hesabın var mı? giriş yap

  • beklenen bağış miktarına an itibariyle ulaşılmış olan proje. bu ülkede (arada bir) güzel şeyler de oluyor.

  • gelen konuklar niye ibrahim tatlıses ölmüş de helvasını yemeye gelmişler gibi davranıyorlar * çok iyi adamdın senin gibisi gelmez efsaneydin adam yanınızda oturuyor ya yaşlı ziyareti gibi program olmuş

  • michio kaku’nun geleceğin fiziği adlı kitabında idda ettiği bilimsel bir açıklama.

    bu konuyu uzun süredir araştırıyordum ve az çok fizikle ilgilenen kesmin büyük bir çoğunluğu 2 milyon ışık yılı uzaklıkdaki andromeda galaksisine ışık hızına yakın bir hızda gidilirse kaç yılda gidilir? sorusuna yaklaşık 2 milyon yılda gidilir diyeceğinden eminim.

    bunun öyle olmadığını biliyordum ancak farkın bu kadar büyük boyutlarda olacağı aklıma hiç gelmemişti.

    oncelikle kısa ve öz bir şekilde açıklamam gerekirse evet ışık hızı ile andromeda galaksisine 2 milyon yılda gidilir ama kime göre? dünyada bekleyen insanlara göre. uzay gemisinde ışık hızına yakın bir hızda ilerleyen insana göre zaman çok yavaş akacağından sadece 23 yılda diğer galaksi sistemine ulaşmış olacak. bizlere göre onlarca yıl alan yıldızlara belki birkaç saat içinde gitmiş olacak.

    bugüne kadar çogumuza bu bilginin verilmediğinden adım gibi eminim. çünkü diğer yıldızlara gidebilmek için uzay gemisinde çoğalıp onlarca kuşak sonrası neslimizin ancak ulaşabileceği yerler olarak hayal edildi hep.

    michio kaku’ya göre ramjet füzyonu sayesinde sürekli çalışan 1000 tonluk ramjet motorunun saniye kare başına 9,8 metrelik bir ivme sağlayabilmesi halinde (ki bu dünya’da hissedilen kütle-çekim ivmesidir) bir yıl içinde ışık hızının yüzde 77’sine ulaşabilmesi mümkün.

    bu ramjet füzyonu uzayda her yerde bulunan hidrojen gazını sıkıştırıp elektrik ve manyetik alanlar ile ısıtıp hidrojeni helyuma çevirerek oluşan füzyon.

    kısacası bir motoru güçlü bir şekilde sürekli çalıştırırsanız yavaş yavaş da olsa ışık hızına yaklaşırsınız. hiçbir zaman ışık hızına ulaşamasınız ama gerek de yok.

    einstein’ın görelilik teorisine göre, zaman hızlanan bir rokette yavaşlar, böylece dünyada milyonlarca yıl geçmiş olmasına rağmen, astronotlar bu olaya göre sadece 23 yıl yaşlanmış olacaklar.

  • genelde takımın en iyi oyuncuları yapar bunu..
    takımı üst üste hatalı goller yiyince "yaa taam bırakın abii ya..çık abi yaa..taam abi yaa!!" diyerek kaleciyi eliyle itekleyerek yeni kaleci olduğunu deklare eder..
    sonra da topu eliyle oyuna sokup kimseyle paslaşmadan, milleti çalımlaya çalımlaya karşı kaleye doğru ilerlemeye başlar..
    genelde üç dört, beş derken sonunda kaptırıverir topu, adamlar da boş kaleye takarlar tabi 30 metreden..

    bu gene bozmaz ama hiç, takım arkadaşlarını işaret edip "ben daha napim abi ya bizim takımın hepsi mal görüyosunuz!" gibisinden ellerini açar karşı takım oyuncularına doğru, karşıdakiler de "haklısın abi sen elinden geleni yaptın adamlar mal elden bişi gelmez" der gibi kafa sallayıp teselli ederler bunu..

    ha bu arada;
    (bkz: o hikayedeki mal benim)

  • akla şu hikayeyi getiren teyze...

