hesabın var mı? giriş yap

  • erich maria remarque’ın savaş karşıtı romanı ve bu romandan uyarlanan filmlerin adı.

    son çekilen filmi henüz görmedim ama buradaki yorumları okuduktan sonra ilk fırsatta izleyeceğim. kitabı okuyalı belki 25 yıl olmuştur. orijinal adı ım westen nichts neues. lise son sınıftaydım sanırım, babam tavsiye etmişti. “kitabın adı neden böyle ?” demiştim, “onu da sonunda anlarsın” demişti. okuma zevkini etkileyecek spoilerlık bir durum yok aslında ama uyarımı yapayım.

    —— spoiler ——

    roman kişileri, savaş janrının çoğu örneğinin aksine sembolik değil psikolojik karakterler. özellikle başrol özdeşlik kurabileceğimiz kadar gerçekçi işlenmiş. zaten romanda hamaset, kahramanlık, klişeler yok. ölen, acı çeken gerçek insanlar var. roman boyunca iyiden iyiye empati kurduğumuz, derdine, umuduna ortak olduğumuz baş karakter son sayfada ölüyor. hem de hiç epik bir mizansen bahşemedeğimiz, hiçbir kahramanlık emaresi göremediğimiz bir anlatımla çıkıveriyor hikayeden. okuyucu olarak bir yakınınız ölmüş gibi hüzünlere gark olmuşken romanın son cümlesine geliyorsunuz. cephedeki son durumu özetlemek için karargaha geçilen rutin bir telgrafta şöyle deniyor. batı cephesinde yeni bir şey yok.

    ---spoiler---

    ölen kişinin babanız, kardeşiniz, oğlunuz olduğunu düşünün. sizin için dünya başınıza yıkılmış gibi gelebilir ama savaş için insan hayatı sözü edimeyecek kadar önemsiz. bir tepe terkedilmek zorunda kalınsaydı yahut stratejik bir köy, mezra falan ele geçirilmiş olsaydı telgraf metnine girebilecek bir içerik olacaktı. ama sadece biraz asker ölmüş işte, eh savaşta askerler hep ölür zaten. istatistiklere geçebilmek için bile yüzbinlerle, milyonlarla ölmeleri gerekiyor.

    hollywood sineması 2. dünya savaşınının acılarını anlatmayı çok sevse de insanlık tarihinin asıl ilk büyük travması birinci dünya savaşıdır. yukarıdaki bir entride bir arkadaşın oldukça güzel açıkladığı gibi 1. dünya savaşının özeti şöyledir. yeni silahlar ve kural yok.

    20. yüzyılın başında insanlığın büyük umutları vardı. teknoloji tarihte daha önce görülmemiş bir seyre girmişti. insan hayatı her geçen gün kolaylaşacak ve konforu artacak gibi görünüyordu. geçen birkaç yüzyılda reformist hareketler toplumu sekülerleştirmiş, aydınlanma devrimleri tamamlanmıştı. toplumlar feodalizmin arkaik tortularını geride bırakıyordu. zamanın ruhu pozitivizm ve rasyonalizmden yanaydı. kölelik kaldırılıyor, ulus devletler yükseliyor, özgürlük ve bağımsızlık ideal değerler olarak sivriliyordu.

    birinci dünya savaşı işte bu umutları, bu iyimser havayı silip süpürdü. amerikan iç savaşında veya boer savaşında teknolojinin insan öldürmede nasıl maharetle kullanabileceğinin kısa bir fragmanını görmüş olsalar da insanoğlu bilim ve teknolojideki sıçramayı daha önce hayal edemeyeceği kadar büyük bir katliam makinesine dönüştürmesi 1. dünya savaşıyla mümkün oldu. ortaçağa özgü iki ordunun arazide karşı karşıya gelip, sonucun meydanlarda belirlendiği savaşların yerini çocuk, kadın, yaşlı, masum, sivil demeden herkesin kafasına bomba yağdırılan topyekün savaşlar aldı. dakikada binlerce kişiyi öldürebilen makineli tüfekler, mitralyözler, gökyüzünden bomba bırakan savaş uçakları, zeplinler ve insan ayırt etmeden herkesi aynı acılı ölümle buluşturan hardal gazı, klor gazı gibi kimyasal silahlar ilk defa bu savaşta geniş kapsamlı olarak kullanıldı.

