ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
azarlanan çocuğun ölümünü düşünmesi
-
bir nevi içten içe intikam alma duygusuyla hayalgücünün birleşmesi sonucu çocuk hissiyatının varabileceği son nokta. bir diğer tanımla da çocukluğum..
evi alt üst etmişim, vitrin aşağı inmiş, elektrik süpürgesinin borusu kopmuş, abime top atayımm derken vazoyu kırmışım, duvarlarda resimler, parkelerde çizikler.... evet evet aynen öyle....
ve gittiği misafirlikten ya da çarşıdan dönen anne eve girer...
- oğlum bu evin hali ne böyle?
- anne rasim gelmiş...
- ya sen ne biçim bi çocuksun? iki dakika kıçının üstünde oturamaz mısın?
- annee...
- bıktım senden bak bakalım akşamüstü dışarı çıkabiliyor musun sen?
- ann....
- rezil şey seni defol odana allahım ya nasıl süpürücem ben şimdi evi, daha da yeni almıştık...
- üühühüüüü
odasına çekilen ben bir yandan sular seller gibi ağlar, bi yandan hıçkırık nöbetleri ile sarsılırken kafamdan çektiğim film sahne sahne akardı:
'pencereyi açıyorum. bir kağıda 'anne seni her zaman sevdim' yazıp aşağı atlıyorum. annem çığlıklar içinde... cenazemde herkes ağlıyor. babam bitkin. 'nereye gittin oğlum' diyor. herkes perişan. herkes beni seviyor herkes beni seviyor'.
ve hemen ardından başka bir senaryo:
' o kadar çok ağlıyorum ki nefessiz kalıp ölüyorum. içeri annem geliyor ve 'naptım beeeen' diye ağlıyor. işte beni üzdü sıra onda, o da üzülsün'.
bu görüntüler eşliğinde ruhum dayanamıyor ve bağırmaya başlıyorum:
-keşke ölseydim de sen de rahat etseydiiiiinnnn
ehh ana yüreği işte. az önce azarlayan o değilmiş gibi ağlamama, son söylediğim lafa dayanamayıp odama giriyor, sarılıyoruz, hemen ölme planlarını bir dahaki sefere kadar rafa kaldırıyorum ve hayatı ve annemi seviyorum. hem de çok.
'keşke ölseydim de siz de benden kurtulurdunuz' diye bağırdı yarım saat önce 6 yaşında dünyalar tatlısı kuzenim. aklından neler geçtiğini biliyorum bebek beni kandıramazsın ahahaha:)
1 mayıs 2020 türkiye'de hayat pahalılığı
-
abim avustralya'da iki senede iki araba aldı, birisi suv. ilkini satmaya bile uğraşmadı. garajda duruyor. benim iki senede biriktirdiğim parayla ancak üç tane iphone alınıyor. ama çok şükür namaz kılan yöneticilerimiz var.
yaran diyaloglar
-
magazin muhabiri: tolga bey sakal bırakmışsınız, muhteşem yüzyıl'da mı oynayacaksınız?
tolga çevik: hı evet, sadrazamın sol tarafında duracağım.
doktor hasta diyalogları
-
- benim ilaçlarım var, yazılcak.
- nedir teyzecim?
- biri ümürhan, öteki piridlon.
- neyy?
- ümürhan!
- imuran mı?
- hee.
- öteki?
- piridlon.
- haa, prednol mü?
- hee.
- ne için kullanıyosun teyze bunları? böbrek nakli mi oldun?
- yok, pemfigus vulgaris var bende.
- ?!? (pemfigus vulgarisi dosdoğru söyledi.)
iş mülakatlarında sorulan sinir sorulara cevaplar
-
uzun ve yorucu yolculuk ertesinde yaklaşık bir saat boyunca insan kaynakları çalışanlarının gelmesini bekledikten sonra mülakatte;
- hmm.. biliyosunuz fransızca bilmeniz bizim için pek birşey ifade etmiyor. ?
- hmm.. isabet olmuş bende sizin için öğrenmemiştim*
kitab okumayanlar cail deyildir
-
ayrıca kitap okumayanlara cail diyenler kendini beyenmiş namkör insanlardır ve ben öyle insanlardan tiskiniyorum. herkez haddini bilmeli. daha yazardımda şarzım bitiyo.
odada sarı ışık sevenler derneği
-
uzun yazıcam goygoysa goygoy..
bu derneğin üyelerinin geçmişinde dersanelerde, etütlerde akşam vakti florasana maruz kalma depresyonu geçirmiş olma ihtimali yüksektir. yok teğet kiriş, yok iç açı, huop burdan hayali çizgi çekiyoruz, aha ikizkenar üşgen çıkıyor..
hava kararmış beşte.. saat olmuş yedi.. tepede beyaz lamba, ortada beyaz tahta, duvarlar beyaz, hocanın önlüğü beyaz, öndeki melisin sütyeni beyaz.. ulan sanki ariel ultra reklamı çekiyoz ak..