    “emlak bürosunun önünde kırmızı, spor bir araba durdu. arabadan inen şişman adam,büroya doğru yürüdü.sıcaktan ter, ince elbisesinin üstüne kadar çıkmıştı.50 yaşında görünüyordu.yüzü heyecandan kızarmış,fakat kısık gözlerindeki kararlı,donuk bakış değişmemişti. içeriye girince başıyla selam verdi.

    "bay hacker?"

    aaron gülümseyerek,"evet benim,sizin için ne yapabilirim.bay..?"

    şişman adam,"dill" diyerek kendisini tanıttı."zamanım çok az,hemen konuya girsek iyi olacak." dedi.
    "benim için de iyi olur bay dill.ilgilendiğiniz belli bir yer var mı?"
    "doğrusunu isterseniz,evet. kasabanın kenarındaki eski bina."
    "sütunlu ev mi?"
    "ta kendisi.yanılmıyorsam üzerinde satılık tabelası var."

    aaron kuru bir sesle,"evet." dedi. bizim satış listemizdedir. "kalınca bir defterin yapraklarını karıştırdı.sonra daktilo ile yazılmış bir sayfayı işaret etti:
    "160 yıllık bina. 8 odası, 2 banyosu, otomatik gaz fırını, geniş terasları, çevresinde ağaçları var. çarşıya, okula yakın. 750.000 dolar." diye okudu ve ekledi:
    "hala ilgileniyor musunuz?"

    adam oturduğu yerde rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. "neden olmasın. olumsuz bir yanı mı var?"
    aaron, "aslına bakarsanız," dedi. "bu evi defterime yalnızca yaşlı sade grim'in hatırı için kaydettim. ev asla onun istediği kadar etmez. uzun zamandır onarım görmemiş çok eski bir binadır. kirişlerden kimi bir kaç yıl içinde çökecek durumda. bodrumu ise yılın yarısında su ile doludur."
    "öyleyse sahibesi neden bu kadar çok istiyor."

    aaron omuz silkti. "herhalde kendisi için manevi değeri olacak. çok eskiden beri ailesine aitmiş."
    şişman adam gözlerini yerde gezdirdi. "bu çok kötü." dedi. başını kaldırıp aaron'a baktı ve çekingen bir biçimde gülümsedi.
    "hoşuma gitmişti. o,nasıl söylesem bilemiyorum , tam aradığım evdi."

    aaron güldü."100.000 dolara belki iyi bir alışveriş olurdu ama,750.000 dolara...sanırım sade'in düşüncesini de anlıyorum. hiç bir zaman fazla parası olmadı. kendisine kentte çalışan oğlu bakıyordu. sonra adam 5 yıl önce öldü. onun için ev satmanın akıllıca bir iş olacağını biliyor. fakat gönlü bir türlü evden ayrılmaya razı olamıyor. bu yüzden eve kimsenin almaya yanaşamayacağı bir fiyat koyuyor. böylece kendini avutuyor." üzgün bir ifade ile başını salladı. "dünya ne kadar garip değil mi?"

    dill soğuk bir sesle "evet." dedi. sonra ayağa kalktı. "kendisini bulup fiyatı biraz düşürmesini isteyeceğim."
    otomobilini bn.grim'in evinin önündeki yıkık dökük çürümüş tahta parmaklıkların önüne park etti. evin çevresini tümüyle yabani otlar kaplamıştı.

    kapıya çıkan kadın kısa boylu, beyaz saçlı idi.yüzündeki hatlar, küçük inatçı görünüşlü çenesine kadar iniyordu. havanın sıcak olmasına karşın sırtında kalın, yün bir örme hırka vardı.

