hesabın var mı? giriş yap

  • -akrabaların stüdyoda çekilmiş düğün fotoğraflarının camlı vitrine konmaması
    -çalışan bireye ait özel çalışma odasının olması

  • miyazaki'nin filmlerinde çok güçlü bir ruh leitmotifi var. öyle ki, filmlerin can alıcı sahnelerini ruh'tan ayrı şekilde yorumlayamıyoruz. örneğin gökteki kale'de madenlerde yaşayan pom'un, sheeta'nın kolyesinin esrarını fark ettiği sahnede güçlü bir animizmle karşılaşıyoruz. animizm insan dışındaki fenomenlerde de ruh'un bulunduğunu, bu sebeple de bütün nesnelerin bilince sahip olduğunu söyler. pom da yeraltında yaşaması ile taşların fısıldaması arasında bağ kurmuyor mu? işte bu animizmin bir örneği. gökteki kale'ye karşılık prenses mononoke ise tamamıyla animistik filmdir.

    imdi, miyazaki'nin filmlerinden çıkartılması gereken ilk ders şudur: her nesnenin ruh'u olduğu için, bütün nesnelere saygı duyulmalıdır. filmlerdeki karakterleri iyi ve kötü olarak ayırırsak, iyilerin bütün nesnelere saygılı, kötülerin ise saygısızca davrandığını görebiliriz.

    ruh'u kabul etmenin sonuçları vardır. çünkü ruh bütün metafizik kuramlarının temelidir. ruh yoksa metafizik de yoktur. antik yunan'ın en maddeci filozofları olan tabiat filozofları bile ruh'u inkâr etmemişler; ruh'un, kabul ettikleri arkhe'nin bir formu olduğunu iddia etmişlerdir. meselâ demokritos'u ele alalım. o, bütün doğanın temeline madde olan atomu yerleştiriyor. düşüncelerin ve duyguların oluşumunu bile atomlara bağlıyor, bunların atomların vücuda akışının ürünleri olduklarını iddia ediyor. gelgelelim böylesi maddeci bir filozof ruh'u inkâr etmiyor. ruh'un, küre biçiminde olan kusursuz atomların ürünü olduğunu söylüyor. evet, demokritos'ta ruh kavramı alabildiğine maddîdir, ama en nihayetine vardır. yine materyalist olan sammos'lu hippon, arkhe'nin su olduğunu kabul ediyor. ona göre ruh, yaratıcı gücü olan bir çeşit suymuş. en koyu maddecilerin bile ruh'u kabul etmelerindeki sebep, hareketi salt maddeyle izah edememeleridir. antik çağlarda yaşamış ve eserleri günümüze kadar ulaşabilmiş filozofların kosmogonia'larında en maddeci olanlarının dâhi olağanüstülüğe başvurduklarını görmemizin sebebi budur.

    maddecilerin yapamadığını (veya yapmadığını) anaksagoras yapıyor ve ruh'u ilk defa maddeden ayrı olarak ele alıyor. artık felsefeye düalizm hâkim olmaya başlıyor. bir tarafta saf madde, diğer tarafta ise nous'a sahip bir ruh. nous, yani akıl artık maddeyi yöneten hâkim güç konumunda oluyor. işte, sokrates'in anaksagoras'ı tabiat filozoflarından daha akıllı görmesinin sebebi yaptığı bu ayırımdır. dikkât edin, sokrates ethik'in kurucusudur. ethik, maddeyi yöneten ruh kuramının tabiî sonucudur; çünkü temelde "madde nasıl yönetilmelidir" sorusuna yanıt aramaktır.

    miyazaki'nin filmlerinde de ethik oldukça önemli bir yer tutar. ruh'u önemseyen iyi karakterlerin maddeyi "iyilik" için kullanmaya çalıştıklarını, ruh'u umursamayan kötü karakterlerin ise egoistçe arzularına kavuşmak, bir başka ifadeyle "kötülük" için kullandıklarını görürüz. demek ki miyazaki filmlerinden çıkarmamız gereken ikinci ders şudur: insanlar maddeyi, bir başka ifadeyle "gücü", ortak iyilik için kullanmalıdırlar. meselâ gökteki kale'deki olağanüstü güce sahip olan bir robotun, doğa'yı korumak için elinden geleni yapması bunu temsil etmektedir.

    son olarak bir şeyden daha bahsedip yazıyı daha fazla uzatmamak istiyorum. miyazaki'nin, iyi ve kötü karakterlerin yanı sıra devletin de yer aldığı filmlerinde bir şey fark ettim. kötü karakterlerin hemen hepsi iyiliği bulabiliyor. ama devlet yetkilisi olanlar bulamıyor. bunun sebebi, kötü de olsalar insanların içindeki kalp tüm heyecanıyla çarpıyor. duygular hâkim olmaya devam ediyor. kalp çarpmaya devam ettiği için iyiliği bir kez tattı mı bırakmak istemiyor. meselâ dola'yı dönüştüren güç tanıklık ettiği aşk'tı, aşk ise iyilerin iyisidir. ama muska devlet yetkilisiydi, duygularını bir köşeye itmiş ve olaylara yalnızca aklın penceresiyle bakıyordu. kalbini söndürmüştü. dolayısıyla iyiliği hiçbir zaman tadamadı, dolayısıyla dönüşemedi. tam da burada, hint felsefesinde (veya doğu felsefesinde) oldukça önemli bir yere sahip olan güneş ve ay, yani kalp ve akıl metaforunu anımsamak ufuk açıcı olabilir. nasıl ki ay, ışığını güneş'ten alıyorsa; akıl da ışığını kalp'ten almalıdır.

