hesabın var mı? giriş yap

  • bir yerlerde bir çocuğun gözünde yaşlar, elinde uzaktan kumandasıyla kala kaldığının belgesidir.

  • kişisel ve magazinsel yönü bir yana bırakılacak olursa, edebiyat açısından yararlandığı kaynaklar arttıkça kalitesi üst seviyeyi gören, her ne kadar popülerleştikçe bozulsa da türkiye’de çok uzun bir süre geçilemeyecek nobel ödüllü yazardır.

    edebiyat gibi geçmişi çok uzun süre öncesine dayanan, sözlü ve yazılı geleneğe sahip bir sanat dalında eleştiri kültürü çoğu yerde oturmuş olsa da türkiye’de maalesef özellikle romanın çok geç gelmesinden dolayı akademik ve sanatsal çevreler haricinde eleştiriler kişiliğe ve dünya görüşüne göre şekilleniyor. ağzı olanın konuştuğu da düşünülünce popüler olmuş ve herkesin duyduğu eleştiriler eserlere değil kişilere yönelik oluyor ve bu sebeple çoğu yazara daha hiç okunmadan önyargı başlamış oluyor. orhan pamuk gibi otuz yılı aşkın süredir göz önüne olan ve büyük başarılar elde etmiş bir yazar aynı zamanda hayatını ve görüşlerini-özellikle siyasi-açıkça paylaşmayı sevince yapılan eleştiriler genellikle magazinsel seviyeyi aşamıyor. eleştirilerin haklı veya haksızlığından ziyade edebiyat açısından olmaması, edebi düzlemde yapılan genel eleştirilerin de modern edebiyattan bihaber olanlar tarafından intihalcilik ya da türkçe zayıflığı gibi konularda yapılması nedeniyle orhan pamuk sığ iki üç açıdan kurtulamayıp genel okuyucu gözünde kaçınılması gereken biri olarak görülüyor. her ne kadar kitapları çok satsa, dünyada ünlü bir yazar olsa da ülkemizde ne oraya ne buraya yaranabilen, kitaplarının edebi yönü hep arka planda tartışılan bir yazar. kendisinin kişiliği, görüşleri, magazinsel olayları bir kenara bırakılıp edebi açıdan bakılacak olursa;

    orhan pamuk yirminci ve yirmi birinci yüzyılın başat akımı olan postmodernizmi kullanan, çoğu eserini bu akıma göre şekillendiren ve sadece edebi alanda kaldığı kitaplarında bunları çok başarılı bir şekilde uygulayan bir yazar. kabaca ve oldukça eksik bir postmodernizm özeti yapacak olursak, postmodernizme göre her kitap önceki eserlerden bazı izler taşır, bazıları eski işlere şerh düşer, yazarların yazdığı şey önceki eserlerden ve olaylardan bir karışım yaratmak, onları yeniden uyarlamak veya yorumlamaktır. sinema, resim, heykel gibi sanatlarda yapılan göndermeler her zaman sanatsal bir iş olarak algılanıp takdir görmekte, eleştirmenler bu göndermeleri anladıkça kaliteli bulunmaktayken; edebiyat gibi oldukça kadim bir geçmişe sahip olan sanat dalında gönderme yapılması, esinlenilmesi, uyarlama yapılması bazı çevreler tarafından garip bir şekilde olumsuz karşılanmakta, bu yüzden yok intihal var çok çalıntı var diye yersiz eleştiriler yapılmaktadır. postmodernizme karşı olup da bu geleneğe getirilen eleştiriler tabii ki olabilir fakat bizde maalesef çoğu eleştiri bu seviyeye gelmeden düz mantıkla yapıldığından pek edebi değere sahip olmuyor.

    orhan pamuk’un ilk kitabı cevdet bey ve oğulları’na baktığımızda, kendisinin yeteneğinin genç yaşına rağmen çok büyük potansiyeli olduğu açıkça görülüyor. gavurların bildungsroman dediği çağdan bahseden bir roman türünde verdiği bu eserde, özellikle buddenbrooks ve üç istanbul eserlerini temel olarak görebiliyoruz. aynı zamanda sıkı bir ahmet hamdi tanpınarcı olan orhan pamuk, bu eserinde ondan izler de taşıyor. bu kitabın alametifarikası bir ilk kitap olmasına rağmen sahip olduğu olgunluk. ülkemizde çok fazla tanzimat döneminden, ilk cumhuriyet yıllarından bahseden; batılılık ve doğululuk arasında sıkışmışlığa değinen; buradaki değişimleri konu alan eser mevcut. bu eserlerin çoğu o değişim dönemine tanık olmuş, o dönemlerde yazılmış eserlerken, orhan pamuk bu yıllardan çok sonra bu konulardan ustaca bahsederek, her dönemin ruhunu ustaca yakalayarak ilk kitabında farklı bir yazar olacağını ortaya koyuyor. bu ruhu yakalamayı da doğal olarak o dönemin eserlerinden, kaynaklarından yararlanarak yaptığı için postmodernizmi daha en başında dahi görebiliyoruz. o yaşta ve dönemde üç kuşağı böylesine gerçekçi ve döneminin içinde yakalamak çok büyük bir iş.

