hesabın var mı? giriş yap

  • kotun ve taytın altına ne giydiğiniz pek önemli değil. tayt varsa o kadar aşağılara bakan olmuyor kızlar.

  • bu parodi haber falan mi? ciddi ciddi pandemi yilinda kar edene ekstra vergi mi getirecekler? ulkeler vergi erteleme, daha fazla geri vergi odemesi, kira artis durdurumu, maas yardimi gibi ekonomiyi destekleyen politikalar izlerken hukumet ciddi ciddi ekstra vergi mi getiriyor?

    "hazine ve maliye bakanlığı, covıd-19 pandemisiyle yaşanan ekonomik sıkıntılara karşı hazine’ye gelir getirici yeni bir düzenleme için hazırlık yapıyor. "

    ekonomik sikintilara karsi "hazine'ye gelir getirici" duzenleme. komedi sovu mu bu abicim napiyorsunuz siz?

    bir de tabi "geçici madde", ne kadar gecici oldugu da artik sana kalmis.*

  • üniversite ikiye giderken oda arkadaşımın aldığı telefondu bu. antensiz olması o dönemde bir devrimdi ve çok şaşırmıştım. benim telefonum olmadığı için odadaki diğer arkadaşımın 5110'u ile yılan oyununu oynardım ama o telefonun tuşları sebebi ile pek randımanlı olmazdı. 3210 ise bu konuda sanırım rakipsizdir. zira 3210'la yılan oyununu birinci seviyden sekizinci seviyeye kadar tek tek bitirmiştim.

    yılanın devasa boyutlara ulaşıp kalorifer peteği gibi oluşunu an be an izlemek ve sonlara yaklaştıkça etraftakilerle beraber nefesini tutup bitmesine tanık olmak çok heyecanlıydı (heyecan duyduğumuz şeye bak rezalet). fakat dokuzuncu seviyede tüm uğraşlarıma rağmen bitirememiştim. son denemem ders esnasındaydı ve oyunun bitimine çok az kalmıştı, sağımdaki solumdaki arkadaşlar da dersi bırakıp göz ucuyla izliyorlardı, fakat hocanın korkusuyla bir anlık kafamı çevirmemle yılandan devşirme kaloriferin peteğinin pörtlemesi bir olmuştu.
    o telefon da çarşafını katlamaya çalışan arkadaş yüzünden ranzanın ikinci katından yere kapaklanıp telef olmuştu.

    mutsuz son.

    ps: geniş aile gibi başlayıp, yaprak dökümü gibi bitti lan hikaye :(

  • nedense pek merak edilen bir meseledir ve "o öyle bir ruhtu ki" değildir. gerçek her dem çiğdir. ortamlardaki kadın kıtlığı. o dönemi şöyle anlatırsak eğer durumun vahametini daha iyi fark edersiniz. tomris uyar liseden mezun olduğunda liseden mezun olan öğrenci sayısı 20 bin civarı. bunun dörtte biri anca kadın. yani 5 bin civarı liseden mezun kadın var. bunların sanat sepetle ciddi ciddi ilgileneni birkaç yüz ancadır. bu birkaç yüzden sanat sepet ortamlarında takılanı elli altmış ancadır. bir de bunların istanbul'da takılanı da bir yarısı kadardır. bir de bunların ciddi bir beraberliği ya da evliliği olmayıp ortam simalarıyla yakınlaşma ihtimali olanı da elde kalan yarının da yarısı falandır anca. yani ortamlarda bir düzine kadın ya var ya yok. birkaç yaş genç, birkaç yaş büyük kadınları da ekleyelim. tüm istanbul enteliz danteliz, sürüden farklı yaşarız kafasındaki yüzlerce bohem hayat erkeği eldeki elli civarı kadına bakıyor. ha bu elli kadın da aynı zamanda güzel yahut eli yüzü düzgün kadın olmuyor. yanisi aç kitlenin gözünü diktiği kadın sayısı aslında toplamda 10 falandır. manzara bu özetle.

  • kazıdayız. yaz vakti. 20 tane öğrenci, kazı evinde kalıyoruz. gündüz ne kadar yoğun çalışıyorsak, geceleri de aynı oranda içiyoruz. bozkırın ortasındaki kazı evinde, içki içmek için alternatifler belli... bazıları eski bir ilkokuldan bozma kazı evinin merdivenlerinde içiyor, bazıları bahçe duvarında, bazıları laboratuvarda, bazıları mutfakta.

    hepimiz rock dinliyoruz. kazıya iron maiden külliyatını getiren de var, teoman dinlerken kafa sallayıp kendisini metalci sayan da var. o sene, kazı uzadıkça uzadı. hoca "haftaya bitiriyoruz!" diyor, bir sonraki hafta, tekrar bir hafta uzatıyor kazıyı. yorgunluk artıyor. akşamları içerken neşelenenler, yavaştan hasrete düşüyor.

    çarşamba günleri izinliyiz. kazı evindeki müzik seti bozulmuş. sadece kasetçaları çalışıyor. birkaç kaset bakalım diye bir müzik markete giriyoruz arkadaşımla. raflarda, neşet ertaş'ın ondan fazla kasetinden oluşan best of serisi var.

    "neşet baba alsak iyi olur ama hangi birini alacağız!" diyorum.
    "para dayanmaz o kadar kasete." diyor arkadaşım.
    tezgahtar gençten bir eleman...
    "abi" diyor, "siz istediğiniz şarkıları seçin, ben size karışık bir kaset çekeyim."

    karışık kaset lafını duyunca yaşadığım nostaljiyi anlatamam. karışık kaset çekenlerin nesli tükendi sanıyordum ben. tarih öncesinden çıkagelen bir dinozora bakar gibi hayranlıkla bakıyorum kasetçiye. alıyoruz kağıdı kalemi...
    "çek baba bize bunları!" diyoruz.
    3 saat sonra uğrayıp alıyoruz kaseti.
    doksanlık, önlü arkalı neşet ertaş külliyatı.

    akşam kazı evindeyiz. diğerlerinden mutfağı bize bırakmalarını rica ediyoruz arkadaşla.
    "niye?" diyorlar.
    "biz neşet baba dinleyeceğiz." diyoruz.
    gülüyorlar bize.
    "sizin olsun mutfak.” diyorlar.

    ışıkları söndürüp kuruluyoruz mutfak masasına. biralarımızı açıp basıyoruz play tuşuna. uzatmayayım... iki saat içinde, kazı evindeki tüm öğrenciler yavaş yavaş toplanıyorlar mutfağa. kaseti birkaç defa dinledikten sonra, bir tarafın ilk şarkısı olan ah şu yalancı dünya'yı sürekli başa sararak tekrar tekrar dinlemeye başlıyoruz.

    iki kişi içmeye başladığımız mutfakta yirmi kişi oluyoruz.
    masaların üzerindeki boş bira şişelerinin üzerine mumlar dikiliyor.
    herkes teslim olmuş müziğe, kimse konuşmuyor.
    bazıları başını masaya dayamış, ağladığını göstermeden usulca ağlıyor.

    bozkırın çocuğu vuruyor sazın teline... o sazın teli, bozkırdaki çocukların yüreğine dokunuyor.