hesabın var mı? giriş yap

  • "şimdi çıkmış geçenlerde birisi, elinde de gitar, biliyorsunuz bunlar gitar çalar, bağlama nedir bilmezler, ağzında da mızıka, diyor ki senin savcın varsa benim de bilmemnem var. ya sen kimsin ya. sen kimsin. bi de bana diktatör diyorlar, ben diktatör olsam sen cıkıp orada o lafları edebilir misin." putin.

  • cam şişe damacana yerine tek kullanımlık plastik şişe önerilmesiyle mantıkla izah edilemez bir iddia haline gelmiştir. cam şişe damacana çok pahalı, bunun dışında bpa, geçiskenlik, dayanıklılık vb hemen her alanda güncel araştırmalara göre daha iyi olan seçenek.

    ekleme: sektörün kalbinden bildiriyorum pet şişe sular bakkal market önlerinde güneş altında saatlerce bekliyor. (swh) . yahu cam damacana nasıl pet şişe suya göre kötü bulunur akıl sır erdiremedim. doğaya ihanet sağlığa ihanet akla bilime her seye ihanet resmen. ters bir seyler var çözemedim.

  • kendi dilimiz yerine sabahları arapça bir şeyler mırıldanmak isteyenleri yine meşgul edecek bir zırva. kendi dilinden bu kadar utanan bir başka millet daha yoktur herhalde. bu arada cümleten günaydın!

    edit: iftira ve yalan bu diye mesaj atanlar için bir şey yazayım: bu ülkede 2 ay boyunca montaj videoyla seçim propagandası yapıldı. bizzat cumhurbaşkanı videonun montaj olduğunu açıkladı. buna rağmen sesini çıkarmadı belli bir kesim. demem o ki yalan ve iftira görmek istiyorsanız adres belli.

    bir çaylağın attığı mesajla bundan kitabında bahsettiğini öğrendim. buyrun bu da ali erbaş'ın kitabından:

    görsel

    türkçe bilmeyen arap sevdalıları için yardımcı olayım: cahiliye dönemi diyor.

  • yaz okulu.
    patoloji laboratuvarındayız. mikroskopta incelediğimiz preparatları, defterlere çizmemiz, beş bin tarafından ok çıkartıp neyin ne olduğunu yazmamız gerekiyor falan. ben de baktığım şeyi zinhar çizemiyorum, öyle bir sakatlığım var. önlük giymek zorunlu fakat yaz okulu olduğu için biz gittiğimiz şehre önlük almamışız yanımıza. ben birilerinden rica ettim, buldum bir şekilde. başka kimsede yok.
    asistan bir şeylere sinirlendi, artık gözüne çarpan her türlü eksikliği yüzümüze vuruyor.

    + ciddiye almazsanız, ciddiye alınmazsınız! kimsede önlük yok. bir şu bayan arkadaşınızda var.
    bana dikkatle bakıp, yüzünü buruşturuyor
    +ama... anlaşılan o da başkasından almış. üç beden büyük, içinde kayboluyor
    daha da sinirleniyor.
    + kalem getirin, defter getirin dedik. defteri olanın kalemi yok, kalemi olan ilkokullu gibi çizgili defter getirmiş. kimse çizmiyor!
    gözü benim masama takılıyor,
    +bir şu bayan arkadaşınızı gördüm çizerken!
    yanıma geliyor, deftere bakıyor. bende de çizim yok. ''böyle bulut bulut gibi bi şeyler varsa o tüberküloz, bilezik gibi şeylerin olduğu ruam, preparatın dışından bakınca gölgeler varsa fibrinli pnömoni...'' gibi kopyalar yazmışım.
    +ama... anlaşılan yine umduğumu bulamadım!
    ikidir adama benden tiksinecek malzeme verdim. yanımda durdu, devam ediyor.
    +bir ciddiyetsizlik hakim. utanmasanız terlikle falan geleceksi...
    yere bakıyor, susuyor. ayağımdaki terlikleri fark etmiş tam o an.
    +arkadaşım senin amacın ne?
    -hocam havuza düştüm de ayakkabılar ıslak o yüzden ben de mecburen terlik giymek zorund...
    +hayır üç oldu, hep sen. buraya bana tepki olarak mı geldin?
    -yok hocam...
    +bakın! son kez söylüyorum! yarın kimse önlüksüz, kalemsiz, deftersiz ve (bana dönüyor) ayakkabısız gelmesin!

