, kalfa falan her türlü yavşaklığı yapar. çıkmak istiyorum, dedemler izin verniyor, zorla gönderdiler. yeminle o yaşta ihtiyarladım.

    orada okumanın kıymetini öyle bir anladım ki hala okuyorum. :)

    ha günümüz şartlarında okumayan hatta çok çok iyi okumayan çocuğu zorla okutup, dandik üniversitelere göndermek yerine, düzgün bir ustanın yanına verip meslek öğrenmesini sağlamak daha iyi. üniversite mezunlari şu ana asgarî ücrete iş bulsa şükrediyor, böyle dandik bir ülke oldu burası.

    ustaligin yanında çocuk bir de yabancı dil öğrenirse gönder kanada, avustralya, yeni zelanda gibi kalifiye eleman arayan ülkelere, çocuğun hayatı kurtulur.

  • kendisini bir kenara koymuş, başkalarının görüşlerini önemseyen, "hayır" diyemeyen, içinde koca koca ukteler biriktiren insandır.

  • edip cansever'in siiri..

    adam yaşama sevinci içinde
    masaya anahtarlarını koydu
    bakır kaseye çiçekleri koydu
    sütünü yumurtasını koydu
    pencereden gelen ışığı koydu
    bisiklet sesini çıkrık sesini
    ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
    adam masaya
    aklında olup bitenleri koydu
    ne yapmak istiyordu hayatta
    işte onu koydu
    üç ker üç dokuz ederdi
    adam koydu masaya dokuzu
    pencere yanındaydı gökyüzü yanında
    uzandı masaya sonsuzu koydu
    bir bira içmek istiyordu kaç gündür
    masaya biranın dökülüşünü koydu
    uykusunu koydu uyanıklığını koydu
    tokluğunu açlığını koydu.

    masa da masaymış ha
    bana mısın demedi bu kadar yüke
    bir iki sallandu durdu
    adam ha babam koyuyordu.

  • zenginleşmediler 10 bin doları varsa yine 10 bin doları var.türk lirası değer kaybetti.dolar yükselmiyor yaratılan en büyük aldatmaca bu zaten.böyle bir algı oluşunca suçu dolara atabiliyorsun ne güzel değil mi ?

  • sana ne yarram isterse mayoyla gezer diye cevaplanabilecek trol tespiti. bakın yüz yıl etkili koymuş atam üretim hala devam ediyor

  • -başbakanım ne tarafa yatırıyorsunuz?
    +sağa. soldan ne zaman hayır gelmiş ki? bu arada kemal bey de istifa etsin.

  • öncelikle, içtiğim suya bile xanax atacak vaziyette geçirdiğim ve işe gitmeyip sıkıntıdan çatladığım bi' günü bu kadar eğlenceli hâle getirdiğiniz için hepinize teşekkür ederim.

    ***

    balrog hakkında inanılmaz kısıtlı bi' bilgiye sahibiz. balrog'un en büyük silahı gizemi. kanatları var mı bilmiyoruz. kitaptaki tasvirlerinde iki küçük kanattan bahsedilir. ama bu onları sarıp sarmalayan gölge midir bilinmez. kendileri hakkında kesin olarak bilinen tek şey büyü kullanarak silah yapabiliyor olmaları. onun dışında ne görüntüleri ne de diğer güçleri hakkında tam bi' bilgiye vakıf değiliz.

    melkor'un süslü tacının kafasından çıkarılıp boynuna tasma diye takılmasıyla son bulan war of wrath'da birçok balrog öldürülmüştü. bu yüzden sayılarının çok az olduğunu tahmin ediyoruz. biz kim miyiz? orta dünya lobisi. ayrıca bu balrog'lar beleriand savaşları'nda elfler tarafından neredeyse tamamen yok edilmişler, noldor'un destansı zaferi şarkılarda anlatılır.

    balrog'ların lordu gothmog şüphesiz ki en güçlü balrog'tur ve aynı zamanda adını bildiğimiz tek balrog'dur. ve onu da bi' elf olan gondolinli ecthelion öldürmüştür. yani neymiş balrog'lar elfler tarafından öldürülmüş. bunu aklımızda tutalım.

    ayrıca balrog'u khazad-dum köprüsünde gandalf the grey'in de yendiğini biliyoruz.

    smaug'sa üçüncü çağın en büyük ejderhasıdır. kızıl alevlidir, demir pullarla kaplı bi' zırhı ve çok büyük kanatları vardır. kendisi inanılmaz zeki ve alaycı bi' ejderhadır ve altın düşkünlüğüyle bilinir. kendisi tembeldir. ellenmese sonsuza kadar dağaltı krallığı'nda hazinesiyle birlikte yaşar giderdi.

