hesabın var mı? giriş yap

  • çalışanları, bu dil ve edebiyatı o kadar kabullenmişler ki, bir adet kurabiye alabilir miyim dediğimde "cookie mi?" diye şaşkınlıkla soruyorlar. he evet kuki, ananım evinde kuki yerim hep ben çünkü. güzeldir, lezzetlidir, ya da bazıları için çok ucuzdur, tabii ki ülkemizde böyle küresel açılımlar/kuruluşlar/yenilikler/mekanlar olmalı. ama zank diye, olduğu gibi kabullenmek neden? çalışanları da mı ithal ettiniz de bir saatte kurabiye, küçük, beyaz çikolata demeyi unuttular. saçma saçma ergen özentiliği. hiç.

  • büyük çoğunluğu şoför koltuğu ile ön yolcu koltuğu ortasında konumlandırılan ve aşağı yukarı hareket edebilen kol şeklinde olan,otomobili park halinde sabitlemeye yarayan mekanizmalara verilen addır. ilgili mekanizmada, el freni mafsalından başlayıp arka tekerleklere kadar uzanan yaylı, çelik tel sistemi bulunmaktadır. görece olarak basit bir kullanım mantığına sahiptir. el frenini çektiğinizde, aradaki bu el freni telini gerdirmiş olursunuz. gerilen tel, arka tekerleklerde (kampana veya disk fren sistemi) balatalarda sıkıştırma etkisi yaparak aracın park halinde hareket etmesini engeller. el freni kolunu yukarı çektiğinizde, bu sıkıştırmayı korumak adına mafsalın içinde dişli bir mekanizma bulunur. el frenini indirirken koldaki düğmeye basıp hafif yukarı kaldırmanın mantığı tam olarak budur. mekanizmadaki dişliden kurtarmaktır. arka tekerlekleri disk fren olan araçlarda el freninin daha sağlam ve sıkı tuttuğu tecrübe edilmiştir. aynı zamanda arka disk fren sistemlerinde ekstra bir el freni ayarına gerek olmaması büyük bir kolaylıktır. arka tekerlekleri kampana fren sistemi olan araçlarda ise belirli periyotlarla el freni ayarına ihtiyaç duyulur. kampanalı fren sistemine sahip araçlarda kullanıma bağlı olarak el freni daha ustlerde tutmaya başlar. bu nedenle el freni ayarı önem arz eder. aşırı sıkı yapılan el freni ayarı neticesinde arka tekerlekler sıkma yapar ve farkına varılmaması halinde kampana balatalarının aşırı ısınması sonucunda yanmasına ve seyir halinde iken arka frenlerin tutmamasına sebebiyet verir. bu nedenle özellikle kampanalı fren sistemi bulunan araçlarda el freni ayarı hayati önem arz eden bir konudur. el freni ile alakalı bir diğer konu ise özellikle dik yokuşlarda el freninin hayat kurtarıcı özelliğidir. siz siz olun el freni ile yokuşta kalkış yapan acemidir söylemlerini dikkate almayın. el freni acemilik değil akıllıca hareket etmektir. dik bir yokuşta dur kalk yapma durumunda kalırsanız mutlaka el frenini, tabancasındaki düğmesine basılı tutarak çekin ve o pozisyonda bekleyin. kalkış esnasında debriyaj-gaz ayarını yapıp araç harekete hazırken, el frenini yine düğmesine basılı vaziyette indirin. bu şekilde yokuşta kalkış yapmak, aracın tüm ağırlığını el freni teline bindirerek daha güvenli ve daha ucuza kalkış yapmak demektir. öte yandan usta! şoförlerin gurur meselesi yaptığı gibi sadece debriyaj pedalı ile kalkış yapmak, debriyaj ömründen yemekle beraber aracın ön-arka çekiş durumuna göre kaymalara, geri kaçırmalara ve bu nedenle şahsınızın panik olarak bir kaza yapmasına sebep olabilir.
    el freni teli ile alakalı bir diğer önemli konu ise kullanıma bağlı olarak bu telin değiştirilmesi hususudur. bahsettiğim şekilde sürekli el freni ile yapılan seyahatlerde, araç muayenesi öncesinde el frenini mutlaka frenciye ayarlattırın. muayene sonrasında el freni sapma değerlerini frenciye göstererek ikinci bir ayarla işinizi sağlama alın. zaten bu sapma değerleri sonrasında ayarlarda düzelme sağlanamıyorsa frenciniz size el freni değişimini önerecektir. el freni ayarı(kampana fren sistemi araçlar için) , arka kampanalardan ve araç içinde el freni tabancasının bulunduğu bölümden olmak üzere iki yerden yapılır. öncelikle kampana kısmından yapılan ayarın esas ayar olduğunu belirtmeliyim. el freni tabancasının altından yapılan ayar ise daha çok el fren teli gerginliğini ayarlamak, tabiri caizse el freni sertliğini ayarlamak için yapılan bir nevi konfor ayarıdır. genelde el freni teli değişiminde yapılır. el freni kullanımında dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de kışın soğuk ve yağışlı havalarda mümkünse el freninin çekilmemesi, bunun yerine aracın uygun viteste takılarak sabitlenmesi ve tercihen oto lastik takozu kullanılarak işin garantiye alınmasıdır. kış şartlarında el freni çekildiğinde(el freni telinin ıslanması ve ayarına bağlı olarak) donma gerçekleşebilir. bu durum arka tekerleklerin kilitli kalmasına ve trafikte zor durumlar yaşamanıza neden olabilir. buraya kadar bahsedilenler çoğunlukla manuel el frenleri için geçerlidir. elektrikli veya elektronik kontrollü el frenklerinin temel mantığı manuel el frenleri ile aynı olmakla beraber bazı konularda tüm kontrolü minik bir düğmenin insafına bırakmak şahsıma mantıklı gelmemektedir. kazasız, belasız güvenli sürüşler dilerim.

