hesabın var mı? giriş yap

  • (bkz: #88804637)

    buradaki meriç tanımı eksik.

    sanılıyor ki meriçlik olarak kabaca tabir edilen şey sadece ilişkisi olmayan erkeklere has bir durum, sevgilisi ya da eşi olan erkek için geçerli değil. erdem sinyalleyen bireylerden çokça "taş gibi sevgilim var lan burada meriçlik yapmaya ihtiyacım yok" tepkisi geliyor.

    halbuki, meriçlik - temelde "nice guy syndrome" olarak tanımlanan bir hastalığın alt türüdür. buradaki temel ayırıcı, bu hastalıktan muzdarip kişilerin hayattaki istek ve ihtiyaçlarını gidermek için "gizli anlaşmalar" ile hareket etmesidir.

    "ben senin istediğin şeyi yapayım, sen de beni sev"
    "ben senin duymak istediğini söyleyeyim, sen de beni sev"
    "ben senin ihtiyaç duyduğun şeyi sağlayayım, sen de benim ihtiyaç duyduğum şeyi bana ver, yani beni sev"
    "ben seni kötülüklerden koruyayım, sen de beni sev".

    ancak bu anlaşmaların gizli olması, karşı tarafa şartlar ve yükümlülüklerin beyan edilmesini bırak ima bile edilmemesi sebebiyle nadiren beklentinin karşılanması sebebiyle meriç/nice guy'lar sürekli artan bir kızgınlık ve hayal kırıklığı ile yaşarlar.

    işin kötüsü, tuttukları yolun yanlış olduğunu düşünmedikleri için, yaptıkları şeyin derecesini artırma yoluna giderler. tıpkı "kötü not aldığım derse daha çok çalışmam lazım demek ki" mantığıyla "ayşe için yaptığım x y z yetmiyorsa o halde ben üstüne a b c şeylerini de eklemem lazım" diye düşünüp gizli anlaşmalarında kendilerine düştüğünü hayal ettikleri şeyleri daha büyük bir şevkle yaparlar.

    elbette karşılığında beklentileri de aynı orantıyla büyür.

    ilişki içerisinde bulunan erkek bile gizli anlaşmalarla hareket ettiği için esasen istediği gibi bir ilişki içerisinde kendini neredeyse asla bulamaz. zira istediği ve ihtiyacı olan şeyler konusunda muğlak bile olmadığı, doğrudan gizleme yoluna gittiği için, karşısındakinin bu istekleri karşılamaya niyetinin olup olmadığı, niyeti geçtim buna yeterliliği olup olmadığını bile anlaması imkansızlaşır.

    sen karşındaki insandan beklentilerini, bir ilişkiden isteklerini, ihtiyaçlarını net bir şekilde ortaya koyma, şartlar senin istediğin şekilde gelişmediği zaman bunu açık bir şekilde ele alma, onun yerine kendi kafandan "ben bunu yaparsam böyle karşılık görürüm, böyle olursam şöyle karşılık görürüm" gibi gizli anlaşmalar yarat, sonra karşı taraf bunlara uymadığı zaman mevzu patlasın.

    kuvvetle inandığım tahminim şudur ki erkeğin şiddete meylettiği durumların %99unun arkasında bu türden bir hayalkırıklığı ile sonuçlanmış gizli anlaşma modeli yatıyor.

    meriçlerin problemi tam olarak budur. gizli anlaşma ile isteklerini elde etme çabası. isteklerinin açıkça dile getirilmesi ve bunun kaçınılmaz neticesi olarak bazen reddedilmesi ile yüzleşmek istememek, reddedilmek yerine gizli anlaşmalarla ilişkilerini yürütmeye çalışmak.

    halbuki net olsa, açık olsa çok daha rahat edecek ve sinsi hareketlere ihtiyacı kalmayacak. ihtiyaçlarını kendine itiraf edemediği için, bu ihtiyaçları karşılama yetisi olan insanlarla birliktelik kurma gibi bir sonraki adıma geçemeyen meriç kardeşimiz hayatı boyunca torun torba sahibi de olsa, mutsuz bir şekilde yaşayıp gitmeye malesef mahkum.

  • lan daha iş çıkış saatlerinde ümraniye'den altunizade'ye bir buçuk saatte zor geliniyor amk şehrinde.
    ankara'ya gidiliyormuş...

    ankara'yı bırak, tcdd-pendik garına gitmek kafadan bir saat lan zaten kartal-pendik'te oturmuyorsanız..