    smaug beş ordunun; elf'ler, cüce'ler, insanlar, goblin'ler ve ork'lar; birbirine düşmesine sebep olan erebor hazinesinin üzerinde iki yüz yıl boyunca fosur fosur uyumuştur. kimse de gelip hadi kalk yerine yat diyememiştir.

    eğer yüzük olmasa, bilbo karnındaki o zayıf noktayı fark etmese, ardıç kuşu o zayıflığı okçu bard'a söylemese, bard kara ok'la smaug'u o zayıf noktadan vuramasa rüyanızda yenerdiniz smaug'u. kusura bakmayın, smaug'u yedirmeyiz.

    yani özetle balrog dediğimiz yaratıkların iki elf ve bi' büyücü tarafından teke tek dövüşte yenildiğiniz biliyoruz. ejderhayla teke tek dövüşmek ne demek? cüce ordusu, insan ordusu, elf ordusu birleşip yine de smaug'a saldırmaya cesaret edememiştir.

    ***

    ben oyumu "i am fire, i am death" diyen smaug'tan yana kullanıyorum.

    edit: https://www.youtube.com/watch?v=1qotylkauqa

  • dünyanın en iyi son vuruşçularından biri, 90+3 kaleci ile karşı karşıya takımını o kadar önemsiyor ki şampiyonlar ligi kariyerine bir gol daha yazmaktansa takımının galibiyetini garantilemek için vurmayıp pas veriyor, takım arkadaşı boş kaleye golü atıyor ve galibiyet geliyor.

    şu pozisyonda kerem, barış, yunus kimi getirirsen getir kaleye vururdu ve %90 kaçırırdı. umarım dünya yıldızı olabilmenin, orada o pası verebilmek olduğunu anlayacak zekaya sahiptirler ve kendilerine örnek olur.

  • - bir de çekirdek alayım.
    - tabii. (horş şorş)
    - açık çekirdek olmasın ama. tadım yok mu?
    - tadım yok abi.
    - hiç mi yok?
    - hiç tadım yok abi.
    - hayırdır? ekonomik krizden mi?
    - yok abi, hep böyle. hiç tadım olmadı ki şimdiye kadar.
    - kız meselesi mi?
    - nerden bildin be abi? evet, öyle. ömrümü verdim, o hala mal da mülkte.
    - gözlerinden belli. leblebisi var mı peki tadımın?
    - o da yok abi. açık var. zaten leblebi çerez değildir ki abi.
    - olur mu? birayla iyi gidiyor.
    - hayırdır abi bir derdin mi var? bira mira?
    - öyle.. herkesin bir derdi var. tamam açık olsun. 200 gram.
    - leblebilerimiz güzeldir abi. çifte kavrulmuş.
    - tadımınkiler kaçta kavrulmuş biliyor musun?
    - bilmiyorum abi. dedim ya hiç tadım olmadı burada.
    - peki ilerde olacak mı?
    - allah bilir abi.
    - allah distribütörlüğe mi başlamış, ne diye onu karıştırıyorsun?
    - karıştırmıyorum abi. nasıl karıştırayım ki hem. sadece leblebi istedin.
    - doğru sen de haklısın.
    - leblebiyle lebleyi elbette karıştıracağım abi. tek denemede 200 gramı tutturamayabilirim.
    - kaç yıllık leblebicisin?
    - leblebici değilim abi, kuruyemişçiyim.
    - kaç yıllık kuruyemişçisin peki?
    - 40 yıllık kuruyemişçiyim.
    - peki böyle muhabbet gördün mü?
    - görmedim.
    - son
    - evet katılıyorum.
    - credits.

    kendimden full performans verim alamıyorum, çok iyi değilim, sakinim, durgunum, birazcık da yorgunum anlamında bir deyiş.