  • az önce hastanenin birinde akp seçmeni olduğunu belli eden bir amcayla aramızda geçen diyaloğa sebep olan dolar kuru. diyalog da şu şekilde

    dayı:d
    ben:b
    arkadaşım:a

    b:dolar 8 tl olmuş sabah sabah. euro da 9.50 ye dayanmış gördün mü ? ( arkadaşıma söylüyorum)

    a: ciddi misin ? (vs derken dayı araya girer)

    d: yav gençler bunları yayıp hökümeti indirmeye çalışıyolar bakmayın öyle şeyler bizi etkilemez biz güçlü bi devletiz dıj güçler oyun oynuyolar üstümüze

    b: haklısın amca neyse ki reis sağolsun bu oyuna gelmiyoruz. dimdik duruşumuzu gösteriyoruz ibreti aleme.

    d: aslanım benim. reis olmasa halimiz ne olurdu bizim, bu ülke ne hallere gelirdi...

    b: haklısın amca. hem doların artışı bi açıdan iyi bir şey çok şükür reis sağolsun. dolarla maaş alan bizim gibi insanlar ne kadar şükretse az. sen emekli misin amca maaşından memnun musun ?

    d: ıııeee evet emekliyim alıyoruz çok şükür bir şeyler.

    b: alıyorsundur tabi amca devletimiz günü gününe yatırıyo çok şükür maaşlarınızı. bir kaç tane de evin vardır ben daha 2. evi yeni aldım yaşım genç malum.

    d: yani uğraşıyoruz daha evladım alamadık henüz

    b: şükret haline amca şükret. ya başımızda reis olmasaydı ? hadi iyi günler kendine iyi bak

    dayı arkamızdan kara kara bakarken usulca uzaklaşırız ordan. bu millete bir şey anlatıcaksan kıskançlık en iyi yöntem. bu dayı 3 gün kendini yer şimdi.

  • enseyi alıyorum abi
    hı-hı...al
    yanları bırakayım mı abi?
    hı -hı bırak

    o yüzüme sürttüğü fırça ne? enseme sürdüğü tuhaf kokulu pudra. birilerinin kulağına vurduğu alevli çubuğu kim akıl etti?
    alex göndermeleri iyi oldu abi?
    ya tabii şimdi.
    valla ben bi şey demiyom dış güçler var.
    gibi. yani

    gözlerini kapat abi.
    kapandı.
    abi aç.
    anam içim geçmiş.
    ense nasıl olmuş abi?
    iyi.

    zira o sırada ben hiçbir şey bilmiyorum. cahil, itaatkar, ezik, konformist. "al şu usturayı ananı babanı kes" dese o an "ne oluyor lan?" diyemeyecek insanlar var. ben de onu diyemem belki ama üzülürüm çok.

  • kız sizinle zor bi durumunu paylaşmış, fikir almak istemiş, belli ki sizin kadar insan içinde değil, paylaşacak fazla insan yok etrafında, yaşça da küçük... sizin verdiğiniz tepkilere bak. yok imla yok bilmem ne.

    az biraz insan olun be. azıcık.

    inanmadıysanız, ciddi bulmadıysanız da "ya gerçektir falan" deyip başka bir başlığa gidiverin, zor değil. bir fikriniz varsa da insan gibi entry girin, yardımcı olun.

    birine yardım etmek iyidir, insan olduğunuzu, yaşadığınızı hissedersiniz.

  • büyük buhran sırasında birçok insanın, söz konusu kıyafetler olduğunda ne giyeceklerini seçebilecek şansı bulunmuyordu. bu nedenle de pamuk un çuvallarından yapılan elbiseler dikmeye başladılar. görsel

    un çuvalı üreticileri bu durumun farkına vardıklarında üzerlerinde farklı desenler bulunan çuvallar üretmeye başladılar. bu çuvallar, nasıl yıkanacaklarına dair talimatlar da içeriyordu. görsel

    zamanla un çuvalından üretilmiş kıyafetler gitmek moda haline geldi. kadınların dikiş becerilerini sergilemesi için un çuvalından kıyafet dikme yarışmaları düzenlendi. un çuvalından üretilmiş olan kıyafetler 1960'lı yıllara kadar yoğun şekilde kullanıldılar.

    fikir akıllıca, çuval üreticilerin jesti ise harikulade gerçekten.

    kaynak: historyofyesterday

  • bu yönteme gençleştirme denir. ve bu mevsimlerde yapılır. seneye tekrar yeşerir o ağaçlar. hatta, daha taze ve canlı sürgünler verir. ancak, ağaç hasta değilse yapılmaz.

    ağaçlar hasta ise, doğru bir tekniktir.

    edit : uyarılar geldi. bu teknik sadece hasta ağaca uygulanır gibi bir anlam çıkıyormuş.

    sonuç : gençleştirme tekniği; hasta ve/veya yaşlı ağaçlara uygulanır.

    edit 2 : açıklama geldi.

    debe editi : görsel dibinden kesilmiş bir ağacın yeniden canlanması.

  • soğan soyarken karşılaşılan ciddi bir mes'ele. bilindiği üzere soğan kabukları katman katman olur. dışa doğru iyice incelen katmanlar kabuk formunu alır. o kabuklar birer birer kaldırıldığında soğanın etli kısmına ulaşırız. yalnız bu katmanlarda öyle bir kritik nokta, yani kritik katman vardır ki kararsız insanı çileden çıkartır. söz konusu katmanın üst kısmı kullanılabilir alt kısmı ise biraz daha kabuğa yakın görüntüdedir. genelde o katman da çöpe atılsa da insanı düşünmeye sevkeder.