hesabın var mı? giriş yap

  • mesele, öğretmenliğin kötü-akademisyenliğin iyi olmasından kaynaklanmıyor. nevi farklı. farkını bilerek söylese amenna ama ikisinin de aynı iş zannedilmesi acı.

    bu fark olmasa, çırağa marangozluk öğreten adama da usta değil öğretmen demek lazım. aynı sektör şartı mı var? o hâlde hemşirenin işi de hasta, cerrahın işi de hasta. neden ikisine de hekim denmiyor sizce? işte bu fark tam da böyle bir şey. bu sorunun cevabını bulduğunuzda, başlıktaki tespitin de cevabını öğrenmiş olacaksınız.

    herhangi bir bölümden lisans düzeyinde mezun olup pedagoji eğitimi alıyorsun. ilköğretim ve lise düzeyinde ders verme yetkinliğine sahipsin ve unvanın "öğretmen" oluyor. gerçi devlete atanamayanlara da öğretmen demiyorlar ya artık, o başka bir saçmalık.

    bu eğitimin üzerine minimum sürelerden hesaplarsak 2 yıl master, 4 yıl doktora yapıyorsun. ve artık üniversite düzeyinde ders verme, metodoloji bilerek bilimsel araştırma yapma, en önemlisi yeni bilimsel içerikler üretme kabiliyetine sahip oluyorsun. bunun adı da akademisyenlik. ve emin olun hiç de öyle üniversite okumaya benzemiyor bu iş.

    şimdi bu ikisi aynı şey mi?

    yani iki meslek arasında gerek muhteva gerekse pratikte dağlar kadar fark var. her ikisinin de işi yalnızca "öğretmek" değil. en büyük yanılgı burada başlıyor. biz lisede, onlar üniversitede ders veriyor gibisinden basit bir düzeye indirgeniyor olay. tam tersine akademisyenlerin ilk görevi bilimsel içerik üretmek. araştırmak, sorgulamak, keşfetmek ve en son bunları aktarmak yani öğretmek.

    ayrıca akademisyenlik, spesifik bir alanda uzmanlık gerektiriyor. örneğin; türk dili ve edebiyatı mezunu bir öğretmenin bu anabilim dalının geneline hâkim olması gerekir. bu hakimiyet bilimsel veri üretecek düzeyde değil, yalnızca belirli bir zümreye aktaracak-öğretecek düzeydedir. yüksek lisans yaptığında, bu alanın içindeki özel bir bilim dalına da hâkim olur ve bu konuda içerik üretme kabiliyetine erişir. türk dili ve edebiyatı: eski türk edebiyatı gibi. yani çember daralır. doktora ise başlı başına bilimsel bir yeterlilik düzeyidir ki bana göre on üniversite diploması eder. bu sürecin sonunda kişi; evrensel değerlere uygun araştırma yapmayı, içerik üretip hakemli dergilerde yayımlamayı, özgün çalışmalar ortaya koymayı ve bunları akademik mecralarda aktarmayı öğrenir. bir bilim dalının belirli bir kısmına tam anlamıyla hakimiyet kurar. ki biz bunu; "yeryüzündeki hiç kimse, o işi senden daha iyi bilemeyecek düzeye ulaşmak" olarak tanımlıyoruz. türk dili ve edebiyatı: eski türk edebiyatı: ıv. yüzyıl türk edebiyatında manzum eserler gibi.

    işte böyle azizim. bilmeyen insanlar da en azından öğrenmiş oldular aradaki farkı. umarım, meselenin de yalnızca klasmanlar arası öğretme farkı olmadığını idrak etmişlerdir. bu yüzdendir ki nadir sayıda olan doktoralı öğretmenlere farklı bir saygı duyuyorum. ne kadar izah etsek de yaşamadan anlaşılması güç olan işler bunlar. yap-gör tekniğinde işliyor maalesef bazı mesleklerin itibarı. imkanların kısıtlı olduğu dönemlerde akademiye kapak atmış ve araştırma-geliştirme işini bırakmış dinozor hocalara bakılarak itibar biçiliyor akademisyenliğe. işin daha vahim kısmı, bu konudaki en büyük darbeyi de -sözde- eğitimli kişiler vuruyor. akademisyenliğin öğretmenlikle aynı şey olduğunu düşünen insanlara özellikle bir tavsiyem var:

    yüksek lisans ve doktora şöyle dursun, branşınızda kendinizi yetkin gördüğünüz herhangi bir konuda makale yazın. (tabi önce bir fikriniz ve tesbitinizin olması gerekiyor. sonra kaynak taraması nasıl yapılır, bilimsel makale nasıl yazılır, nasıl yayımlanır öğrenmek gerekiyor.) sscı indeksinde taranan hakemli dergilerden birine gönderin. ve deyin ki "ben x branştan mezun oldum ve şu işi yapıyorum." cevap gelir mi bilmem ama gelirse, size dönüt olarak verilecek cevaplar/düzeltmeler emin olun "ben bu bölümü bitirdim mi yahu" tarzında bir tepki vermenize sebep olabilir. işte akademisyenlik böyle bir üst ligdir. işin içinde olmadan kıyaslama yapmak, gol kaçıran topçulara televizyon başından verilen tepkilerden farksızdır.

