hesabın var mı? giriş yap

  • lise 2.. latince sınavı.. soru: "latince bir deyim yazınız"
    istenen cevap: veni vidi vici türünde ünlü bi söz
    arkadaşın aklına hiçbişey gelmedi... o da türkçe bi deyimi alıp çat pat latincesiyle latinceye çevirdi! deyimin türkçesi: "herkes gider mersine ben giderim tersine"
    latincesi: "omnis alea mersinae alea versae"!
    bütün bu emeğe karşı puan yok...

  • kült olmaya aday nefis bir juan josé campanella filmi. sinema-tarih buluşmasının ilk gününde izleme şansı bulduk.
    fonda arjantin cuntası, önde bir adliye görevlisi. 30 sene önce işlenen bir tecavüz ve cinayet olayının üzerine gidiyor. gerek teknik,gerek anlatım, gerekse anlatılan açısından bazı anlarda soluk kesen bir film. bolca varoluşçu sorgulamalara da imza atıyor,sıkmadan daraltmadan.

  • iran devriminde sosyalistler, sırf batı karsıtlıgı icin humeynilerle isbirligi yaptılar.
    alın size batının pis degerlerinden uzak iran.
    doya doya yasayın.
    gerci simdi de sosyalistler sırf abd karsıtı diye iran ovuculugu yapıyor. nasıl bataklıga
    dustuysek ulkenin egitimli kesiminin sevdigi yerler bile rezil.

  • resmi gazete'de yayımlanan karara göre aşı karneli kedi, köpek ve kuş gibi evcil hayvanlar, yolcunun kucağında veya oturduğu koltuğun önünde kafeslerinde kilitli olacak şekilde otobüslerde taşınabilecek. daha önce taşıtın içinde yolcularla birlikte canlı hayvan taşınmasına izin verilmiyordu.
    bu kararla otobüs yolculukları artık daha eğlenceli olacağa benziyor.
    kaynak:
    haber linki
    karar maddesi

  • bu geceki efsane begüm ayarından aklımda iki cümle kalmış, topluma hizmet amacıyla paylaşıyorum:

    1. öyle 3-5 tane kamyon arkası yazısı ezberlemekle delikanlı olunmuyor.
    2. süper kahraman logosunun içine kendi baş harfini koymakla da süper kahraman olunmuyor.

  • dün gece yine izledim. yine kahkaha krizleri eşliğinde. korona tecritinin yarattığı sinir bozukluğu da yok değil hani. bu filmi bu kadar özel kılan şey üstüne ister istemez yeniden düşündüm. başlıkta film didik didik edilmiş, üzerine ekleyeceğim pek bir şey yok ama bana göre tüm zamanların en iyi komedi filmi olan şu filmde cohen sineması mizahının major ifadesini bulmak zor değil. sinemasal yelpazelerinde suç/ drama- komedi- kara mizah ekseninde bir çeşitlilik olan ve el attıkları her türde neredeyse bir başyapıt veren kardeşlerin sırrı üstüne ister istemez düşündüm. benim için the big lebowski ve barton fink sinema tarihinin magnum opuslarındandır mesela. ama neden?

    dün big lebowskiyi izlerken daha önceki seyir deneyimlerinden farklı olarak filmin iskeletine bakmaya çalıştım dikkatli şekilde. filmin kara film anlatılarına yakınsayan tekinsiz ciddiyetsizliği, türler arasında yaptığı serseri mayın yolculuk onu tamamen bir taklide, pastişe ya da parodiye dönüştürebilecekken tüm bunları doğru, dengeli bir şekilde formüle ettiği örnek yapısıyla poetikasını da değerli kılmayı başarıyor.

    karakter, durum, diyalog triosunu yer yer absürt, yer yer gerçeküstü sayılabilecek bir evrenin içinde sonuna kadar örnek oluşturabilecek bir tutarlılığa sabitlerken olup biten her şeyin nedenselliğini de bir an olsun es geçmiyorlar. bu kadar saçma görünen olaylar silsilesi için de duygusal motivasyonu kolaylıkla dağılabilecek karakter-neden- sonuç ilişkisini, özellikle perde sonlarındaki dorukların devingenliğini bir an olsun gevşetmiyor cohenler. çok karmaşık gibi görünen film yapı içine serpiştirilen her motif açıklayıcı bir hale geliyor ve en önemlisi görevini doğru şekilde yerine getiriyor.

    filmde havaya sıkılmış tek bir boş diyalog yok. diyalogların sürekli bir referans halinde olması, öykü çizgisinin hemen belirmesi ve sürekli genişlemesi, devingen düğümlerin süreklilik içinde aksamadan seyir dikkatini hep hazırda tutması filmi bu kadar özel yapan şeylerin başında.

    mesela iyi filmlerle ilgili onlarca tanımlama vardır. estetik, kuramsal, entelektüel birçok tanımlama yapılabilir kişisel zevk ve beğeni noktasında. ama benim deen çok itibar ettiğim tanımlamalardan biri şudur:

    iyi film süresini hissettirmeyen filmdir.

