hesabın var mı? giriş yap

  • şöyle bir şeydir.

    öncelikle,

    (bkz: 90'larda çocuk olmak)

    birader o neydi öyle ya. sergio'nun bacısı mıydı kırığı mıydı neydi o karı da marimar'ı izliyodu bunu yaparken. en sonunda intikamını da alıyodu gerçi ama üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen gözümün önünden gitmiyo bu sahne. ulan anne neler ettin bana küçükken erkek halimle ne biçim diziler izlettin.

  • aslinda cok var. ama birkac tanesini sayabilirim.

    - oncelikle otel ucretini giriste tahsil etmek istemeleri.

    - kahvaltida oda numarasi sormak icin gelen gorevliler.

    - odada ikram olarak icecek bir ufak su, cay-kahve bile bulundurmamasi.

    - otele giriste elinizde tasinacak canta olmamasina ragmen sirf bahsis koparmak icin odaya kadar eslik etmeye kalkan, gereksiz yere lafi uzatan bellboylar.

    - otoparktan para alinmasi.

    - en cok guldugum de "otele disardan yiyecek-icecek" getirmek yasaktir uyarisi koymalari. 4 yildizli otellerde bile gordum.

    edit: son madde ile ilgili soyle bir uyari geldi, ben isin bu boyutunu pek dusunmemistim:

    dışardan yiyecek içecek getirip ve bunlardan zehirlenip suçu otel yemeklerine atmaya çalışanlara yönelik bir önlem. başı ciddi belaya giren oteller var bu yüzden.

  • bro saçların omuzlarına dökülüp filizlenmiş.. başlığa bir el atılsa ayrıca fena olmaz.

    alternatif görsel editi : görsel

    kutsalımsı bilgi editi : arkadaşlar çok mesaj geldi diye yazayım dedim. soru "yahu (panpa/bro/usta/üstad/müdür/karşim vs) en çok fav sen almışsın debeye girmemişsin ne iş?" bilmeyenler için en çok fav alan değil en çok beğenilen entry "debe" ye giriyor. yani bunun sebebi sizsiniz ehehe.

    kamu spotu editi: aramızda çokça vücudunu sergileyen yunan tanrıları var imiş. la olum burası "türk patent ve marka kurumu" mu?

    son edit : "başlığa bir el atılsa ayrıca fena olmaz." dan kasıt, o an başlık sahibinin yuttuğu harflerin düzenlenmesiydi. ama o kadar yanlış anlaşılmış ki herkes bir şeylere el atmış.
    görsel

  • türkiye şartlarında saçmalıktır. biri daha çok güzel noktaya değinmiş; "türkiye'de kibarlık, korkaklık olarak görüüyor". sonuna kadar katıldığım cümle.

    bakın haftasonu bir yerden yemek siparişi verdim. baya güzel pahalı bir yer ve yemek. saat 7.30 gibi gelsin dedim. tabi dediler. adresi verdim. süper. ödemeyi de yaptım. harika.

    saat 7.30 oldu, gelen giden yok. 35-40-45 oldu eeh dedim 2 saat önceden bu saat için siparişi verdim 15 dakika da geç kalınmaz ki.

    aradım mekanı, dedim 7.30 siparişim henüz gelmedi, nerededir?

    "bakıyoruuuum, 7.30'a sipariş yok." oldukça kaba bir tonlama ile.

    bir yanlışınız olmalı, 7.30 için x x x x siparişi verdim ve ödemesini de yaptım.

    ben kibarca bunları söyledikle cevap şu;

    "beyfendi, yog işte yani gözükmediğine göre yog. veriyorsan alayım yeni sipariş. en erken 9 gibi glir yalnız."

    işte o an tekrar türkiye moduna girip, tüm o kibarlığı bırakıp; akşam akşam beni oraya getirtip rezillik çıkarttırma, ben saat 7.30 için ödememi yaptım, fişim de elimde. verdiğim sipariş yarım saat içinde ya gelir ya da ben gelirim oraya. başka da bir çözüm kabul etmiyorum demem üstüne.

    "tamam beyefendi ne demek, benzer bir sipariş vardı zaten şu anda yola çıkmak üzere, hemen onu size yönlendiriyorum. en geç 10 dakika sonra sizde."

    türkiye'de kabalık her şeydir. kabadayılık inanılmaz güzeldir.

