hesabın var mı? giriş yap

  • yumurta rengi tamamen yumurtlayan tavuğun rengi ile alakalıdır.
    eğer tavuk beyazsa beyaz yumurta yumurtlar.
    eğer tavuk karışık renkli ise genelde kahverengi yumurta yumurtlar.

    seri üretim yumurtaların genelde beyaz olmasının sebebi ise özel olarak üretilen yumurta verimi yüksek tavukların beyaz renkli olmasıdır.

    ayrıca yumurta sarısı rengi ile de oynayabiliyorlar.
    tavuğa verdikleri yiyecekler ve ilaçlar ile sarısının rengini ayarlayabiliyorlar.

  • bombus, renkli tüyleri olan, türdeşlerine göre oldukça iri yapılı ve genelde toprak altında yaşayan bir yaban arısı türüdür. bombuslar ın uzun dilli türleri, çiçek borusu uzun olan çiçeklerden de çiçek tozu ve bal özü alabilir. bu, diğer arılar için oldukça zor hatta imkansız bir işlemdir. hatta bazı türler, bal özüne ulaşabilmek için önce çiçeğin dış kısmını ısırır ve açtıkları delikten dillerini içeri sokarak kolayca beslenir. bombuslar ın göğüs bölgesinde tutunma ve yürümeyi sağlayan üç çift bacakları vardır. bu bacaklardan birinci çiftte antenlere bulaşan çiçek tozlarını ve diğer tozları temizlemek için özel temizlik gereçleri vardır. bu sayede koku alma organı olan antenler sürekli temiz tutulur. bombuslar ın diğer bacaklarında çiçek tozu taşımak için sepetçikler ve çiçek tozlarını doldurmaya, gerektiğinde sıkıştırmaya yarayan fırçalar bulunur. bombuslar vücut ağırlıklarının yarısı kadar yükü rahatlıkla taşır. bu arılar zar şeklindeki iki çift kanatları sayesinde uçar. birinci çift kanadın arka kenarında, ikinci çift kanadın ise ön kenarında bir seri kanca bulunur. bunlar uçuş sırasında birbirine kenetlenir, böylece ön ve arka kanatlar birlikte ve daha güçlü hareket edebilir. bunun dışında uçuş için ısı üretimi de zorunludur. aktif olarak uçan bir bombus'ta gövde bölgesinin sıcaklığı 35-40oc olur. bunun için bombuslar uçuşa geçmeden önce belli bir süre ısınır.

  • karadenizliler öfkeli. çünkü kendi fikirlerindan farklı fikirleri kabul etmiyorlar. kendi fikirlerini değiştirme, ortama uyum sağlama, farklılığı kabul etme, empati gibi yetileri gelişmemiş. başkalarının nasıl olur da kendileri gibi düşünemediğini kavrayamıyorlar. iletişim yetenekleri yok. sürekli baskın olmak istiyirlar. bu da öfke patlamasına dönüşüyor.

  • seni şu laflarından ötürü alıp hapse tıkmayan adalet sistemine ne demek lazım bilmiyorum. adam resmen kendi ağzıyla terör/darbe çağrısı yapıyor ve buna rağmen halen dışarıda duruyorsa yazıklar olsun.

  • her dizide birileri kadın dövüyor, sonra da o kadın o adama ya aşık oluyor ya da onu affediyor. ben daha dizilerde dayak atıp yargılanan, bunun sorumluluğu altında ezilen erkek görmedim.

    sonra bu hikayeleri yazanlar şov uğruna bildiri yayınlarlar. önce bokunuzu temizleyin.

    ozan güven de bokunda boğulsun.

  • ''modern dokunuşlarla yepyeni bir boyuta taşıyor'' yazısını okuduktan sonra kesinlikle 675 tl eder dediğim anahtarlık, dokunuşlar önemli çünkü.