    orhan pamuk ikinci kitabı sessiz ev’de ilk kitabındaki kuşaklar yerine bir ailenin kısa bir dönemini konu alır. darbe dönemini arka plan olarak kullanırken gerçekçi, her türlü okuyucunun bir şeyler bulabileceği, hem yalın hem de postmodernist açıdan zengin bir romandır. farklı anlatıcıları kullanışı, ilginç ve garip tipleri ciddi bir ortama yedirişi, paralel konuların işlenişi, esinlendiği ve gönderme yaptığı yazarlar ve eserler, sonunun müphemliği gibi özellikleriyle bu roman artık daha da güncel bir tarza evrildiğini gösteriyor. ileride çok zayıf siyasi kitaplar yazacak olan orhan pamuk, bu kitabında siyasi ortama ucundan kıyısından değiniyor. ana konuyu bu gerginlik etrafında kurduğu ve net bir çıkarım yapmadığı için, çok iyi bir değinme olmasa da ilerideki kitaplarına kıyasla oldukça başarılı bir sosyal ortam kuruyor.

    üçüncü kitabı beyaz kale artık tam gaz postmodernizme giriş yaptığı eseri oluyor. sessiz ev’le kurduğu bağlantı; sessiz ev’de de bayağı yararlandığı vladimir nabokovvari metaforları, kurgusu; yararlandığı eserleri aktarımıyla puslu kıtalar atlası’ndan on sene önce çıkmış olan bu kitap, puslu kıtalar atlası o kadar övülürken ilginç bir şekilde intihal vs. diye yeriliyor. dayandığı tarihsel gerçekçiliği başarılı bir şekilde anakronistik konularla harmanlarken, tarih seven ve postmodernizme giriş yapmak isteyen okuyucular için çok güzel bir kitap.

    dördüncü kitabı kara kitapla artık ustalık eserini veren orhan pamuk, hiçbir zaman aşılamayacak bir eşiği türk edebiyatının ortasına gelip çakıyor. batıdaki eserlerin dayandığı ve beslendiği edebi kültürü kıskanan orhan pamuk, her ne kadar yerli ve milli değil diye garip bir eleştiriye konu olsa da kendi edebi kültürümüzü ortaya koyarak, doğu ve batı karışımı, nevi şahsına münhasır ve başka kimsenin yazamayacağı bir eseri yazıyor ve aslında bu toprakların edebi kültürünün zenginliğini ve güzelliğini dünyaya gösteriyor. postmodernizmin başat konusu polisiyeyi, başat teması arayışı, bizden ve dışarıdan gelen kaynaklarla kullanıp dünya edebiyatının sayılı eserlerinden birini meydana getirirken, çok kültürlü bir roman oluşturup çok farklı konulardan bahsediyor, kendi eserlerine ve diğer eserlere gerek açık gerek kapalı göndermelerle meraklı ve araştırmacı okuyucuyu da tatmin ediyor. ilk okunduğunda normal okuyucuya zor ve çetrefilli gelse de biraz dünya edebiyatıyla haşır neşir olan okuyucuların sebat ettiğinde başucu yapacağı bir kitap.

    beşinci kitap yeni hayat, adından dahi anlaşılacak üzere artık postmodernizmin-iyi anlamda-suyunu çıkardığı, kara kitap’tan sonra güncel roman açısından daha da uç bir örnek verdiği, çoğu okuyucunun beğenmediği fakat kara kitap gibi dayandığı temelleri bilince çok usta bir roman olduğu anlaşılan bir eser olarak karşımıza çıkıyor. kara kitap’ta da dayandığı tasavvufi temeller artık bu kitapta başat konuyken, paralellikler, mizahi öğelerin fazlalığı, metinlerarasılık, yine açık ve kapalı göndermeler gibi özellikleriyle tam bir postmodernist eser. edebi ve birçok konuya çok fazla aşinalık gerektirdiğinden, herkesin sevemeyeceği fakat sevenin de favori kitabı olacağı bir kitap.

    altıncı kitabı benim adım kırmızı’da eski kullandığı tema ve konuları birleştirip, umberto eco’nun il nome della rosa’sını bize uyarlıyor. postmodernizm denince yine tabii ki yine bir polisiyeyi tarihsel düzleme oturtup, baz aldığı eserle paralel olarak manalı konuları işlerken resim, minyatür, nakkaşlık gibi sanatları kullanarak çok yönlü bir romanla karşımıza çıkıyor. hiçbir yönü beğenilmese dahi sırf il nome della rosa’yla tanışmayı sağlaması bile okuyucuya büyük şeyler katarken, tarihsel romanları ve polisiye sevenlerin okuması gereken bir roman.