    "bay dill olmalısınız."dedi, "aaron hacker buraya gelmekte olduğunuzu telefonda söyledi. içeri girmez misiniz?"
    dill, "içerisi korkunç derecede sıcak." diye söylendi. "öyleyse içeri girin. buzluğa biraz limonata koymuştum.içeriz."
    içerisi loş ve serindi. pancurlar kapatılmıştı. eski tarz geniş koltuklarla döşenmiş büyük bir salona girdiler. yaşlı kadın ellerini sıkı kenetleyerek sallanan bir sandalyeye oturdu.

    şişman adam öksürdü. "bn. grim,az önce emlakcınız ile konuştum."
    kadın, "tümünden haberim var." diye sözünü kesti. "aaron fikrimi değiştirebileceğiniz düşüncesi ile sizi buraya yollamakla akılsızlık etmiş. doğrusunu isterseniz amacımın bu olduğuna da pek emin değilim."
    "bayan grim,sizinle biraz konuşabileceğimi sanmıştım."
    bayan grim sallanan sandalyesini gıcırdatarak arkasına yaslandı.
    "konuşmak için para alınmaz, ne istiyorsanız söyleyin."
    "evet,haklısınız. " adam beyaz bir mendille yüzünün terini sildi.

    "izin verirseniz anlatayım. bir iş adamıyım. bekarım. uzun yıllar çalıştım ve iyi bir servet yaptım. artık dinlenmeyi hak ettim. yaşamımın sonlarını geçirebileceğim sakin bir yer arıyorum. burayı sevdim. bir kaç yıl önce albany'ye giderken buradan geçmiştim. o zaman bir gün buraya yerleşebileceğimi düşünmüştüm. bugün kasabadan tekrar geçerken, burayı gördüm. tam istediğim yerdi."
    "burayı ben de severim, bay dill. böyle oldukça yüksek bir fiyat isteyişimin nedeni de bu zaten."
    dill gözlerini kaldırıp yaşlı kadına baktı. "oldukça yüksek bir fiyat değil mi? kabul etmelisiniz ki bn.grim, bu günlerde böyle bir ev en fazla..."
    "yeter." diye bağırdı kadın. "bay dill bu konuda sizinle kesinlikle tartışmak istemiyorum. eğer istediğim parayı vermeyecekseniz, üzerinden durmayalım."
    "fakat,bn. grim."
    "iyi günler bay dill."

    adamın da aynı şeyleri yapmasını belirten bir tavırla ayağa kalktı.
    fakat adam kalkmadı.
    "bir dakika bayan,delilik olduğunu biliyorum ama,istediğiniz parayı ödeyeceğim."
    yaşlı kadın uzun süre adama baktı. "emin misiniz, bay dill?"
    "kesinlikle, yeterince param var. eğer evi satmanızın tek yolu buysa, parayı alacaksınız."
    grim hafifçe gülümsedi.
    "sanırım limonata iyice soğumuştur. size getireyim.siz içerken ben de evi anlatırım."

    kadın elinde tepsi ile geriye döndüğünde dill yine mendille alnındaki terleri siliyordu. limonatayı zevkle yudumlamaya başladı.
    yaşlı kadın sallanan sandalyesine yaslanırken "bu ev." diye söze başladı. "1902'den beri aileme aittir.kasabadaki en sağlam ev olmadığını da biliyorum.oğlum michael doğduktan sonra bodrumum su bastı. o günden bu yana da bir türlü kurutamadık. aaron bazı yerlerin çürüdüğünü de söylüyor.yine de bu eski evi severim. bilmem anlatabiliyor muyum?"
    dill,"evet." dedi.

    "michael 9 yaşında iken babası öldü. ondan sonra sıkıntılar başladı. michael belki de benden çok babasını özlüyordu. çok vahşi ve haşin bir çocuk olmuştu. liseyi bitirince kasabayı terk edip kente gitti. çok hırslı bir insandı.kentte ne yaptığını bilmiyorum. fakat başarıya ulaşmış olmalıydı. bana düzenli para gönderirdi."
    gözleri nemlenmişti.

