ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
30 mayıs 2015 messi'nin attığı gol
-
ulan adamın golünün tadını çıkartacağınıza hala defansa laf ediyorsunuz. ne insanlarsınız ya. hayatta sizi ne mutlu ediyor lan anlatsanıza biraz?
debe editi: oy verin.
suserlerin telefon/maaş oranı
-
iphone x, maaş: 1500 tl.
not: akpliyim
iş mülakatlarında sorulan sinir sorulara cevaplar
-
- çözdüğünüz problemlere örnek verebilir misiniz?
- havuz problemi
(başvuru formunu bir danışma şirketi hazırlamıştı, arkadaşı işe aldım)
kim takarsa taksın düğündeki altınlar geline ait
9 milyon mültecinin sınır dışı edileceğine inanmak
-
mümkündür.
türkiye'de olmaz denen neler oldu. algı pezevenkliğini bırakın da gideceklerine ikna olun. ılıklar bunu inkar eder ama gönderilecekler.
tek gereken yetkidir. esad'la yapılacak görüşmeler ardından dostluk anlaşmasıyla gerçekleşecektir. akp istediğini yapmakta serbest ama gelecek hükümet yapamaz. yok öyle yağma. halk zaten millet ittifakına bunun için oy verecek.
make türkiye great again.
cem yılmaz vs şahan gökbakar
-
birisi turizm ve otel yönetimi okulunun tiyatro kulübünü kurmuş, diğeri de tiyatro bölümünde turistmiş gibi duruyor.
müzik
-
şöyle bir trend var son yıllarda.
bu trendi doğru anlamak için 30-40 sene önceki duruma bir bakmak gerekiyor.
30 sene önce şarkılarınız varsa besteciyseniz şarkıcıysanız, şarkılarınızı yayınlamanın yolu plak şirketinden, dagıtımcıdan ve şarkları profesyonel bir studyoda kaydetmekten geçiyordu.
studyoda kaydetmek için kayıt vs yapan mühendise, enstrümanistlere ihtiyacınız vardı.
studyolara ve studyo muziyenlerine erişim pahalı olduğu için bunu finanse etmeye ihtiyacınız vardı.
cepte bu yatırımı yapacak para yoksa bu işi finanse edecek bir plak şirketi bulup onları şarkıyı yayınlamaya ikna etmek gerekiyordu.
plak şirketinde ikna etmeniz gereken ilk kişi güncel piyasanın nabzını tutmak ve yeni potansiyel hit-şarkıcıları bulmakla görevli a&r - yani artist and repertoire temsilcileri idi. filmlerde falan gördüğünüz sanatçıya kartını veren görüşmek isteriz diyenler a&r'cılardır mesela.
bu adamlar da canlı muzik yapan mekanlarda dolanır grupları /sanatçıları sahnede izlerdi.
yani sizin önce sahnede şarkılarınızı çalıyor olmanız lazımdı.
yani bir grubunuz olması gerekiyordu.
bu grubun da bir maliyeti vardı. solist-sanatçı iseniz mesela orkestra tutar, parasını verir sahneye çıkardınız. bu maliyet.
öyle bir para yoksa "ortaklık ve gelecekteki gelirler" sözüyle grup kurardınız, herkes yatırım yapardı (emek olarak).
yani siz "kaset çıkartmak" istiyorsanız önce grubu kurmak zorundaydınız. çünkü canlı icra etmeden diğer adımları aşmanız zordu.
gelelim bugüne.
bir şarkı yayınlamak istiyorsanız, plak-kaset-cd üreticisine, mağazalara, dağıtımcıya ihtiyacınız kalmadı. zaten artık tüketim hep dijital.
yayınlamak için plak şirketine de ihtiyacınız yok. zira online magazalara ürününüzü kendiniz koyabiliyorsunuz.
online magazalara (itunes spotify tidal vs) şarkılarınızı ileten ve herkese açık olan digital distributor'lar var. çok çok cüzi bedellerle şarkınızı magazalara dagıtıyorlar.