  • hepsi için geçerli olmamakla birlikte genelde parlak renklidirler, cart sarı, cart kırmızı gibi... burada "doğa bize kıyak geçiyor" gibi düşünülebilir, tehlikeli şeyler genelde parlak renkli, dikkat çekici olurlar. bunu bilmiyorsan, bir an önce elenir, doğal seleksiyona kurban gidersin, biliyorsan, bu sefer hayatta kalma şansını arttırır. zehirsiz olanların genelde beyaz, bej, kahverengi gibi basit renklerde, kirli görünümlü, albeniden uzak olduğunu unutmayın. (buradan hayat dersi çıkarak olanlar olabilir, doğrudur, kassan çıkar.)

    yine, yüzde yüz denemese de, çoğu için geçerli bir kural vardır: parmaklarınızla kuvvetlice bastırın, bastırdığınız yerler koyu mavi/mor/siyah bir renk alıyorsa kesinlikle zehirlidir. ama bazıları, renk bırakmadığı halde de zehirli olabilir, o yüzden kesin çalışan bir metod diyemiyoruz. siz iyisi mi bu rengi bırakan mantarı paşa paşa yerine bırakın, ama renk vermeyenine de dikkat edin.

    üçüncü yol da, etrafınızda keçi, koyun gibi hayvanlar varsa onları izlemektir. zehirli olanları yiyenler ölüp doğal seleksiyona kurban gittiğinden, yetişkin hayvanlar genelde zehirli ile zehirsizi ayırt etmeyi öğrenmişlerdir. lakin, bazı hayvanların sindirim sisteminde sorun yaratmayan bazı mantarların, insanın sindirim sistemindeki enzim farklılığı sebebiyle sorun yaratabileceğini unutmayın.

    kısaca "garantili" bir yol yok, ama bu metodların hepsi biraraya geldiğinde, zehirlenme riskini ciddi oranda düşürür. yemezseniz açlıktan ölecekseniz, bu metodlar işe yarayabilir.

    edit: bu entry sayesinde şu pisa testi mevzuunda ifade edilen "okuduğunu anlama" kriterinde türkiye'nin aşırı düşük skorlar elde etmesinin örneklerini bire bir yaşadım. 1- entry "hepsi için geçerli olmamakla birlikte" diye başlıyor, baştan uyarısını koyuyor, 2- şair burada parlak renkli mantarların hemen hepsinin zehirli olduğunu, zehirsiz olanların genelde daha sade renkli olduğunu söylüyor. ama "parlak renkli değilse zehirsizdir" diyor mu? hayır! "parlak renkliyse en azından onu yeme" diyor. 3- parmağını bastırdığında koyu renk çıkıyorsa kesin zehirlidir diyor. "iz çıkmazsa zehirsizdir, ye gitsin" diyor mu? yine hayır! 4- buna rağmen üşenmeyip "renk veriyorsa bırakın, ama renk vermiyorsa da dikkatli olun" demiş mi şair. demiş. hatta üşenmemiş "kesin çalışan bir metod diyemiyoruz" da demiş. 5- üçüncü bir yöntem olarak "hayvanların yiyip yemediğini kontrol edebilirsin" demiş, fakaaat yine uyarıyı koymuş şair "insanla hayvanların sindirim sistemindeki enzimler farklı" diye. bakın bu üçüncü uyarı etti! 6- bitti mi, bitmedi. dördüncü uyarı olarak şair yüzde yüz garantili bir yolun olmadığını entry'yi bitirirken tekrar belirtmiş ki hatırlatma olsun. 7- ve nihayet, bunların ancak yemezseniz açlıktan ölme riskiniz varsa (ölüm riski diyorum bakın) zehirlenerek ölme riskinizi düşürmek için uygulamanızı önermiş. "al böyle kafana göre topla sepete ye" dememiş. hâlâ bunu anlayamıyorsanız size ancak "yuh" diyebiliyorum.

    bu kadar uyarıya, ancak açlıktan ölecekseniz bunlara bakın dememe ve entry'de "şöyle değilse zehirsizdir" gibi tek bir ifade bulunmamasına rağmen bu metni okuyup "bunlar garantili yöntemler değil yaa, yine de zehirli olabilir" diye mesaj atacak kadar captain obvious'sanız size bir haberim var, muhtemelen o pisa testi'nde türkiye'nin skorunu düşüren tiplerden biri de sizsiniz ve dört kez uyarıldığınız bir metni bile doğru şekilde anlayamıyorsanız zaten muhtemelen hayatınızın bir noktasında x konudaki uyarıları algılayamadığınız için zor bir durumla karşılaşacaksınız. mantardan bağımsız, olay sizinle ilgili yani.

  • donut'un dünyanın en dandik tatlılarından biri olmasındandır.

    asya ve avrupa kıtaları arasında köprü konumunda olan güzel ülkemiz gerek sütlü, gerekse şerbetli tatlılar açısından zengin yataklara sahiptir.

    böyle bir ülkede amerika'nın donutuna kim bakar?

    go hom yankis