    "kendisini 9 yıl görmedim. dokuz yıl sonra geldiğinde başı dertte idi. zayıf ve yaşlanmış bir durumda bir gece yarısı çıka geldi.yanında ufak, siyah bir valizden başka bir şey yoktu. valizi elinden almak istediğim zaman bana vurdu. bana, annesine vurdu. ertesi gün bir kaç saat için evi terk etmemi söyledi. ne yapmak istediğini açıklamadı. döndüğümde valiz ortadan yok olmuştu."

    şişman adam gözlerini limonata bardağına dikmiş öylece dinliyordu. "o gece evimize bir adam geldi. içeriye nasıl girdiğini bilmiyorum. michael'ın odasından sesler duydum. oğlumun içinde bulunduğu tehlikenin ne olduğunu öğrenmek istiyordum. kapının arkasından dinlemeye çalıştım. fakat yalnızca bağrışmalar tehditler ve..."
    bir an durakladı. omuzları sarsılıyordu.

    "...ve bir silah sesi duydum. " diye devam etti."içeriye girdiğim zaman yatak odasının penceresi açıktı ve yabancı gitmişti. michael'ım da yerde yatıyordu. ölmüştü. tüm bunlar bundan 5 yıl önce oldu.ondan sonra polis bana olanları anlattı. michael ve tanımadığım o adam birçok suç işlemişler. bir sürü yerlerden bir kaç milyon dolar çalmışlar. michael parayı alıp kaçmış. parayı bu evde, hala bilemediğim bir yerde saklamıştı. sonra diğer adam hissesini almak için oğlumu arayıp bulmuştu. paranın yok olduğunu görünce de oğlumu öldürmüştü."

    başını kaldırıp adama baktı.

    "işte o zaman evimi 750.000 dolara satışa çıkardım. bir gün oğlumun katilinin döneceğini biliyordum. o bir gün gelip fiyat ne olursa olsun evi almak isteyecekti. bütün yapacağım, yaşlı bir kadının köhne evine bu kadar çok para vermeye razı olacak adamı buluncaya kadar beklemekti."
    sandalyesini ağır ağır sallıyordu.

    dill bardağı yere bıraktı, diliyle dudaklarını yaladı. "uf!" dedi. bu limonata çok acı..."

    bakışları canlılığını kaybetti, hafif titreme ile başı, omzunun üzerine cansız bir biçimde düştü...

  • cumartesi gecesini mutlu mesut evde geçirmeye başladığı an. kesin ve net söylüyorum. yanına bir de çiğ köfte söyleyince şenleniyorsan orta yaşı atlayıp direkt anneanne/dede olmuşsun demektir.

  • otobüsün içinde yakalandığım yağmur. ıssız bir yere uçak düşmüşte, 20 kişi kurtulmuş ama uçağın enkazında yaşamak zorunda kalmışlar diye düşünebilirsiniz.

    şoför bir anlığına kapıyı açma gafletinde bulundu ve otobüsün içini neredeyse sel basıyordu. 70 yaşındaki amcayı çığlık atarken gördüm. son durağa kadar da kimse inmedi çünkü muhtemelen manyağın biri, sonraki durakta inmek isteseydi oracıkta linç edilirdi.

    son durağa gelince de 15 dk otobüsün içinde bekledik. kamp ateşi yaktık, marşmelov yaptık ve anılarımızı anlattık.

    #güncelleme:

    an itibariyle yenikapı - atatürk hava alanı metrosunda mahsur kaldık. otobüsten inerken 3-5 kuru odun almıştım. birisinde de gitar varmış. hadi bakalım...

  • para çok acayip bir şey lan. adam yarışmacılara kutu açtırmaca oynatıyor. yok böyle dans da oynatacakmış. dün de maç yaptırıp hakem olmuştu. yemin ediyorum yakında birini chun li birini ryu yapıp street fighter da oynatacak. teptep çekilecek adada amk.