    bence bu altı kitabıyla zirvesini yaşayan orhan pamuk, bundan sonraki eserlerinde veba geceleri hariç keskin bir düşüşe geçip, daha popüler olma kaygısından mıdır yoksa gerçekten artık böyle kitaplar yazmak istemesinden midir bilmiyorum çok daha basit ve günlük tüketime uygun kitaplar yazmaya başlıyor.

    yedinci kitabı kar aslında güzel bir roman olacakken, orhan pamuk’un siyasi konulardan bahsetmeye çalışıp becerememesinden, eğreti durmasından ötürü kötüleşen bir eser. aslında şehir seçimi, kurgusu, bazı karakterlerinin orijinalliği, postmodernist esintilerle çok iyi yönleri olabilecekken, korkunç kötü karakterler ve onları hiç gerçekçi olmayan biçimde aktarmasıyla, kendi bakış açısının zayıflığı nedeniyle taraflı incelemeleriyle ilk vasat romanını yazıyor.

    sekizinci kitabı masumiyet müzesi nobel'e ve anılarını yazdığı döneme denk gelince biraz geç çıkan bir eser. yeşilçam esintili bir aşk romanı olan bu kitap kendisinin dümdüz yazdığı, ortalama okuyucunun çok sevdiği fakat edebi açıdan bana göre diğer eserlerine göre pek dolu olmayan bir kitap. bu kitabın asıl olayı kitabın bir müze ile gerçek hayata taşınmasıdır. bu da tabii ki on milyon kere söylediğimiz postmodernizmi yine önümüze koyuyor. edebiyat açısından çok bir numarası olmasa da yazın oyununu gerçek hayata taşıyarak yine de orijinal bir özelliğe sahip oluyor.

    dokuzuncu kitabı kafamda bir tuhaflık’ta bir kişi üzerinden bir dönem anlatan orhan pamuk, önceki eserlerinden ziyade artık yeni kitaplarındaki gibi çok derinlemesine bir iş çıkaramıyor. sosyolojik açıdan bir şeyler yazmaya çalışıp edebi yönü zayıf tutunca, bunların üstüne sosyolojik durumları da üstünkörü arka plan olarak kullanınca pek de başarılı bir roman ortaya koyamıyor. fakat nostalji duygusu, değişen dönemler, aşk hikayesi gibi unsurlarından ötürü okuyucuların yine de ilgisini çekiyor. masumiyet müzesiyle başlayan basit romanları kafamda bir tuhaflık’ta zirve yaparak, bu son iki kitabıyla ortalama bir okuyucunun zorlanmadan okuyacağı, çok uğraş gerektirmeyen kitaplar ortaya koyuyor.

    onuncu kitabı kırmızı saçlı kadın’da kısa bir roman denemesi yapan orhan pamuk, çok az da olsa eski günlerine ara sıra ufaktan sinyal yakıyor. geneli yine vasatı aşamayan bu kitapta biraz mitoloji ve edebiyat temeli olduğundan geçmişine bir sinyal görülse de, biraz çalakalem havası veren bu romanı da daha zorlayıcı şeyler arayanlar için doğru bir eser değil. kısa olduğundan mıdır nedir yine bu kitabı en çok okunan, ortalama okuyucu tarafından bağırlara basılan bir kitap.

    on birinci kitabı veba geceleri bence son zamanki romanlarına göre oldukça iyi. zaten yıllardır kurguladığı bir eser olduğundan, tarihsel kurgusu, yararlandığı kaynaklar, gerçekçiliği ilk dönem işlerine benziyor. üstüne bir de pandemi çıkınca kitabın çoğu kısmında revize gerçekleştiren orhan pamuk, çok çalıştığı bu eseriyle saf bir tarihsel roman yazıyor. bu tarzın seveni kadar sevmeyeni de çok olduğundan ortalama okuyucu ve daha ilgili okuyucularda sevgi veya nefret duygusu uyandırabilir. ben tarihsel romanları güzel olduğu sürece sevdiğim için bu kitabını zayıf döneminde yazsa da fena olmayan bir tarihsel roman olduğundan eski günlerini aratsa bile güzel bir kitap.

    bu kitaplarından sonra yazacağı yeni kitap olursa artık eski günlerine mi döner yoksa popülist tarzını devam mı ettirir bilemiyorum ama her ne kadar vasatlaşsa da sırf kar dönemine kadar olan kitapları sayesinde uzun süre seviyesine ulaşılamayacak bir yazardır.