şarkınızı kaydetmek için studyolara olan ihtiyacınız da çok azaldı. bir çok şeyi, düzgün bir laptopla yapmak mümkün. 10-15 senedir evinin salonunda giriş seviyesi aletlerle kaydettiği albümü platinum satan sanatçılar var (ilk örnek aklıma gelen bon iver'ın ilk albümü. 100 dolarlık sm57 mikrofon, bence berbat bir ses kartı olan mbox 2, kulaklık ve laptop ile ormanda kulübede 3 ayda kaydetmiş albümü)
studyolara nerede ihtiyacınız var? mesela yaylı grubu kaydedeceksiniz 10 kişi gelecek. veya canlı davul kaydedeceksiniz.
açıkçası bunlarda bile studyoya gitmeden çözüm üreten müzisyenler var.
davul için mesela ara ara çalıştığımız bir arkadaşın evinde hazır kurulu davul kayıt ortamı var, şarkıyı yolluyoruz, arkadaş 3 take çalıyor, 2 take aranjenin aynısı, 1 take de davulcu olarak kendi yorumu, yolluyor geri dosyaları.
ya da başka bir arkadaş var, yaylı grubu kaydını tek başına alıyor. 3 kez keman çalıyor, 3 kez viyola 3 kez de cello çalıyor, kanalları üst üste koyunca sanki grup çalmış gibi sound geliyor. adamı gerçek hayatta görmeden performansını aranjeye dahil ediyoruz.
geri kalan hemen hemen her şeyi evinizde bir kaç basit önlemle (başta oda akustiği olmak üzere) kendiniz kaydedebilirsiniz.
canlı davul - yaylı grubu vs istemiyorum, ben gitar calıyorum, rock muzik yapıcam derseniz tek başına kaydınızı yapabilirsiniz. ne studyoya ihtiyaç var ne başka bir grup elemanına. hatta teknoloji öyle bir noktaya geldi ki, sürükle bırak modeli, "şan-nakarat-outro" partisyonlarını studyo yazılımınıza sürükleyip davulcuya gerçekçi bir aranje çaldırabilir, akorları yazarak piyano-klavye- bas - akustik gitar ritm partisyonları çaldırabilir hale geldiniz.
bas gitarınız yok mu? akorları yazıyorsunuz, patterni seçiyorsunuz, program size kanlı canlı muzisyen gibi bas çalıyor. akordu tam, zamanlaması mükemmel. canlı bas gitarcıdan daha iyi yani bazen.
burada bana gelen projelerden gözlemlediğim şey, kayıtların ve performansların fena olmadığı ama miks master uzmanlığı olmadığından yayınlanan işlerin potansiyelinin altında kaldığı. daha önce de bahsettim, dünya çapındaki diğer örneklerle yarışabilecek sound yapmak için gereken uzmanlığa erişmek için belki 20 sene miks yapmak lazım. evde yaptığın kaydı, arka mahallede yapılan kayıtla kıyaslamıyorsun zira. açıyorsun spotify'ı - 5 tane grammy almış mikscinin yaptığı işle kıyaslıyorsun. sokaktaki resim kursunda yaptığın çiçek tablosunu van gogh ile kıyaslamak gibi.
öte yandan, grup olarak müzik yapmanın maliyetleri hala benzer durumda. millet para kovalamak zorunda. ucuza hayatta kalmak - hele ki canlı muzik yapılabilecek mekanlara yakın yerlerde yaşayıp müzik geliri ile hayatta kalmak çok zor, türkiye için 5 kat falan zor.
bu sebeple tüm dünyada, "tek adam" modeli müzisyenlik-sanatçılık pratiği çok arttı. önceden belki 30 kişinin bir araya gelerek yapabildiği bir muziği, teknolojinin olanakları ve ekonomik zorunlulukların baskısı ile tek bir kişi yapabilir hale geldi.
evde yaptığı albüm tutarsa, online kanallarda milyon dinlenmeye gelirse, bilet kesebilir noktaya gelirse, o zaman o one man show gidip sahne için muzisyenleri tutar, konserini yapar, parayı 4-5'e bölmek yerine aslan payını kendine alır.