    sgn : bu tartışmanın sadece türkiye'de olduğunu zanneden zevat için feyzalabilecekleri muazzam bir kaynak : academic and professional ıdentities in higher education

  • ön edit: debe ve güzel mesajlarınız için teşekkür ederim. en sevdiğim grup hakkında yazdığım bir entry ile debeye girmekten gurur duydum. sağ olun, var olun...
    _______________________________________

    17 yıl önce bugün.

    öncesinde, grup ölüm kalım savaşı veriyordu. basçıları jason newsted gruptan ayrılmış, bunun üzerine grup içi (özellikle lars ve james arasında) tartışmalar ciddi boyut kazanmıştı. james hetfield'ın tekrar alkol sorunu yaşayıp uzun bir rehabilitasyon sürecine girmesi, yeni albüm hazırlıklarını da bir süre askıya almalarına sebep olmuştu.

    "grup dağılacak mı?" dedikoduları etrafta dolaşırken, james aylar sonra alkol sorununu aşmış bir şekilde çıkagelmiş ve grup albüm kayıtları için start vermişti. stüdyo kayıtlarında bas gitarı aynı zamanda yapımcıları olan bob rock çalmıştır. (ki kendisi sonradan gruba dahil olma arzusunu açıkça dile getirecektir. ama grup üyeleri bu fikre hiç de sıcak bakmayacaklardır.)

    kayıtlar tamamlanır. albüm piyasaya sürülmeye hazırdır. tek eksik olan, yeni bir basçı bulmak... birçok aday denenir ve nihayetinde, tarzıyla gruba yeni bir hava katacağını düşündükleri, oldukça da yetenekli buldukları robert trujillo gruba dahil olur. kendisi ayrıca ozzy osbourne'un da basçılığını yapmıştır.

    albümün çıkışı yaklaşırken grup bir telefon alır. kendileri için mtv icon programı düşünülmüştür. birçok ünlü isim ve grup sahneye çıkıp metallica şarkıları çalacaktır grubu onore etmek için. (limp bizkit ve korn performansları oldukça iyidir bu programda.) programın sonlarında ise metallica sahneye çıkıp tabiri caizse "döktürecektir". bu hem yeni basçılarını tanıtmak hem de yeni albümlerinin reklamını yapmak için bulunmaz bir fırsattır.

    ve 17 yıl önce bugün, st anger albümü piyasaya çıkar.

    metallica'nın süregelen tarzından oldukça uzaktır bu albüm. modern müziğe ayak uydurma amacıyla şarkılarda solo bile bulundurmamışlardır. davul ritimleri ve gitar riff'leri de önceki albümlerine göre oldukça sıradışıdır ve kişisel yorumum, kulak tırmalayıcıdır.

    nitekim, albüm birçokları tarafından beğenilmez. daha öncesinde internetten indirdikleri müzikleri sebebiyle insanlara ve napster'a açmış olduğu dava yüzünden birçok hayranının tepkisine yol açmış ve kimisini de kaybetmiş grup, üstüne bir de iyi bir albümle dönememiştir. bütün bunlara rağmen hiç de azımsanmayacak bir satış rakamına ulaşabilmişlerdir.

    evet, bu albüm (kendilerinin de itiraf ettiği üzere) metallica'nın en kötü albümü. ama bir yerde, metallica'nın en önemli albümüdür. kendilerini uçurumdan kurtarmış ve bambaşka bir başlangıca hazırlamıştır. yani bir nevi "iyileşme süreci albümü" diyebiliriz buna.

    ayrıca böyle bir fiyaskonun, seneler sonra gelecek death magnetic albümlerinin efsanevi olmasında da payı büyüktür.

    metallica'nın o dönemlerinin anlatıldığı güzel bir belgesel olan metallica some kind of monster'ı izlemenizi de ayrıca tavsiye ederim.

  • kanım çekildi. ne biçim bir cografya bu amk. bir gerizekalı da modern silahla öldürülünce savaş, bogaz kesilince vahşet mi olucak demiş. sen silahla mı yoksa sikilerek mi ölmek istersin söle bakalım bi.

  • --- spoiler ---

    (nükleer enerji üretimi sonrası atıklardan bahsediyor)

    - derdiniz atıklarsa afrika orada? veririz üç beş kuruşu oraya göndeririz.

    --- spoiler ---

    yani ne diyebilirim, ne dersem bu korku filmini tam olarak izah edebilir gerçekten bilmiyorum. benim kelime dağarcığımın bittiği bir nokta burası. kan donması nasıl oluyormuş bu lafın sonunda anladım...