hesabın var mı? giriş yap

  • “siyasetten silinsin aga. istemiyorum bu kalıpsızı ya. nefret ediyorum. bütün başımıza gelenler bu adamın yüzünden.”

    diyen bir zihin 20 yıldır bu ülkeyi yönetenleri sorumlu tutmuyorsa s.kerim onun oy verme hakkını…

  • 9.sınıftayım peder "takdir getir bilgisayarını yenilicem" dedi. ben de getirdim, geldi f5'e basıp gitti.

  • millet olarak daha iyi olan herhangi bir şeye o kadar layık görülmüyoruz ki, bir örneğini daha yaşamış olduk. geçmiş olsun.

  • haber

    kiğılı giyim yönetim kurulu başkanı abdullah kiğılı’nın tam kapanma kararından dolayı yaşadıkları sıkıntılardan dolayı isyan etmesidir. aynı zamanda dolar yıl sonu tahminin de gerçekçi olmadığını belirtmiş. reis ytd deseydin, bak spk çakar cezayı *

    --- spoiler ---

    kığılı, tam kapanma sebebiyle iç piyasanın kötü durumda olduğunu belirttiği değerlendirmesinde, haftalık çalışma süresinin 85'ten 36 saate indiğini açıkladı. "tcmb'nin anketinde yıl sonu 8,71 tl dolar/tl tahmini inandırıcı değil. üretim için ön siparişlerin verilmesi gerekiyor, planlama yapamıyoruz.” diyen kiğılı, pandemi nedeniyle birçok önemli markanın iflas noktasında olduğunu söyledi.
    --- spoiler ---

    bu arada aynı arkadaşın 2014’teki beyanı da şu şekilde:

    "ben hayatımda iki tane büyük başkan gördüm. biri turgut özal, öbürü de recep tayyip erdoğan"

    yavaş dön reis, ümmet yetişemiyor. dur lan onun yeri burası değildi.

  • kız gözünden:

    ali set to sign for you?
    confirm[] reject[] delay[x]

    1 hafta sonra:

    ali set to sign for you?
    confirm[] reject[] delay[x]

    1 hafta sonra:

    ali set to sign for you?
    confirm[] reject[] delay[x]
    ahmet made you a new offer
    accept[x] reject[]

    1 hafta sonra:

    ali set to sign for you
    confirm[] reject[] delay[x]
    you agreed terms with ahmet
    ahmet set to sign for you
    confirm[] reject[] delay[x]

    1 hafta sonra:

    ali set to sign for you
    confirm[] reject[] delay[x]
    ahmet set to sign for you
    confirm[] reject[] delay[x]
    metin made you a new offer!
    accept[] reject[x]

    1 hafta sonra

    you made an offer to mustafa
    ali set to sign for you
    confirm[] reject[] delay[x]
    ahmet set to sign for you
    confirm[] reject[] delay[x]
    basri made you a new offer
    accept[] reject[x]

    1 hafta sonra:
    mustafa agreed terms with you, sign?
    confirm[x] reject[] delay[]
    ali set to sign for you
    confirm[] reject[x] delay[]
    ahmet set to sign for you
    confirm[] reject[x] delay[]
    hasan made you a new offer!
    accept[] reject[] negotiate[x]

  • perpa ticaret merkezi nde yaşadığım fantastik bir durumu anlatmak istiyorum;

    öncelikle perpa dönemin istanbul büyükşehir belediye başkanı bedrettin dalan tarafından, eski perşembe pazarının alternatifi olarak yaptırılmış bir ticaret merkezidir. istanbul avrupa yakasında darülaceze'nin yanındadır.

    arkadaş, bu nasıl mimaridir. yemin ediyorum simülasyonda sıkışıp kaldım zannettim. öyle şeyler yaşadım ki akla ziyan. birkaç tuhaf örnek;

    asansöre binmek için sıra bekledim, bindim ama çıkacağım katın tuşu yok. diğer asansör sanki miraca çıkmış gibi gelmek bilmedi. gelse de istediğim kata çıkıyor mu bilmiyorum. merdivenle çıktım, çok gariptir ama bir kat çıkıyorum üç kat çıkmış oluyorum. iki kat iniyorum bu sefer beş kat inmiş oluyorum.

    dört beş kat çıkıyorum ve ofislerin olduğu bir kata geliyorum. tabii aradığım yeri bulamayıp bir kat daha çıkıyorum ve sürpriz; otoparka girmişim. evet otoparka. neyse bir kat üste daha çıkıyorum ofisler var, sonra bir kat daha çıkıyorum ve sürpriz; yine otoparka gelmişim. matrix evreni gibi bir yer.