şimdi bunun zorluğu ne - bir kaç kişinin dahil olduğu bir şarkıyı üretirken aslında her hareket 9 kişinin onayından geçiyor.
mesela davulcu kayıt alıyor di mi - davulcu kendi performansından emin değil diyelim, ama diğer 9 kişi "okeydir abi bu gitara geçelim" gibi bir şey dediği noktada davulcu da kendinden emin olabiliyor.
ama davulu da kendi programlayan, bası gitarı kendi çalan, vokali kendi yapan, miksi masteringi neyse artık kendi yapan adamın yaptığı her işi adım adım onaylayacak (veya olmadı baştan diyecek) kimsesi yok. biten işi dinlerken bu ara onaylar olmadığı için arabasında telefon kulaklığıyla vs yaptığı şarkıyı dinlerken 100lerce şüphe oluşabiliyor.
o yüzden minimumda , yaptığı işi başkalarıyla paylaşıp feedback alması çok faydalı olur - ideali miksi, olmadı mastering'i başkasına yaptırması faydalı olacaktır. 2nci 3ncü görüşler iyidir.
fakat şu noktayı da atlamamak lazım - gelen feedbackleri de allah kelamı gibi görmemek lazım. yani bugün bana hotel california'yı getirip nasıl olmuş abi diye sorsanız derim ki son solo cok uzun çok sıkıcı. yani yorumları öyle çok çok da dikkate almayın - "bunda problem var mı" diye sorarsan sana problem icat edip söylerler.
özetle
trend, komün halinde üretilen müzikten - tek adamlığa doğru evrilen bir müzik.
bunun artısı, genius bir müzisyen varsa, vasat diğer paydaşların (bas gitarcı, plak şirketi vs) etkisinden etkilenmeden dinleyiciye ulaşıyor.
eksisi, berbat fikirlerin de filtrelenmeden dinleyiciye ulaşması.
edit : debe olmuş nays.
o zaman (bkz: plak şirketi/@moresk) ve (bkz: auto tune/@moresk) de alakalı
borcunu ödemeyen arkadaşın 13 pro max alması
-
şu hayattaki en zor şey:
kendi verdiğiniz borcun dilencisi olmak.
atv izlemiyoruz kampanyası
-
sahibi bile izlemiyor aq
varoş dövmesi
-
italik el yazısıyla veledinin ismini koluna yazdırmak.
standart varoş.
fatih terim'in 5 günde iyileşmesi
-
zenginlik başka şey. sen ben olsak ölürüz amk
yarasa bombaları
-
2. dünya savaşı devam ettiği sırada, savaşı kazanmak için amerikalıların aklına alternatif parlak! bir fikir geldi. kazanmak için yarasaları kullanma fikri!
ilk olarak pennsylvanialı bir diş doktoru olan dr. lytle adams' ın aklına geldi bu dahiyane! fikir. bir seyahat dönüşünde arabasında öğrendi pearl harbor baskınını ve aynı anda frontal lob, parietal lob, oksipital lob, temporal lob, serebellum' un çalışması ile ortaya çıktı bu müthiş idea. kaynağı ise adams' ın new mexico’daki carlsbad mağaralarını ziyaret ettiği yarasalardı.
ana fikir şuydu; bir şafak vakti 1.000.000 ( birmilyon ) yarasanın bir uçak vasıtası ile japonların üzerine bırakılmasıyd tabi yarasalar uçuştan önce sakinleştiriliceklerdi ( çok ince bir düşünce.). uçak hedefin üstüne geldiğinde yarasalar bırakılacak ve düşerken kendilerine gelen yarasalar her tarafa uçmaya başlayacaklardı. gece yaratıkları oldukları için, kolayca yanabilen japon binalarında buldukları her deliğe gireceklerdi. yaklaşık on beş dakika sonra, zaman ayarlı bombalar şehrin dört bir yanında binlerce yangın başlatacaktı.