  • birisine sevmeyi öğretmek, bir film için "izle bak, çok seveceksin." demek gibidir ve önyargıları parçalamak fazla mesai gerektirir. benim duyduğum en güzel iltifatlardan biriydi: "bana sevmeyi sen öğrettin." başka da iltifat duymadım ya, neyse... şimdi pek dermanım yok ama, gençken çok cevvaldim ben. cevval de iyi bi şeydi sanırım. artık hiçbir şeyden emin olamıyorum. tahmini sultan süleyman'a döndük ak. kendisine de buradan selam ederim (süleyman'a değil lan), size en yakın arkadaşımı nasıl tavladığımı anlatacağım bu akşam. insan hiç en yakın arkadaşını tavlar mı? mecbur kalırsa tavlar, abicim. lise sonda, dershanenin ilk günüydü. soluk soluğa sınıfımı buldum. kesin binlerce kişiye sormuşumdur, yüzlerce sınıf gezmişimdir. ilk gününde bir yeri tek başıma bulmak, henüz gitmediğim güzel bir tatil beldesidir. bu yaz düşünüyoruz kısmetse. kimlerle mi? e arkadaşlarla. tek başıma nasıl bulayım oğlum?

    oturdum sırama, ilk dersi dinledim. isabetimi seveyim, öyle berbat bir yer bulmuşum ki tahta parlıyor, okunmuyor. "yanına oturabilir miyim?" dedim. gözler yalan söylemez sözlükçü. o kız bana, "ya git başka yere otur gerizekalı." der gibi baktı. bunun altında kalamazdım. ne mi yaptım? hemen yanına oturdum. tahta diyorum, parlıyor diyorum, kime diyorum? istikbalim söz konusu: odtü psikoloji yazıcam ben yea!

    oturdum oturmasına da, kız benle hiç konuşmuyor. benim iç sesim hiç susmuyor. hadi ders neyse de, asıl teneffüs geçmek bilmiyor. bir dakika. tersi olması gerekmiyor muydu? kafam çalışıyor. durumun farkına varıyorum. oğlum ben var ya, odtü'yü bile kazanabilirim. lafa tutuyorum bunu. oradan buradan sorular hazırlıyorum. su oluyorum, ateş oluyorum, göklerdeki güneş oluyorum. yok! yine de konuşmuyor benimle. "kaç kardeşsiniz?" diyorum misal, hani dese ki: "seni ilgilendirmez.", dünyanın en mutlu insanı olacağım. kavga çıkar abi en azından. parmaklarıyla 3 diyor soruma. "sen de var mısın aralarında?" kendimizi kardeşten sayıyor muyduk?