  • bir çeşit psikedelik uyarıcıdır. şizofreni rahatsızlığı olan insanlar üzerinde iyileştirici etkilerini gözlemlemek sebebiyle laboratuvar ortamında üretilmiştir. geleceğin antidepresanı olması koşuluyla araştırmaya devam edildiğinden yaygın bir kimyasal değildir.

    etkilerini gözlemlemek için 30 miligram yeterli dozdur. toz şeklinde olanı burundan çekilerek alınmaktadır. zaman kavramını ortadan kaldırır. zihin işlevleri yavaşlarken fiziksel eylem hızlanmaktadır. beden ve ruhun birbirinden farklı bir olgunun içinde ancak birbirine bağlantılı şekilde hükmetmesi bulunulan boyutun algısını ortaya koymaktadır. fiziksel eylemlerde efeksel geçişler gözlemlenirken hissedilen duygu mantığın, zamanın ve bakış açısının ötesinde çalışmaya başlar. benliğini en saf halinde gözlemleme yeteneği kazandırırken, bir nevi astral seyahat imkanı sunar ve her objenin yer yüzünde kapladığı fiziksel boyutu değişmeye başlar. şaşırtıcı biçimde benlik kavramı, yani kapladığın yerde ki bedensel olgun büyür büyür ve dev bir insan olmanın verdiği gururu tattırır...nitekim kolun bacağın sağa sola oynarken beynin farklı biçimlerde sana seni sunmaya hazırdır. aslında anlatmakla yaşamak arasında büyük fark vardır. denemeden anlaşılmayacağı gibi, insanları gözlemleme yeteneğini gösterir.

    bu tarz kimyasalları mümkün olduğunca güvendiğiniz kişilerle ve size müdahale edilmemesi gereken, ayrıca zihninizi yormayan insanlarla deneyimleyebilirsiniz. diğer türlüsü yorucu olacaktır. kafa karışıklığı ve saçma bir psikolojiye sokabilir. paranoya yapabilir. dikkat edilmesi gereken stabil bir ortam seçilmelidir. gerçeklik ve yokluk kavramını gözlemleyebilme avantajı , manipüle edilebilir..ancak, bilinç kaybının hiç yaşanmadan, yok olma kavramını tattırır....

    özellikle anestezi uygulanan hastalarda yaşanılan bir nevi uyurken bilincin açık kalması deneyimi olarak da anlatılabilir.

    doğru kullanıldığında etkisi geçince karekter değişimi yaşatmaktadır... hayata pozitif bakma eğilimi, insanlarla iletişim kurmada rahatlık, kendini olduğun gibi kabullenme, sosyal hayatı gözlemleyebilme ve tespit edebilme yeteneğini geliştirme, hızlı düşünme ve aktif şekilde yaşamaya odaklanma, bilincinin farkına varma gibi etkiler yaratır. sanal bir ilizyon yaşamadığını deneyimlediğinde ise, şimdiye kadar yaşadığın hayatın ve öğretilen sistemin aslında sanallıktan ibaret olduğunu kavramaya başlarsın.. her uyarıcıda olduğu gibi bunu deneyimlerken de mümkün olduğunca pozitif taraflarından yararlanmaya çalışmak iyileşme sürecinizi hızlandıracaktır....

  • olay ankara üniversitesinde geçiyor. biyoloji okuyan çocuk ayakta altı parmak mutasyonunun sadece babadan geçebileceğini duyuyor ama buna itiraz ediyor çünkü babası 5 parmaklı.

    hocası git ailenle konuş deyince daha dram ortaya çıkıyor çünkü ailesi seni amcandan aldık aslında sen amcanın çocuğusun diyor. işler karışıyor; amca gerçekten 6 parmaklı ama dedesi 5 parmaklı.

    amca dededen değil yani. e babaanne öleli 7-8 yıl olmuş.

    köyde çaktırmadan soruşturuyolar köyde 6 parmaklı kimse yok.

    hikaye bu kadar.

  • bakıyorum "çocuğunuza 10 yaşından önce cep telefonu almayın" diye uyarı yapıyor uzmanlar. 5 yaşındaki veledin bile cep telefonu var demek. bizim zamanımızda böyle miydi... imkansızlıklar içinde büyüdük biz. yokluktan sevgilimi hesap makinesi ile aradığımı bilirim.