  • dün itibariyle, eve gelen 895 liralık elektrik faturasına itiraz etmek için elektrik idaresine gittiğimde, "895 liranın az olduğunun ben de farkındayım, biz onu 1.895 yapalım, konuyu komple kapatalım" noktasına geleceğimi hiç düşünmezdim.

    fatura itiraz bölümüne çıktığımda görevli arkadaşa tesisat numarasını verdim ve kendisi ekrandan bilgileri kontrol etmeye başladı,

    - bu fatura haricinde yeni faturanız da çıkmış. (hafiften gülüyor)
    - o ne kadar?
    - 106.000 lira, ahahahaaa.
    - ne, 106.000 mi? ahahahah.
    - evet, 106.000, puahahahah.
    - ahahahahhah.

    manyak gibi güldük böyle karşılıklı, benim niye delirdiğim belliydi de, memur arkadaşın durumu daha karmaşıktı. iş stresinden ziyade facebook'taki "eğlenerek para kazanmak artık çok kolay" reklamlarından buralara düşmüş gibiydi, memurluğu da hobi olarak yapıyordu belli ki. ama ne olursa olsun dışarıdan bakıldığında mutlu bir çifttik biz.

    eve dönerken, bu duruma neyin sebep olabileceğini uzun uzun düşündüm, aklıma elektrik mühendisliğinden yeni mezun olmuş arkadaşı aramak geldi, aradım ve durumu anlattım, biraz düşündükten sonra "100'lük ampul çok yakıyor olabilir abi" dedi, akabinde ikimiz de sustuk karşılıklı, uzun bir sessizlikten sonra sesi titreyerek "abi okulda bir şey öğretmiyorlar bize" dedi, eğitim sistemine lanet ederek kapattım telefonu. temizlikçi kadın, mutfaktaki prizde elektrik kaçağı var dediğinde, tüm şehrin elektriği tünel kazıp benim evdeki prizden kaçıp gitmiş olabilir miydi? aklımı kaçırmak üzereydim.

    nihayetinde 106.000 lira ödenecek bir para değildi ama eve döndüğümde son bir umut, kışlık montların ceplerini karıştırırken buldum kendimi, sonuç hüsrandı. görünen o ki şartlar beni en istemediğim sona doğru itiyordu, elektriği iade etmek...

    napıyoduk lan, saçı kazağa mı sürtüyoduk?

    http://t1308.hizliresim.com/1d/j/rk45p.jpg

  • saf, iyiniyetli fakat düz bir insandır.
    rönesans sonuçta herkes bir sanatla ilgileniyor, resimdir, mimaridir, heykeldir... ee haliyle her tarafta bir boya kokusu, tiner kokusu, vernik kokusu filan, bir süre sonra rahatsız olmuş belli ki adamcağız. en sonunda da isyan etmiş, ''yeter lan'' demiş, ''boya kokusundan kafam beynim döndü, rönesans'ı batsin'' demiş.

    ''işte bu anlayış yüzünden ülkemizde sanat gelişmiyor'' diyerek bir hıncal uluç yazısı tadında bitiriyorum izninizle entryimi

  • ilk otomatik vites araba kullanma deneyimim(şirket aracı);

    aaa ne güzel lan sol ayağım boşta kaldı!
    frene neden bu ayağımla basmıyorum ki? evet mantıklı.
    basıyorummm, bastım..

    sonuç; sağ koltukta oturan ve emniyet kemeri takmayan müdürümü ön cama sümük gibi yapıştırdım..

  • fakir ekonomist eşittir şişman diyetisyen, olması gerekendir. hem bu adam ben fakirim falan mı dedi bir yerlerde?

    yine çenemizin yorulduğu başka bir başlıktır.