  • şu sıralar insan hakları, ademi merkeziyetçilik, sosyal belediyecilik, vs. gibi konularla uğraşan; ama sonunda sigortalarının atmasıyla babası mad king gibi çılgına bağlayacak ve westeros'un .mına koyacak olan sürgün prenses. neden? kadının suçu yok, kanında var. babasının dediği gibi, burn them all. saçma geliyor, ama o zamanın şartları bunu gerektiriyordu.

    aha buraya yazdım, 8-9 sene sonra ben demiştim diye bu entry'yi göstereceğim.

  • bir erzurumlu olarak daha beter olmalarını en içten dileklerimle belirtir emeği geçen herkesi tebrik ederim.

  • sanırım geçtiğimiz seçimlerde seçimi erteleyip günlerce usb ve ssd sıfırlamakla uğraşan kişiler tarafından çekilmiş olan belgesel.

  • yaşım 16, o 15. hayatımı feda edebilecek kadar aşığım. tam anlamıyla. 1.5 yıl, usanmadan beklemişim, her güne aynı umutla, aynı acıyla, aynı sevinçle uyanmışım.
    bir nisan akşamı... moda'da bir apartmanın kuytusuna gündüzden geldik, aldığımız köpeköldüreni içtik ve saatlerce konuştuk. akşam oldu, soğuktan titriyoruz. çok öncesinde, bana karşı bir şey hissetmediğini söylediğinden o anki bakışlarını fark edemiyorum. çünkü ulaşılmaz bir yerde o gözümde. bana karşı bir şeyler hissetmesi mümkün değil, bir masal güzelliğinde.
    "ya beni öp, ya da ben gidiyorum," dediğinde afallıyorum, anlıyorum. bir süre gülümseyerek bakıyorum, sonra yaklaşıyorum. o anı anlatamam, mümkün değil. ancak ilk aşkıyla öpüşen biri anlayabilir.
    sonrası fiks; masal olmadığını anlıyorum, bitiyor. yıllar geçiyor, giderek hissizleştiğim korkusuyla büyüyorum. fakat o 17 nisan akşamını unutamıyorum, unutmak da istemiyorum. hayatımda belki de en masum olduğum o anı, gözlerindeki o pırıltıyı hatırladıkça ister istemez gülümsüyorum.

  • 2023-2024 eğitim öğretim yılı başladığında okulun öğrencilerini ve velilerini dumura uğratan olay. çocuklar ilk gün makarna ve çorbayla karşılandı. akşama yine aynısı. sonraki günler ve öğünler de hep aynı devam etti. arada bir öğün kuru fasulye, bir öğün de nohut verdiler.
    kızım da bu yıl yatılı olarak hazırlık sınıfında okumaya başladığı için olan biteni yakından takip edebiliyorum.
    sabah kahvaltısı içler acısı. çocuklar okul açıldığı günden bu yana etli yemek nedir görmedi. dün mantı çıkmış, kızım telefonu açmış bana coşkuyla anlatıyor. annesi dedi ki: "kızım içini açıp baktın mı, et var mıydı?"
    şu yemeklerin fotoğraflarını görünce ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız umarım.

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    okul idaresi hükümetin reva gördüğü 39 tl ile çocuklara nasıl 3 öğün yemek vereceğinin çaresizliği içerisinde. okul aile birliği de velilerin bağışlarıyla durumu kotarmaya çalışıyor.

    saray'da ve meclis'te çöpe dökülenleri düşününce sinir olmamak elde değil.
    öğrenci velileri olarak çocuklarımıza reva görülen bu saçma sapan durumdan kurtulmanın yollarını arıyoruz. fatih portakal da bu okuldan mezun. fox tv, sözcü tv ve diğer basın araçlarını da devreye sokmaya çalışıyoruz ama bize biraz sabredin bütçe artırımı talep edildi deniyor. bu ne kadar sürer bilemiyorum.

    okul müdürünün de katıldığı online bir toplantı yaptılar pazartesi günü. okul müdürü geçen yıl öğle yemeklerinin fiyatında artış yapmış ve bu yüzden soruşturma geçirmiş. ben toplantıda kendisinde bu sorunun çözümüne dair pek bir azim ve kararlılık göremedim. sanırım geçirdiği soruşturma onu biraz pasifize etmiş.
    bakın ben okul müdürünü ya da okuldaki başka bir görevliyi suçlamıyorum. suçlu düpedüz hükümet. diyanete, savaşa, göçmene para akıtan hükümet kendi çocuklarını aç bırakıyor. bu çocuklar ülkenin lgs denilen rezalet sınav sisteminden alnının akıyla çıkmış, yüzde 0,7lik dilimin içinde, geleceğin umudu, zeki ve çalışkan çocuklar. öyle olmasa da olurdu? ne fark eder? gelişme çağındaki çocuklar bunlar.