o yüzden üniversitede beyaz ışık zaafımı bildiğimden sarı ışığa yöneldim. ibne de olabilirdim. hafif atlattık yani. hep ergenliğin bokları bunlar.. velhasıl ders çalışma ortamı geniş olacak bi kere, ben final zamanları salona el koyardım. ayrıca ışık faktörü çok önemli. kuvvetli sarı ışık benim tercihimdi, bursa gazcılar caddesindeki elektrikçilerde 200w akkor lamba gördüm geçerken, dedim aha bu işte.. dükkandaki çırak abi camiye mi alıyosun dediydi.. bi de manavlar takıyomuş bunlardan tezgaha. he he dedim 3 tane aldım evdeki avizeye. linktekiler:
http://turkish.alibaba.com/…nt-bulb-1163582438.html
eve gelince uyandım ki ya bu ampuller diğerlerin iki misli boyutta, bildiğin ayı taşşağı kadar.. tavandaki avizeye bıraktım takmayı, ucu bile girmiyor. neyse taşları sök avizenin demirleri kes, valideden bi araba laf ye.. ama kararlı olmak ve yapmak esastır. gören sanki ali sami yen'e ışıklandırma kuruyor zanneder..
salon 6x5.5 ebatlarında büyük değil, 3x200 lük lambaları da takınca ağır mı gelecek diye merak ediyordum. o ilk deneme anını hatırlıyorum hala .. ikili anahtarı aynı anda basınca tuhaf bir şey oldu, tarif etmek zor. her yer böyle yanıyor gibi, koltuklar, halılar.. acayip bir cayır cayır hissi yani.. (bkz: yanıyosun fuat abi)
o lambaları vize-final dönemi gelince takıp, bitince çıkarmak artık ritüel mi desem, totem mi desem saçma salak şeyler hakkaten. ama kendini iyi hissediyorsun önemli olan bu. o üç lamba adamı fakülte birincisi* yapıyor icabında.. isteyen denesin.. elektrik faturası yaz okulu parasından az gelir, ha yoksa aynı dersten beraber kalıp manitayı boş eve atacaksan, o zaman da bu lambayı duvara yansıtacaksın bir sistemle.. artık masa lambasını mı ters tutarsın, ikea dan mı bulursun o sana kalmış. sıfır gölge, güçlü yansıma..
bebek gibi ciltler.. 5 bira atsan o şekil hatunu göremezsin. yani içkiden de tasarruf ettiriyor..
hani yiğit buluta ampülü savun deseler benim burda yaptığım kadar yapamaz. valla bu ampul başka diyelim. laf salatasını keselim.
sözlükçülerin karşılaştığı efsane yobazlıklar
-
lisede kapanmaya karar verdim. ailem çok tepki gosterdiler babam falan dövdü hatta ama yılmadım. başörtümü bağlayıp,heycanla okuluma gittim sabah. sanki herkes bana bakıyor,işaret ediyor gibiydi. o dönemler baya sıkıntılı tabi.
sonra derse girdim. sevdiğim bir öğretmenim beni azarlayip başörtümü çekti sacimdan. şaşırdım tabii. "ınsanların inancına hiç mi sayginiz yok hocam "
dedim. o da bana "saçmalama oğlum git tahtayı sil" demişti. hatırladıkça hala üzülürüm. o günden sonra zaten dini imanı boşladım. kısa kısa şortlar giyip geziyorum.
sevgilinin söylediği unutulmayan sözler
-
''belki bir gün, sen beni affedebilirsin. belki bir gün, ben seni affedebilirim. lakin hiç doğmamış olan, ikimizi de affetmeyecek. hoşcakal!'' asla unutamadım.. unutamam..
türk dizilerinden nefret etme nedenleri
-
tecavüz, kabadayılık, ölüm, ağalık sistemi, aldatma, köşkler, kalp krizi gibi her türlü depresif, aşağılayıcı ve özenti konulardan bıkılmaması; nadiren de olsa üretilen eğlenceli dizilerin yayından kısa sürede kaldırılmasının (bkz: üsküdar'a giderken/#24863008) getirdiği nedenlerdir.
senaryo: yoktur, romanlardan alıntılar, yurtdışındaki dizilerden çalmalar ya da yarım yamalak tarih vardır.
kurgu: dizinin iki saat sürmesi için gereken her şeydir. en basit sahnelerin bile dakikalarca sürmesi eklenince çekilmez oluyor. adam kadına onu sevdiğini söyleyecek;yaklaşıyor, bakışıyorlar, sarılıyor, bidaha bakışıyorlar, elini tutuyor, bidaha bakışıyorlar, "ayşe" diyor, ellerine bakıyor, bidaha bakışıyorlar, gözlerini kapatıyor veeeeeeeeeeeeeee reklam giriyor ^^ neyse 20 dk reklam sürüyor, sarıldığı sahneden başlıyor dizi. bidaha bakışmalar falannnnnnn kapı açılıyor!!! kızın eski sevgilisiiii!!! buna tecavüz etmiş. sonra bütün paralarını alıp bırakmışşş!!!!! ondan çocuğu olmuş ama adamın haberi yokkkk!!!
allah hepinizi belanızı versin ne diyim..
görsellik: sahip olduğumuz görsel teknoloji kıyafetten ve köşklerden ibaret.
(bkz: küçük sırlar vs gossip girl)
(bkz: arka sokaklar vs csi ny)
(bkz: umutsuz ev kadınları vs desperate housewives)
ps: istisnalar hariçtir: süper baba, işler güçler, üsküdar'a giderken
esra elönü
-
konuşan türban. sadece türban da başvursa mecburen köşe verirlerdi, dönem o dönem çünkü.
edit: şeriata aykırı olmaması için bazı ifadeler yumuşatıldı