böyle demoniac bir planı hayata geçirmek tabi ki saçma gibiydi ama adams' ın çevresi bayağı genişti özellikle dönemin first lady’si eleanor roosevelt’e çok yakındı. dolayısı ile franklin delano roosevelt' e ulaşması hiç zor değildi. planını bir şekilde fdr ile paylaştı, konuyu danışmanları ile görüşen fdr “bu adam deli değil,kulağa ne kadar olanaksız gelse de önerisini düşünmeye değer.” dedi ve proje ulusal savunma araştırmaları komitesi ve hava kuvvetleri’ne gönderildi.
yarasaların bir çoğu bomba taşımaya uygundu ama tercih edilen ve bu iş için tercih edilen yarasa türü kuyruksuz meksika yarasasıydı.normalde bir yarasa 10-20 gr. ağırlık taşıyabiliyordu ama bu çok düşük bir kapasiteydi zira ordunun elindeki en hafif bomba 1 kg. ağırlığındaydı ayrıca o irtifada yarasaların yaşayıp yaşamayacakları bile belli değildi. çalışmalara bir süre devam ettiler hatta ilerleme bile kaydettiler, bu sırada adams daha yüksek maliyetle olan başka bir projenin, kendi projesinin önüne geçtiğini öğrendi ve tarihe geçen şu sözleri söyledi " evet! biz burada savaşı kazandırması garanti olan yarasa bombaları üzerinde çalışıyoruz, onlarsa küçük atomlarıyla oynuyorlar. ağlamak istiyorum."
hükümet artık adams' a destek vermiyordu tüm masrafları cebinden karşılamak zorunda kaldı hatta evini bile bu proje uğruna sattı. adams yarasa taşımak için kullanılan bir düzenek tasarladı, toplamda her yarasa bombası, 1040 tane yarasayı ve bir paraşütü uygun koşullarda taşıyabiliyordu. projede göreli kimyager louis feiser ise napalm adını verdiği yeni bir yanıcı maddeyi kullanmayı tercih etmişti bunu selüloit bir kaplama ile çerçevelemiş ve ağırlığını 17,5 grama indirmişti.
3 mayıs 1943’te yapılan testler başarıya ulaşmadı, 15 mayıs 1943' te ( new mexico- carlsbad hava kuvvetleri merkezi) ikinci testleri yaptılar ve yarasalara sahte bombalar bağlanmış ( gerçek bomba olduğu takdirde bir felaket olabilirdi.) yarasaları uçaktan attılar ve yarasalar bulabildikleri her deliğe girdiler.
louis feiser bu durumdan umutlandı 6 tane yarasayı aldı ve üzerine gerçek bombalar yerleştirdi, sakinleştirilmiş yarasaların bombalar patlayıncaya kadar hareketsiz duracaklarına inanıyordu ve tabi ki yanıldı... yaraslar çöl sıcağı ile birlikte kendilerine geldiler ve her yöne uçuşmaya başladılar çok kısa süre içerisinde kontrol kulesi alev aldı ve sıçrayarak tüm tesisi etkisi altına aldı proje gizli olduğu için itfaiyede içeri alınmamıştı görevlilerin yapabildiği tek şey tüm tesisin kül olmasını izlemekti.
bu tam bir fiyaskoydu fakat planın işe yaradığını göstermişti 6 yarasa bir hava üssüne bunu yapabiliyorsa bir milyon yarasa japonya' ya neler yapmazdı?
fakat ordu ikna olmadı adams planı’na verilen destek geri çekildi ve proje suya düştü.
projenin aptalca olmasının yanında bir de başımıza bela olan plastik patlayıcıların geliştirilmesinde katkısı çoktur.
ahh adams ahh..