  • her şey dalgınlıkla adamın birine fazladan iki ekmek satmamla başladı. *
    -bakkal osman efendi

  • --- ufak tefek spoiler ---

    budizmle haşır neşir olduğunu bildiğimiz jim jarmusch'tan güzel bir zen koanı.
    evvela en bariz olanı söyleyelim: paterson şehrinde şoför paterson, paterson içinde paterson. insan küçük evrendir. kendi içinde kendini arar. (dönüp dolaşıp geleceği yer de yine kendisi olacaktır. bir pazartesi sabahı başlayan hikaye yine bir pazartesi sabahı çemberi tamamlayacaktır.)
    filmdeki siyah-beyaz birlikteliği dikkatinizi çekti mi? hep bir arada olmaları? yaşamda birbirinin zıttı gibi görünen her şey her zaman birlikte, yan yana dururlar. aralarında bir çatışmadan ziyade uyum söz konusudur. ve karşımızda paterson ve sevgili eşi laura: iranlı olduğunu bildiğimiz, nispeten esmer laura ve eski deniz subayı, beyaz tenli, amerikalı paterson.
    paterson laura'nın perdelerindeki çemberleri çok beğenmişti. "hepsinin farklı büyüklükte olmasını beğendim," demişti. bu arada, çemberler, enso çemberine ne kadar benziyordu.
    madem çember dedik, bir de şu dönüp durma, rutine binme meselesi var. tabi böyle bir şey yok aslında. bir rutin yani. ya da bir tekrar. uzaktan baktığımız için bize her şey hep aynıymış gibi geliyor. evet paterson her sabah benzer şekilde uyanıyor, saatine bakıyor, vs. ama durumun tam tersi olduğunu göstermek için jarmusch paterson'ın her uyanışında kadraja saati de alıyor. her sabah farklı saatlerde uyanıyor paterson: 6:15, 6:35, vs. birbirlerine ne kadar benzeseler de hiçbiri bir diğerinin aynı değil.
    şiir konusuna geliyoruz yavaş yavaş. bu arada ben de filmi izlerken farkettim. filmde adı geçen şairlerin ve dahil oldukları new york ekolünün şiirleri (en azından biçimsel olarak) haikuya ne kadar benziyor. mümkün olduğunca süssüz, sıradan şeylere dair. dolaptaki erikler filan. benzer bir tutum paterson'in karaladigi şiirlerde de göze çarpıyor. şiirden çok günlük hayatın, şeylerin birer betimlemesi gibiler. peki haikunun da hemen hemen böyle bir biçime sahip olmasının nedeni nedir acaba? çünkü bir gerçeğe, hakikate ulaşılacaksa, niyet bir satori ise, bu yine günlük hayatin içinden, şeylerin kendisinden çıkacaktır. hakikat öyle yerin dibinde ya da göğün tepesinde bir yerde değil. şeylerin kendisinde, hatta şeylerin bizzat kendisi. bu satori konusuna tekrar döneriz ama bir de şiir yazan şu küçük kız vardı. paterson ne kadar etkilendi kızın şiirinden, eve dönene kadar kendi kendine mırıldandı durdu. böyle güzel bir şiiri ancak bir çocuk yazabilir çünkü. şeyleri oldukları gibi görebilmek için bir çocuk olmak gerekir.
    ve final. şelaleyi izleyen paterson'ın yanına gelip bir japonun oturması sanırım tesadüften daha fazla bir şey. dönüp gidecekken son bir kez paterson'a bakıp "aha!" demesi. nedir bu "aha!"? belki paterson'a bir satori yaşaması için edilen küçük bir yardım. satori, zaten, tanımlanırken de, kolay anlaşılsın diye, bir "aha moment" ya da eureka, olarak anlatılır. çember tamamlanıp paterson başa, ama bir biçimde yine de başka bir yere dönerken satorinin yeni bir olanağı da sunulur kendine. "aha!"

    --- ufak tefek spoiler ---