    hobsbawm sscb incelemesi özelinde yaptığı bir tespit vardır. "birinci dünya savaşı' nın çok daha küçük sayılarının, anlaşılabilir nedenler dışında, ikinci dünya savaşı'nın büyük niceliklerinden çok daha fazla etki uyandırması, bu savaşta ölenlerin anılarının ve kültünün çok daha büyük bir önem taşıması, oldukça gariptir. ikinci dünya savaşı "meçhul asker" anıtlarına benzer anıtlara yol açmadı ve savaştan sonra "ateşkes günü" ( 11 kasım 1918'in yıldönümü) kutlamaları zamanla savaş arası dönemdeki ihtişamını kaybetti. belki de on milyon ölünün asla böyle bir fedakarlık beklemeyenler üzerinde yarattığı etki, elli dört milyon ölünün bir katliam olarak yaşanan savaştan henüz çıkmış olanlar üzerinde yarattığı etkiden çok daha şiddetliydi."

  • seyrettigim en iyi filmlerden biri. cok etkileyici, dusundurucu, duygusal.roberto benighi'nin muhtesem eseri. toplama kampi sahneleri, hele hele filmin sonu insani kopartir. bir babanin cocugu icin yapabilecegi en buyuk fedakarliga sahit oluyoruz bu filmde.tek abuk taraf amerika'nin yine "dunyayi kurtaran", "olaya el koyan" pozisyonuna konmasidir.yaniniza bol bol selpak alip seyredin. yazarken bile kotu oldum yaaa.

  • dışarıda olan işlerini bitirip kendini bir an önce eve atmak ister. ilişki olayının kasıntısına girmez. heyecanı yoktur, öyle sevinmek, şaşırmak gibi reaksiyonlar vermez. yemek yediği zamanlar en keyifli anlarıdır günün. gezmek, sosyalleşmek, yeni heyecanlar bulmaya aman kim uğraşack diyerek karşı çıkar. veya şartların istediği gibi olmayacağına kanaat getirmiştir.

    kısaca üzerine ölü toprağı serilmiş bir gençtir. elini eteğini çekmiştir hayatın getirisinden. nasılsın sorusuna yuvarlanıp gidiyoruz diye cevap verir. kendisiyle ortak yönlerim mevcuttur.

  • ertem sener: hocam ne dusunuyorsunuz dick advokat hakkinda?
    ahmet cakar: buyuklugunu dusunuyorum
    rok: ooooooooowwwwwww. kac cm mi demek istediniz hocam?
    ertem sener: yav konuyu hemen nereye cekiyorsunuz.
    rok: e ama oyle demeye getiriyor
    sinan engin: neyse konuyu cok uzattiniz kapatalim.
    rok: e konu uzun ihihihihih
    ahmet cakar: beyler cok tehlikeli bir sezon yasayabiliriz. rikering, dick baska baska cagrisimlar yasatiyor bana ve bundan tedirgin oluyorum
    abdulkerim: ben anlamadim ki simdi santimetrelerle mi olcecegiz hocanin buyuklugunu
    sinan engin: dm atmayin bak cok kizmaya basliyorum
    ertem sener: mahmood kafe icelim acilalim

  • oğuz adında yeni tanıştığım bir arkadaşımla galatasaray-fenerbahçe derbisini izlemek üzere maçı yayınlayan bir mekana gitmiştik. maç başlamadan bir fotoğraf çekip, derbiyi unutmadığımızı facebook'ta ilan edelim dedik.

    neyse çektim fotoğrafı yükleyeceğim, oğuz "ne yazacaksın?" dedi, ben de şöyle bir etrafa baktım, kimse bağırmıyor etmiyor diye, "bağırmayan taraftar gelsin" yazdım yükledim.

    akabinde maç başladı, 10-15 dakika geçti.

    oğuz; abi bir arkadaşın yorum yaptı galiba.
    ben; yapsın?
    oğuz; pek hoşuma gitmedi ama.
    ben; ne yazmış?
    oğuz; ben söylemeyeyim sen bak. ben pek sevmem bu tarz konuşanları.

    dipnot arası; yorum yapan annem. gurbetteyiz falan diye annemin facebook profil fotoğrafında, benim şimdiki halime hiç benzemeyen eski bir fotoğrafım var. arkadaşımda fotoğrafa bakıp, ismi okumadığı için gördüğü erkeği* benim arkadaşlarımdan biri sanıyor.

    gelelim annemin kısa süreli bir gerilim yaşatan yorumuna;

    "annen de gelsin mi?"