    bir yerden geçiyorum yol bitiyor. merdivenden iniyorum yine yol bitiyor, bir yere varmayan yol, bir yere inmeyen merdiven yapmışlar. örnek veriyorum 8. kattan 7. kata iniyorum ama yine 8. kattayım. geldiğim kata geri çıkayım diyorum bu sefer bir bakıyorum 10. kattayım.

    navigasyonsuz ülkeyi dolaşan adamım, yeminle perişan oldum. spor salonuna gitsem bu kadar kalori yakamazdım. allah aşkına biri söylesin bu nasıl bir mimari. kamera şakası niyetine kurulmuş büyük bir plato gibi.

    kızın biri benden yardım istedi, o da kaybolmuş. sonra birlikte tekrar kaybolduk. çıkışı tepeden görebiliyoruz ama oraya varamıyoruz. çok acayip bir deneyimdi.

    (gideceğim yeri arayıp kayboldum amk gelin beni alın diyemedim. sanırım biraz da hoşuma gitti.)

  • çocukluğumdan aklımda kalan garip fotoğraflardan biri.
    yaşım 12-13. karşı apartmanda - ama nası karşı bak, tam bizim evin hizasında. bizim evin ayna görüntüsü gibi düşün- birlikte yaşayan fantastik bir çift oturuyor. şimdi bundan 11 sene öncesine git. bak bakalım orda birlikte yaşayan çift denen şeyden kaç tane var. çevrede yarattığı yankıyı düşün. erkek olanın adını jose mariano koymuştum. (o zamanlar yayınlanan salak dizilerden birinin jönüydü ehehea) o yüzden bundan sonra kendisinden jose mariano diye bahsedeceğim.

    şimdi bunlar çevredekilerden oldukça farklı bir çiftti. zira evli olmadıkları için, evde bir aşk havası süzülür dururdu. o yaz, açık balkon kapısından, onların hayatına dahil olmuştum. hatta sitece olmuştuk ahahaha. ama bunlardan onların haberi yoktu sanırım. çünkü öyle davranıyolardı. akşam olurdu, jose kapıdan koskoca bir çiçekle eve girer, karşı evde bir fransız güncel dizi filmi mutluluğu yaşanırdı. abla mütemadiyen jose'nin kucağındaydı. kucağa atlandıktan sonra, evde mutfaktan antreye, antreden yatak odasına doğru ışık geçişini takip etmek zor olmazdı. aynı zamanda tasarrufsever de bir çiftti bunlar.

    gene gecelerden bir gece, abla mutfakta yemek yapmaya başladı. yere kadar olan jaluzi sayesinde görünmediklerini zannediyolardı fakat biz hepsini görüyor, god bless their love diyerek ellerimizi birleştirip tanrıya yakarıyorduk. abla tezgahta bişeyler doğrarken (oha detaya gel) jose mutfağa girdi ve yemek yapan o kadına arkadan sarıldı. 1-2 sallandılar. sonra ne mi oldu? mutfaktan antreye, antreden yatak odasına bir ışık geçişi. yemekten haber alınamadı.

    bu saadet bir kaç yıl böyle sürdü. hatta üst komşunun oğlunun dediğine ve bizim de şahit olduğumuza göre (hohoahah kaçmaazz) o evde çok daha çılgın hikayeler yaşandı. diğer başka ablalar gibi. sonra, aniden evlendiler. eve bi mutsuzluk çökmüştü. çocukları oldu. aşk bitmişti. ne yemek yapan ablaya arkadan sarılma kalmıştı, ne çiçek, ne ot, ne kucağa alma ne de ışık geçişleri.

    hayatımda ilk kez bi aşkın ölümüne, bir ikilinin macerasever genç bi çiftten "amca ve teyze"ye geçişine şahit olmuştum. ilişkilere bakışımı etkileyecekti bu.

  • ben bu kelimeden dolayı, türkçe adına uzun süre utandım. şimdi de o utandığım zamanlardan utanıyorum. şöyle ki;

    türkçe'yi çok başarılı, esnek, adaptasyon kabiliyetine sahip bir dil olarak görürüm. pek çok kalıp ve kelime de hoşuma gider. bunların bazıları, birebir ingilizce'ye çevrildiğinde çok hoş durabiliyor bana kalırsa. örneğin gurbet kelimesi. gariplik hali. ama bir o kadar da muğlak, yani bu bir durum mu yoksa bir yer mi? yoksa her ikisi de mi? hem garip dediğimiz zaman bizim anladığımız, arapça'dan da farklılaşabiliyor.