    "sen ortanca mısın?" diyorum misal, sonraki teneffüs. sen bilmezsin sözlük, küçük yüreğim basit bir ortak paydaya bütün servetini yatırmış da son çeyreğe girilirken hala güvenli takip mesafesini koruyor. ben ortancayım diyorum. sohbetimize nasıl bir katkısı olacaksa bunun, diyorum işte. büyük değilim ezilmedim, küçük değilim şımarmadım, ortancayım ben: al arkadaş yap diye.

    solaktı bu. bense salak. kelimenin her iki manasıyla da. hiç gocunmadım esasen. kollarımız birbirine değiyordu yazarken. "dirsek teması eheh." diyordum ben bu duruma; o ise, "az öte git." gitmedim. bilerek çarptım. bir gün, hiç yazmazken de çarptım. oradaydım çünkü. bunu unutmasına ihtimal bırakamazdım. en yakın arkadaşımın ilk tebessümünü sağ dirseğime borçlandım. hal böyle olunca, kulağımın arkasını görüp cennete gitme planımı yeniden gündeme aldım. isteyince oluyordu. çok güldük sonra. çok ama. gözünden yaş gelirdi, kalbi sıkışırdı. "n'olur sus." derdi. hiç susmadım. gülmekten ölen ilk kişi olabilirdi. istatistiklerin en güzeli olabilirdi.

    geometriden hiç çakmazdım. bana yardım ederdi. yaprak testi koyardım önüne. "hangi soru?" "sana şöyle bir kolaylık yapalım, istediğin sorudan başlayabilirsin. ben hepsine eşit mesafedeyim çünkü." mucizevi dikler indirirdi. benim hiç aklıma gelmezdi. halen daha da düşünürüm, ulan hiç onuncu kattaki bir evin bahçesi olur mu?

    telefonda konuşurduk saatlerce. bir gün kapatırken dedim ki buna: "bir şey unutmadın mı?" düşündü. bulamadı. unuttuğu şeyi bulamadı. çünkü bilmiyordu. "ney?" dedi, söyledim: "hani bi seni seviyorum, canım arkadaşım." gibi bir şey dedim. "haa!" dedi, güldü. söyleyemedi. hiç dememiş çünkü. dedim ya cevvaldim, korkma dedim söyle. o zamanlar acıtmıyordu, güç veriyordu seni seviyorum'lar...

    o gün zorla söylettiğim kelimeyi duymadan bir günüm geçmedi sonra. beni çok sevdi. "herhangi birini seveceğimi ve bunu söyleyebileceğimi bilmezdim, çok güzel bir duygu bu." dedi. ikna kabiliyetime güvenerek "odtü psikoloji yazalım lan." dedim. hukuk yazdık. o çok istiyordu. ben? ne iş olsa yapardım abi.

  • memleketim burdur'dan manavgat'a gönüllü olarak yardım için toplanan eşyaları taşımaya ve yangın söndürme çalışmalarına katılmaya geldim. şahit olduğum ve şahitlerden birebir dinlediklerim:

    bunları asla unutma manavgat'ım, asla unutma antalya'm, asla unutma türkiye'm;

    - özellikle 29 temmuz 2021'i hiç unutma,

    - ülke yanarken ortadan kaybolan cumhurbaşkanını unutma,

    - işin ciddiyetini anlatmak için tek tek tweet attığımızı unutma,

    - devletin tek imkânının 3 uçak olduğunu ancak sayın cumhurbaşkanımızın 13 uçağı olduğunu unutma,

    - herkesin ciğeri yanarken ülkeye hâlâ giren afganları(peştunları) unutma,

    - yangın bölgesinde fink atan (belki de tabiat gezintisine çıkmışlardır!) milli savunma bakanlığı'nın gardaşı afganları(peştunları) unutma,

