hesabın var mı? giriş yap

  • tatilya projesinde yer almış olan adamın konuşmasını izlemiştim. tatilyanın neden battığını hatırladığım kadarıyla şöyle açıkladı:

    + türk ailesi çocukları için hiç bir şey yapmaz. tatilya projesi amerikan aile yapısına göre tasarlandı, her çocuk için iki yetişkinin de geleceği düşünüldü, neredeyse şehir dışına yapılması da sorun olmayacaktı çünkü aile taa beylikdüzüne kadar gitmeye çekinmeyecekti.

    oysa anladık ki türk ailesi çocuğu için o kadar uzağa gitmez. türk ailesi alış veriş merkezine kendi ihtiyacı için gider çocuğunu da avm'deki ufak oyun parklarına bırakır, kendi ihtiyacı yoksa sadece çocuğu için gitmez.

  • ayni amcamiz yaz vakti konya merkez'de askili t-shirt le yürüyen ayni kizimizin suratina 'tu ahlaksiz, sizin yüzünüzden ahlak-ar-namus kalmadi' diye tükürecektir.

  • 1995 yılı boyunca başıma gelen ilginç olay.

    debe edit:

    nadir hastalıklara sahip çocuklarımız için çok büyük bir iyilik yapmış olacaksınız.

    kampanyamız dün başladı. çığ gibi büyüyerek fakülte ve hastane yönetiminin politik nedenlerden dolayı aldığı karara geri adım attırmak istiyoruz.

    buradan imzalayabilirsiniz.

  • evlere kargo hizmeti yapmamakta kendileri. gidiyorsun eğer müsaitlerse şubeden alıyorsun.

  • anlatacağım olayların başlangıcı 1993 yılına dayanıyor. kızımın babasıyla evliyim o zamanlar ve evlilik kötü gidiyor ayrılmanın eşiğine gelip, evliliğe bir şans daha vermişiz ama o şansı pek de iyi kullanamıyor eşim. bir gece yattım ve bir rüya gördüm.
    rüyamda ben iki tane hintli gibi beyazlar giymiş adamın arasındayım. adamların ağzı açılmıyor ama ben söylediklerini duyuyorum. yemyeşil bir vadinin ortasındayız ama yeşilin güzelliği inanılmaz, ilerde bir grup genç insan var uçuk renkli pembeli- eflatunlu- mavili uçuşan kıyafetler var üzerlerinde. hintli gibi adamlar bana o grubun öğretmeni olduğumu söylüyorlar, şaşırıp soruyorum "ne öğreteceğim onlara?" diye. diyorlarki, " anlatsınlar dinle, fikir ver, yeterli bu kadarı" sonra o grubun içinde ve çok mutlu yürüyorum , hep birlikte gidip geliyoruz o vadide. dönerken beni getiren adamların arasında o'nu görüyorum. aman tanrım "o" gelmiş diye başlıyorum koşmaya , böyle filmlerdeki ağır çekim koşmalar gibi o da bana doğru koşuyor ve kucaklaşıyoruz. sarılıyorum büyük bir özlem ve hasret var aramızda. tenini, kokusunu, sıcaklığını hissediyorum. hiç bir tensellik yok sadece çok iyi bildiğim ve hasret kaldığım birine özlemle sarılma. kokusunu çekiyorum içime ve diyorumki;

    - "nerede kaldın, hep seni bekledim."
    o da cevap veriyor ama yine sessiz ve ben duyuyorum,

    -" görevim ancak bitti, ancak gelebildim."

    birden uyanıyorum, o kadar eminimki yanımda onun yattığından, dönüp bakıyorum yanıma, aaa başka bir adam var. hani" ah belinda diye bir film vardı müjde ar'lı filan o film gibiyim. bu adam da kim , öylesine yabancı, öylesine tanımadık bir adam. bu adam doğruysa ben yanlış yerdeyim diye panik halindeyim. bu duygu ve nerede olduğumu, gördüğümün rüya olduğunu algılamam ne kadar sürdü hatırlamıyorum şimdi, ama gerçek bir üzüntüydü yaşadığım. kendime gelemedim birkaç gün. sonraki günlerde ise hep "o" bir yerlerden çıkıp gelecek diye bekledim. yolda yürürken, otobüste giderken biri omuzuma dokunacak diye bekledim durdum. göremedim ama...
    evliliğim yürümedi ve uzatmalarda işe yaramadı, ayrıldık. sonra ben yurtışına görevli gittim 5 sene kadar, döndüm. istanbul'a yerleştim. görev gereği seyahatler yapıyorum, ankara-istanbul gidip geliyorum. ve yalnızım, yani hayatımda birisi yok. ayrılalı yedi yıl olmuş ve birgün artık birisi olmalı diye düşündüm. benim için doğru bir adam olmalı, bekar olmalı ve istanbul'da yaşıyor olmalı diye bir talepte bulundum içsel olarak. aynı hafta ankara'ya gittim yine ve bir arkadaşım beni kenara çekerek eşinin bir arkadaşından bahsetti. onların evine gelmiş o haftasonu, yalnız bir adammış, istanbul'da yaşıyormuş, bu da benden bahsetmiş adam telefonunu vermesini söyleyip, eğer istersem görüşmek istemiş. biraz düşüneyim dedim ama heyecanlandım. içimde bir sevinç oldu ve bu benim için önemli bir işarettir. iç sesim daima doğruyu söyler. neyse birkaç saat sonra tamam dedim, arasın beni. adam aradı, sesini duyunca da heyecanım arttı. tamam dedim, istanbul'a döndüğümde görüşelim. dönene kadar hergün telefonla konuşuyoruz, adam beni istanbul'da karşılamak istedi. tamam dedim ve otobüsle gelene kadar heyecandan yerimde zor oturdum. terminale geldik, ataşehir'e, saat sabahın beşi, beş altı erkek var arabalarının başında bekleyen. şöyle bir baktım ve beni karşılayacak olanı gördüm. doğruca ona doğru yürüdüm ve ben elimi uzatmışken o sarıldı ve şöyle söylediğini duydum;