  • annemdir.

    içinde babamın isminin yazdığı ince, düz, sade bir halka ama annem için her şeyden değerli. bu alyans annem için ne kadar değerliyse babamın alyans takmayışı da o kadar dertti. babam nişanlandıktan kısa bir süre sonra ekonomik sebeplerden dolayı kendi yüzüğünü satmak zorunda kalmış. yıllarca belini doğrultamadığı için de ikinci bir alyans alamamıştı.

    anneler malum kirli çıkıdır, ellerine üç beş kuruş geçse hep biriktirirler. ne zaman kenarda köşede bir birikim yapsa babama yüzük almayı teklif ederdi, babam da çok isterdi, birçok erkeğin aksine alyans takmayı sevdiğini söylerdi, her ne kadar çok kısa bir süre takmış olsa da belki de tadını çıkaramadığı için hep içinde kalmıştı. ama yıllarca annemin birikimleri hep farklı yerlere, onlara göre bir alyanstan daha gerekli olan yerlere yani bize harcandı; kardeşim ve bana.

    nihayet yıllar sonra annem de işe girmiş çalışıyorken alyans alacak kadar parayı biriktirdiler. hiç unutmam hep beraber gittik seçmeye, bir tane beğendik içine annemin adını yazdırdık. ikisi de öyle mutluydular ki.

    bir süre taktı babam alyansını. sonra hastalandı, art arda ameliyatlar, kemoterapiler, işten ayrıldı. ekonomik sıkıntılar yine başladı derken babam yine alyansını satmak zorunda kaldı. bir alyans kaç para edebilir ki? en azından bizim aldığımız çok bir şey değildi ama hayat bazen insanı bir liraya bile muhtaç edebiliyor, işte öyle bir zamanda sattı babam alyansını. her ne kadar üzülseler de buna mecbur olduklarını farkındaydılar. yine alırız dedi babam anneme.

    yine alırız dedi ama yine alacak kadar yaşayamadı maalesef.

    annem için bu alyans babamdan sonra parmağından çıkması düşünülecek bir şey bile değildi, gözü gibi, ne bileyim eli gibi bir şeydi. insan eşi ölünce gözünü çıkarıyor mu? en fazla kalbini çıkarıyordu sanırım, bu da öyle bir şeydi.

    yine alırız demişti ya babam, o hep istediği ama almanın bir türlü kısmet olmadığı alyanstan kardeşimle ben aldık anneme, babamdan dört yıl sonra içine ikisinin adını yazdırdık. 27 yıldır hiç çıkarmadığı incecik alyansının üstüne taktı, sanki babam yıllarca parmağında taşımış da ölümünden sonra anneme emanet etmiş gibi, öyle bir bağlılıkla.

  • keşke sevdiğim bir adam olsa da yapsam dediğimdir.

    bir kadın sevdiği adama yemek yapmayı bir ağırlık bir yük olarak görüyorsa, bir adam sevdiği kadına yardım etmeyi hayatından almak, zamanından çalmak olarak görüyorsa bitmişiz biz.

    ne kadar bitkin olursam olayım sevdiğim bir insana yemek yapmak benim iş stresimi alır, yorgunluğumu unutturur. özellikle o kişi yemeği beğendiğini söylediği an, işte o an dünyalar benim olur.

    ve bunu erkeğe hizmetçilik olarak görmem. paylaşmaktır bu, sevdiğim adam da eminim ev içinde bir şeylere ortak olmuştur. o da birşeyler yapıyordur.

    zaten sevdiğiniz adama yemek yapmak batmaya başladıysa siz bir düşünün derim o ilişkiyi. helvasını yemeye az kalmış belli ki!!!

  • bazı insanlar zannediyor ki, yurtdışına kaçan gençlerin hepsi sadece akp zihniyetinden kaçıyor.

    oysa kaçanların büyük çoğunluğu bir tarafta akp, diğer tarafta "benim köpeğim sabaha kadar havlasa da benim köpeğime tapacaksin, yoksa köpeğimin boklarını evine atarım" zihniyeti olduğu için kaçıyor.

    iki ucu boklu değnek, cahiller tımarhanesi.

  • nüfusun ne kadarının hangi partiye oy verdiğinden bağımsız olarak hükümdarlığını sürdürür. akp, chp, mhp'ymiş filan, bunlarla pek alakası yoktur.

    merkez sağın her türlü pişkinliğini, iki yüzlülüğünü ve o yapmacık ahlak anlayışını her sokağında hissedebilirsiniz bu kentlerin. lisesinin müdür muavininden tutun, tapu kadastrodaki memuruna kadar o kentte büyüyüp yetişmiş insanların çoğunun üzerine sinmiş rezalet bir merkez sağ esansı vardır.

    kendi ahlaki anlayışını diğerlerinden üstün tutarken bir yandan menfaatleri peşinde koşan küçük insanların, ufak tefek idari çıkarlar için maymun olmaları merkez sağ ekolünün imzasıdır zira. peşinden koşulan kazançlar bazen o kadar ufak, o kadar kişiseldir ki, yargı tarafından takibe lüzum dahi görülmez. bu hukuki tembellik, elbet çoğunun hoşuna da gider.

    kırsalda veya büyük şehirlerde aynı havayı bulamazsınız. anlatması zor sayılır.