    - 8 ilde art arda yangın çıkmasına rağmen "sıcaktan olmuştur" diyen içişleri bakanı süleyman soylu'yu unutma,

    - 29 temmuz'un akabindeki süreçte gerçekleşen:

    - suçu belediyelere yıkan tarım ve orman bakanı bekir pakdemirli'yi unutma,

    - önce köylülerden duyduğumuz daha sonra jandarma tarafından da teyit edilen suriyeli muhacir gardaşların köylere gönderilen yardımları çalmak, yağmalamak için kamyonetlerle geldiğini unutma. (manavgat kalemler köyü çıkışına 3 tane üzeri açık küçük kamyonetlerle yaklaşık 50 kişilik suriyeli bir grup gelmiş. biz yardım için geldik demişler fakat halk tarafından köye sokulmayıp geri gönderilmişler. araçların plakalarını köylüler almış.)

    - zaten sıkışık olan trafiği iyice kesip 30 araçlık konvoylara gelip trafiği tıkayan bakanları, bürokratları ve trafiği tamamen felç edip, itfaiyeyi aksatıp kafana keyif çayı fırlatanları unutma,

    - manavgat size tatil verdi; deniz-kum-güneş verdi, vergi verdi, şehit verdi, döviz verdi, tarım verdi... bir kere manavgat'ın devlete ihtiyacı oldu. yalnız ve çaresiz bırakıldı. koca bir ilçe, toroslarımız yandı, devlet izledi. evet milletimiz cömerttir. ülkenin dört bir yanından yardım sel gibi aktı. millet vardı ama devlet yoktu, unutma!!!

  • bu sehri terkedemeyisin asil nedeni "ihtimaller hastaligi" dir.

    6 aydir denize inmemissinizdir ama denizin orda oldugunu bilmek, "gidebilme ihtimali"ne baglanirsiniz.

    evci bi insansinizdir, ama gece hayati, bar vs gibi ortamlarin varligini bilme ve istegidiniz zaman "ulasabilme ihtimaline" baglanirsiniz.

    butun konserler, muzeler, tiyatrolar etkinlikler ordadir ama gitme sikliginiz senede bire donusmustur bile hayat temponuzdan, fakat nasi olsa elinizin altindadir dimi "istediginiz zaman kacabilme" ihtimaline baglanirsiniz.

    iste bu sehirde kaldikca nufuz eder bu hastalik, gittikce kronikleserek.
    ihtimaller hastaligi.

  • hatırlayanlar iyi bilir. bu dönem okuyanların bu sömestr tatilini asla unutmadıklarına eminim. o sene sömestr tatiline giren okullar 2 haftalık tatilin sonunda yoğun kar yağışı nedeniyle yanlış hatırlamıyorsam 1 hafta veya 2 hafta daha uzatılmıştı.

    bu o dönem okuyanların altın çağı gibi bir şeydi. bu kadar keyif veren ve o yoğun karın keyfini çıkarıp sömestr tatilinin kar tatiliyle birleşmesi muhteşemdi.

    zaten o günden sonra burnumuz boktan çıkmadı arkadaşlar. ne bir daha öyle kar yağdı ne de o hissi bir daha alabildim. bilseydim son olduğunu dönüp bir kez daha sarılırdım.

  • hakim der ki: sarhoş bir kadına tecavüz etmenin kabul edilebilir bir şey olduğunu bir an için bile söylemiyorum.

    sözlükte başlık açılır: sarhoş kadın tecavüzü hakeder.

    (bkz: sen yazma ulan ayı)

    edit: başlık ilk açıldığında sarhoş kadın tecavüzü hakeder şeklinde idi.

  • bir erkek bir anda mesajlaşmayı bırakmışsa, mesajlaşmaya başlarkenki niyet ya da amacının gerçekleşmeyeceğini fark etmiştir. fark ettiği anda film kopar. enerjisini başka seçenekler için harcamak ister, yeni amaçlar oluşturup yoluna devam edecektir.
    biz kadınlar gevezeyiz, o kadar çabuk bitiremiyoruz diyaloglarımızı. neyin yolunda gitmediğini görüp ders çıkartmadan bitirmeyiz hiç bir şeyi.