    -"nerede kaldın, hep seni bekledim"
    ve ben de ona şu cevabı verdim,

    -"görevim ancak bitti, ancak gelebildim"

    kokusunu , tenini, sıcaklığını hiç unutmadığım adam tam yedi yıl sonra gelmişti karşıma.
    ve evrene verdiğim talepteki gibi istanbul'da yaşıyordu, bekardı, ve benim için doğru adamdı....

    edit: hikayenin sonu eksik kalmış, sonra ne oldu ? diye soranlar için gelsin. o adamla 11 yıldır birlikteyiz.

    edit: efendim merak edenler için yazayim, biz hala beraberiz :)

  • merhaba, ben vedat milor.

    gurme değilim ama yazdığım ve çizdiğim hemen her şey yemek ve yemeğin şarapla olan uyumuyla ilgili. ama takip edenlerin de bildiği üzere, bunlarla da sınırlı değil; elimden geldiğince ve bilgim el verdiğince, konulara sosyolojik ve iktisadi açılardan bakıp, daha genel bir tablo çizmeye ve neden sonuç ilişkilerini de ortaya koymaya çalışıyorum.

    tv’deki programım sona erince sosyal medyaya daha çok zaman ayırma şansım oldu. birçok takipçim ile artık düzenli etkileşime girebiliyoruz. ekşi sözlük’ten de böyle bir etkinlik için davet gelince açıkçası heyecan duydum. ister şekeri bol, isterse de acılı veya asiditesi yüksek olsun, sorularınızı cevaplamayı dört gözle bekliyorum.

    kanıt

    edit: sorular için çok teşekkür ederim. her soruyu cevaplayamadığım için kusuruma bakmayın. ekşi sözlük gerçekten değerli bir topluluk. inanın bana birçok gazetecinin röportajda sorduğundan daha derin ve ilginç sorular sordunuz. yakında tekrar bir arada olmak dileğiyle...

    sorularınıza verilmiş yanıtları görmek için şu bağlantıyı kullanabilirsiniz: (bkz: merhaba ben vedat milor sorularınızı cevaplıyorum/@vedat milor)

    not: soru cevap etkinliğini mobil ve web tarayıcınızdan takip edebilirsiniz.

  • doğru olduğunu düşündüğüm bir iddiadır. aynı durum donanımlı kadın versiyonu için de geçerlidir. geçen günlerde yetkinreport'ta orta sınıflarla ilgili bir makaleye denk geldim.

    birtakım kalıpların bizi sınırlandırarak düşündürdüğünü deneyimlediğim bir yazı oldu. kendi adıma dar bir kalıba sahip olduğumu düşündüm. çünkü bugüne kadar orta sınıf dendiğinde aklıma gelen hep kendi sosyal çevrem olmuştu. halbuki bu biraz eski bir tanımdı. özellikle özal sonrası, daha doğrusu 12 eylül sonrası, dönemde orta sınıf kavramsal olarak ikili bir yapı kazandı.

    bu makale de ona değindi aslında. orta sınıfın ikili bir yapısı özellikle anap ve akp iktidarları sürecinde bir kesinlik kazandı. 70'li yılların geleneksel refleksleriyle akla gelen üst düzey memur, bürokrat, avukat gibi kariyer mesleklerin çağrıştırdığı orta sınıf ile daha düz memur diyebileceğimiz ailelerden oluşan kesim bu yapıların ilkidir. hatta tanzimat döneminden başlatacak olursak 200 yıllık türk modernleşme hareketinin taşıyıcısı da bu sınıftır. ankara'da çankaya, istanbul'da ise kadıköy, beşiktaş, bakırköy gibi merkezlerde yaşarlar.

    ikinci kesim ise refah yaratma kabiliyeti görece daha dar olan, kasabalardan şehre göç etmiş ikinci nesil ile beraber iktisadî kaynaklara erişiminde artış yaşanan, bir kısmı yerleşik istanbul sermayesinin taşrada bayiliğini üstlenerek bir diğer kısmıysa ağırlıkla inşaat olan türlü gelir dağıtım mekanizmalarıyla gelişerek güçlenen bir orta sınıftır. istanbul'da başakşehir, ankara'da çukurambar gibi semtler bu sınıfın merkezidir.