    "bu çok garip bir durumdu" ile "garibim namıma kerem diyorlar" dediğimizde farklı ancak bana kalırsa içinde bulunulan durumu çok başarılı yansıtan iki kelimeyle karşılaşabiliyoruz. "garip kaldım gurbet ellerde" cümlesini birebir ingilizce'ye çevirsek, "ı remained strange(r) in the lands of strangeness" gibi bir cümle elde edebiliriz mesela. bence hoş ama türkçe'dekinden farklı ve gereksiz uzun.

    ancak özlemek kelimesi, türkler gibi sözlü veya yazılı edebiyatlarının büyük oranını bu eylemin oluşturduğu bir millete ait olmasına rağmen bana hep zayıf gelmişti. bu konuda almanca'daki "du fehlst mir" veya yunanca'daki "mou leipeis" kalıplarını çok beğenirdim. iki sebepten ötürüydü bu beğeni. birincisi, birebir türkçe'ye çevirdiğimizde "bana eksiksin" gibi bir anlam taşımalarıydı ki şairane bulurdum. ikincisi ise, özlem duyulan kişinin cümlenin öznesi olmasının hoşuma gitmesiydi. yani bu özlem eylemi bana ait değil, aktif süje sensin ve sen bana eksiksin gibi. "i miss you" veya yine almanca "ich vermisse dich" hoşuma gitmezdi ama, zira içlerinde hep bir ıskalamak hali vardı.

    sonra bir gün kafama dank etti özlemek. sulamak, söylemek, tuzlamak gibi bir kuruluşu vardı bu eylemin. ama bu sefer, alıp da nesnenin veya tümlecin üzerine koyduğum şey su, söz veya tuz değildi. özdü.

    o zaman fark ettim, türkler birisini özlediğinde almanca, yunanca veya arapça gibi bir eksiklikten bahsetme ihtiyacı duymamışlardı. ya da ingilizce'de olduğu gibi, ateş edip de ıskalamış da değillerdi. türkler özlediğinde, özlerini, düşüncelerindeki insanın üzerine koyuyorlardı aslında. özlerinin bir parçasını, objenin üzerine bırakıyorlar ve bunun arayışını çekiyorlardı.

    "ben seni özlediğimde, mecbur kavuşmalıydım yoksa zaten senin üzerine dağıttığım özüme kavuşamayacaktım" gibiydi. bu kavuşma gerçekleşmeyecekse de özleri, özlenilen insan üzerinde başka yollarda gezinmeye devam edecekti.

    dilin oluştuğu zamanlarda farklı insan gruplarının atalarının, farklı anlamlar taşıyan kalıplar kullanması çok ilgimi çeker. ama merak ettiğim husus, bir ingiliz veya yunan acaba bir türk gibi özleyebiliyor mu? yoksa farklı hissiyatlara verdiğimiz ama sözlüklerde birbirinin karşılığı olarak yazdığımız kelimeler mi bunlar? ya da şu an tüm dünya halkları olarak aynı şekilde özlüyoruz ancak bir zamanlar her birimizin ataları için bu hisler birbirlerinden ifade ediliş biçimleri kadar farklı mıydı?

    neyse, özürlerimi kabul et özlemek. geç oldu biraz.

  • --- spoiler ---
    zamanında “bu aşının hazırlıkları tam olarak yapılmadı” fikrimle “aşı şimdilik kalsın ben bünyemi güçlendireyim” diyordum ve herkes suratıma cahil diyordu. şimdi yan etkileri ortaya çıktıkça kimse “sen haklıymışsın” demiyor ama. insanlar böyle işte…
    --- spoiler ---

    demiyorlar, çünkü hâlâ cahilsin... dünya ölçeğinde 13,5 milyar aşı uygulandı ve aşı olanların sayesinde covid salgın grip gibi sıradan bir hastalığa dönüştü, senin gibiler de salgının uzamasına katkıda bulundunuz, topluma, insanlığa yük oldunuz.. bir de utanmadan "sen haklıymışsın” demelerini bekliyorsun... "bünyeni güçlendirmişsin"... supermen olmuşsundur artık... : )

  • atanamayanlar boşuna üzülmesin zira benim gibi hakkari şemdinliye 50 km uzaklıkta bir köy okuluna atananlar da var. van'a uçakla gidilecek sonra yaklaşık 6 saatlik karayolu ulaşımı yapılacak. yüksekova'dan şemdinli'ye geçilecek.

    hani o tv'de gördüğünüz mayın döşeli vadi yolları var ya. hah, dolu bir bavulla aval aval etrafa bakarak oradan geçecem.

    o yüzden kötü yer geldi diye zırlayıp durmayın. kötü göreceli bir kavram gördüğünüz gibi.

    edit: mesaj atıp destek olan herkese sonsuz teşekkürler.