    the big lebowski 110 dakikalık, oldukça yoğun, yorucu olabilecek yapısını sihirli bir şekilde hiç hissettirmiyor ve seyircisini bu deneyim içinde tutmak için ucuz numarala başvurmuyor. yönetmenlerin sinemasal tevatürleri yorumlarken meydan okumaktan çekinmeyen cesaretleri takdire şayan. fakat burada yine garip bir şekilde mütevazı olmayı başarıyor cohenler. yani böyle bir yapı ve meydan okumayı gösteri ya da şova dönüştürürerek plastikleştirebilecekleri bir hubrise yenik düşmüyorlar. baştan sona kadar ne yaptıklarını çok ama çok iyi biliyorlar.

    cohenler senaryo meselesine çok kafa patladan adamlar. bunu türler arasında gezinirken yarattıkları karakter ve durum özdeşliğinde okumak zor değil zaten. mesela komedilerde çok bilinmeyen ve adına üçlü kural denen bir formül vardır.

    bir ya da, iki hazırlık repliğinden sonra vurucu 3. replik gelir mesela. bir manada dişi replik diyebileceğimiz bir benzerlik bu. filmin eksiksiz mizahını yaratan her sahnede böyle bir diyalog yapısı var.

    mesela ben filmi her izlediğimde yeni bir diyalog keşfediyorum. film bu konuda o kadar zengin bir içerik sunuyor ki izleyiciye, o bombardıman içinde izlerken bazı şeyleri atladığınızı görüp, her izleyişte filmi yeniden keşfediyorsunuz. filmin aleyhine işleyen tek kötü yanı da bir bakıma bu. çünkü bu filmi kaç kere izlersem izleyeyim bazı spesifik ayrıntılarını hemen unutuyorum ben. senede bir kere izlesem bile filmin çoğunu umutmuş oluyorum. aslında filmin aleyhine işliyormuş gibi görünen bu durum aynı zamanda filmi bu kadar değerli kılan şeyin sihrini de açıklıyor. cohen'lerin kurduğu, dur durak bilmeyen, baş döndürücü, bir an olsun ivme kaybetmeyen,tansiyonu yüksek dramatik yapı örnek bir modele dönüşüyor.

    filmde çok yoğun, devingen bir komedi mekaniği var. bindirme - anımsatma - üçlü kural - yanlış anlama - tekrarlama - geciktirme - ironi gibi. tüm bunlarla kurulan komedi skalasının genişliği ve en önemlisi formül edişteki kusursuzluk bu filmi tüm komedi filmleri arasında zirveye koyuyor zaten. açıkçası bu filmin her açıdan kusursuz sayılabilecek, oldukça detaylı, incelikli işçiliğine yaklaşabilecek bir film çekilebileceğini düşünmüyorum bir daha.

    oyunculuklara uzun bir parantez açmak gerek ama zaten bunlarda binlerce kez tekrarlanmış şeyler. elbette dud ve walter lolomatif gibi görünürken, kaç saniyeliğine olursa olsun sahneye giren herkes iz bırakıyor. hele ki eşssiz john turturro kompozisyonu jesus...

    başka bir filmde kartonlaşmaya, tip seviyesinde kalmaya mahkum olabilecek her rol karaktere dönüşüyor. filmde kaç dakika göründüklerinin hiçbir önemi yok. ama onları bu denli önemli yapan şey ana karakterin yolculuğuna eşlik ederken, kendi özerkliklerin yaratacak donelere sahip olmaları. sadece bir eşlikçi, yancı olarak kalmıyor karakterler. geçen gün after life'da yazmıştım mesela. garvis diziye koyduğu tüm karton karakterleri kendi karakterine kurban ediyor, onca varlıklarına rağmen. ama cohenler öyle bir senaryo mühendisiliği yapıyor ki akılda kalıcı karakterlerin süre gözetmeksizin nasıl yaratılabileceği hususunda bedava ders veriyorlar.

    neyse, övmeler doyadık ama ben filmi dün gece izledikten hemen sonra bir daha izleme isteği duydum sıcağı sıcağına. bun bana hiçbir film yapmaz. mesela şu nihilist motifiyle kurulan komediden tek başına film çıkar. buralara yazılmıştır kesin ama dün filmin finalinde cereyan eden otopark sahnesindeki diyaloglar gözümden yaşlar getirdi. cohenler cidden kendileri ve evrensel sinema için aşılmaz bir çıta olarak (bir bakıma lanet) çekmişler bu filmi.

    -bunlar nazi mi walter?
    - hayır, nihillistler donny. korkacak bir şey yok.

    bu akla şapka çıkarıp, önlerinde secde ediyorum.

    şu kapatılma günlerinizi biraz olsun normalleştirmek için oturup izlemenizi öneririm the big lebowski'yi. katmerlerli sinir bozukluğunuzun gazını alacak, hatta ondan faydalanarak sizi tatlı bir krize sokabilecek komedi dozunu es geçmeyin.