    üniversite yıllarında harçlığımı çıkarmak ve bedbaht aileme olan yükümü hafifletebilmek için amelelikten öğretmenliğe her işi yapardım. bu bapta iyi para bırakan işlerden biri araba sayıcılıktı. bilen bilir, trafik yükü hesaplarında falan kullanılmak üzere bir yoldan geçen araçların sayısı lazım olur. tüm gün, saat saat kaç otomobil, kaç kamyonet geçti o yoldan sayılır kayıtlanır. bu iş de öğrencilere ihale edilir işte daha çok, yol kenarına oturur sayarsın. işteki ilk gününde birinci saat dilimini süper dürüst bir şekilde tamamen sayarsın. ikinci saat diliminde bir kabullenme yapıp, yarım saat sayar 2 ile çarparsın. sonra o da çok gelir.. gide gide akşam olduğunda her dilimde sadece 5 dakika sayım yapıp adetleri 12 ile çarpar hale gelmişsindir. gözetmeni olur, yoklayıcısı olur bırakıp gidemezsin, orada duracaksın. sıkıcı da olsa 96-97'de günlüğü 50 milyondu bu işin. para peşin kırmızı meşin...

    neyse efendim sadede geleyim, işte böyle ekmeğimi yoldan çıkaracağım bir gün levent'te konuşlanıp, büyükdere caddesi'nden geçen araçları sayacaktım. yol kenarında gelip geçenin meraklı bakışlarından kurtulmak için biraz daha sote bir yer aramaya başladık. yanımda da erkek arkadaşım var bana eşlik eden. şans eseri, üç beş apartmanın arka taraflarının baktığı, yolu da bir aralıktan cillop gibi gören çimenlik bir yer bulup yerleştik. erkek arkadaşım sigara, kola falan alayım diyerek kalkıp gitti. ben de 5 dakikalık sayımımı yaptım, açtım leman'ımı okuyorum. etrafta şu çöplerden kağıt vb toplayan adamlardan biri dolaşmaya başladı. bana dik dik baktığını fark etmemle
    dikkatimi çekti ilk. önce önemsemedim ama adam işini bitirdiği halde gitmeyip, gözünü benden ayırmadan bakmaya devam edince hafiften tedirgin oldum. ben hadi gitsin artık ya da sevgilim gelsin diye beklerken, adam yalandan bir şeyleri kurcalaya kurcalaya gide gide bana yaklaşmaya başladı. ben la noliy, yok canım falan diyerek kendimi sakinleştirmeye çalışırken adam gözünü ayırmadan 1-2 metre dibime kadar gelmişti. gündüz vaktiydi, levent'teydik ama bulunduğumuz yer acayip soteydi, in cin top oynuyordu. kalkıp yürüsem herif gidebileceğim tek yolun üstündeydi, sevgilimse ortada yoktu. paniklemiştim, derhal bir şey yapmalıydım. o yıllarda cep telefonu vardı ama ortalıkta görmezdik, çok pahalı bir şeydi. sadece biliyorum televizyondan şuradan buradan. aklıma o geldi. hemen çantama uzanıp kılıfsız casio fx5500'imi çıkardım. ekranı var, tuşu var... cillop gibi cep telefonuydu işte daha ne olsun. tuşlarına bastım bilmiş bilmiş, sonra kulağıma dayayıp bağıra bağıra konuştum:

    - alo? haydar abi nerde kaldın ya! geldin mi toplanıyım mı ben? ha geldin köşedesin tamam. tamam gel hadi bekliyorum...

    heybetli olsun diye gıyabında kendisine haydar abi diye hitap ettiğim sevgilim yarılmıştı onu hesap makinesiyle aramama. ama bahsettiğim herifin, daha ben çakma telefonumu kulağımdan indirmeden tabanları yağlayıp telaşlı telaşlı gidişini hatırladıkça, kim bilir beni ne beladan kurtarmıştı diye düşünmeden de edemiyorum.

    o zamanlar takoz gibi telefonlar vardı, casio'm çok ince kaçıyordu. ama şimdilerdeki yeni nesil cep telefonlarına baktıkça, teknolojinin gideceği yerle ilgili oldukça isabetli bir öngörüde bulunmuşum diyorum. bu bahaneyle tüm casio fx serisi hesap makinelerinin bayramını önden kutlar, halen evimde duran emektar 5500'ümün de ekranından öperim.