    ikinci kesimi yaratmak için ihtiyaç duyulan kaynak genellikle ilk kesimin yarattığı artı değer üzerinden sağlanırdı. genellikle diyorum çünkü fed'in deli gibi para bastığı 2008-2013 arası dönemlerde kaynak bu sınıftan değil ucuz dolarlarla borçlanarak bulundu. bunların dışında bir de türkiye'de olmayan bir sınıf var: entelijansiya

    entelektüellerin sınıf olarak oluşturduğu bir sınıfsallaşma hareketi türkiye'de yok ve hiçbir zaman da olmadı, belki 12 eylül öncesinde olmaya çok yaklaşmıştı. zaten 12 eylül öncesinde türkiye'de birçok şey olmaya çok yaklaşmıştı. peki neden yok?

    aslında olmama nedeni geleneksel kentli orta sınıfın gerileme nedeniyle beraber hareket ediyor. türkiye'de gerçek anlamda entelektüel diyebileceğiniz kişi sayısı çok çok az. hatta öyle ki, entelektüel diyebileceğiniz t.c. vatandaşlarının kahir ekseriyetinin türkiye'de yaşamadığını düşünüyorum.

    entelektüel sınıf olarak gelişemiyor çünkü türkiye toplumu modernleşmenin öznesi değil nesnesidir. entelektüel olacak bir insanın yetiştiği aile ve geldiği kültür belirli bir gereksinimler setini zarurî kılar. dolayısıyla entelektüelin içinde yetişeceği ailenin belirli bir maddi olgunluğa sahip olması gerekir ama bu tek başına yetmez. refah yaratarak edinilmiş bir maddi olgunluk gerekir.

    dolayısıyla entelektüelin yetiştiği ailenin bir ya da iki alt neslinin üyesi olması gereken sınıf bizatihi seküler kentli orta sınıftır. bu orta sınıf mevcut iktidara kültürel açıdan en uzak olan toplumsal kesim olduğundan dolayı sürekli bir gerileme içerisindedir. bunun iki sonucunu yaşıyoruz. bunların ilki artan beyin göçüdür. ikincisi ise akamete uğrayan sivil toplum gücüdür.

    2000'lere kadar olan süreçte de beyin göçü vardı ama bu göç daha rafine işlerde oluyordu ve bunların başında da ağırlıkla akademi geliyordu zaten bir entelektüel akademi dışında bir yerde de zor yetişirdi. burada tabii yatırım tercihleri de bir zaruret yaratıyordu. birtakım mesleklerin icrasında ihtiyaç duyulan sabit sermaye yatırımı o kadar yüksek olur ki nitelikli çalışanın tek başına varlığı bir şey ifade edemeyebilir. bu durumda zaten gelişmiş bir ülkeye göç etmek kaçınılmaz olur. fakat doğası gereği bu tarz işler kentli orta sınıfı toplumsal bir cendereye sıkıştıracak kalibrede değildi.

    bu yüzden tek tük entelektüel bu ülkede hala yetişse bile sınıf olarak entelijansiya hiçbir zaman gelişemedi. günümüzde iş daha farklı bir boyuttadır. beyin göçü olgusunun içine direkt olarak kentli orta sınıfla özdeşleşmiş olan doktorluk, mühendislik, akademisyenlik gibi kariyer meslek sahipleri giriyor. bu kuşkusuz ki kentli orta sınıfın gerilemesinin bir nişanesidir. çünkü bu mesleklerden yeteri kadar refah üretimi elde edebilmek için yapılması gereken sabit sermaye yatırımı ve bu yatırımı yapacak iktidar mimarisi içinde rıza yaratılması artık imkansızdır.

    bu şartlar altında gelişecek bir toplumsal yapı içerisinde de akademi ile profesyonel hayat arasına sıkışmış bir insanın kendine uygun bir eş bulabilme ihtimali her geçen gün ortadan kalkar. ben bunu bizzat her gün yaşıyorum. ülkedeki en büyük kurumsal şirketlerden birinde çalışsam da insanlarla aramda derin bir kültürel uçurum olduğunu her an her dakika gözlemlemek mümkün. zihinler feodal, işleyiş katı hiyerarşik, bünyeler tüketime aç, hırslar nirvana...

    bunun için insanları suçlamak da pek olası değil. böyle yetiştirildiler, böyle güdülendiler. sonuçta ortaya konmuş bir toplumsal mühendislik projesinin çıktılarıyız ama insan yine de üzülmeden edemiyor. donanımlı erkek/kadın yok değil var ama büyük çoğunluğu türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşamıyor. yeteri kadar kültürel/iktisadî üretim yapabilecek sabit sermaye yatırımı çekilemezse de bu donanımlı insanlar ülkeden tamamen kopacaklar. bunlar koptukça bu ülke içinde bu tip insanların yetiştirilmeleri azalarak bitecektir.