  • jandarma komutanıyken üç saat içinde önce kara kuvvetleri komutanı sonra da genelkurmay başkan vekili oldu. böyle giderse sabaha kadar mareşal olur.

  • new york'da doğup new york'da ölen, özellikle yağlı boya resimleriyle tanınan, birçok kişi tarafından realist olarak tanımlanan ama kendisini empresyonist olarak sınıflandıran ressam. büyük şehrin etkileri yarattıklarında hissedilir. eserlerinde duyguları başarılı bir şekilde yansıtan sayılı isimlerden. estetik bir resim ortaya çıkarmak güzel ama hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan duyguları hissettirebilmek ayrı bir boyut.

    hopper'ın tanınması çok geç olmuş. otuzuna kadar avrupa ve amerika'da dolanmış ve kendi kendine gözlem ve resimler yapmış. sonrasında para kazanmak zorunda olduğundan nefret ettiği illüstrasyon işine girişmiş. ilk eseri 'sailing'i 1913 yılında satmış ama esas adını duyurması 1920'lerin başında, yani kırklı yaşlarında olmuş. hopper dolaşmış... birçok ülkeye gitmiş ilham almak için ama sonunda new york ve amerika'nın ona verdiği ilham ve anlam baskın çıkmış. kaos, çalkantı, çeşitlilik, bireycilik ve bunların ona hissettirdiği soğukluk, gurur ve yuvası olması ya da başka nedenden kaynaklı bağlılık. sevgi nefret ilişkisi gibi biraz. ayrıca bu noktada hopper'ın cumhuriyetçi olduğunu ve ülkesine karşı sorgusuz ve şüphesiz bir bağlılığı olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek.

    eserlerinde karısı jo'yu model olarak kullanması bol olmuş ki buna bazı erkek karakterler de dahil. yarattıklarında çoğunlukla yalnızlığı işler ama genelde işlediği yalnızlık somut olarak yalnız olma hali değildir. muhtemelen bu yüzden sanatla çok alakası olmayanları bile kendisine kilitler eserleri... hepimizin en derinindeki fazla bulaşmak istemediğimiz bir yere dokunur: ebedi yalnızlık, monotonluk ve boşluk. bu açıdan bakınca hopper'ın eserleriyle psikolojiye girdiği söylenebilir. her ne kadar ben dahil birçok kişi eserlerinde yalnızlık, izolasyon ve bireycilik görse de, hopper yalnızlık temasının fazla abartıldığını söylemiş zamanında.

    yarattıklarında karmaşa ya da hareketlilik yoktur ve bu da bireycilik ve izolasyona daha da dramatik bir yön katar. sanki dış hareketin anlamsızlığı ya da içerideki yoğun hareketliliğin dışa hareketsizlik olarak yansıması gibidir eserlerinde ortaya çıkardıkları. güneş ışığına ve denize hassasiyeti vardır. hep ufak bir 'an'ı gösterir ve gerisini sessizce bize bırakır. hayatı boyunca eserleri hakkında mümkün olduğunca açıklama yapmaktan kaçınmış.

    ufak detaylar eserlerine apayrı bir tat katar. örneğin eserlerine seçtiği isimler* ya da 'automat'ta kadının tek eldiveninin hala elinde olması ya da 'house by the railroad'daki izole evin etrafında kullandığı ışık-gölge unsurları ya da dar alanlara iki birbirine karşı kayıtsız insanı yerleştirirken, geniş ya da normalde kalabalık olması gereken yerlere de yalnız insanları yerleştirmesi...

    çok benzetildiği norman rockwell ile arasındaki fark da rockwell'in eserlerinin bir şey hakkında olması ama buna karşılık hopper'ın eserlerinin amerikan manzaraları, figürleri ve mimarisi hakkında olması; rockwell'in detaylara girmesi ama hopper'ın detay ve anlamları eseri inceleyen kişiye bırakması olarak açıklanıyor.

    hopper'ın vedası 1965 yılında, eşi ve kendisini temsil eden, performanslarının sonunda eğilerek selam vermekte olan bir kadın ve bir erkek arlekeni resmettiği 'two comedians' eseriyle olmuş. iki sene sonra stüdyosunda sandalyesinde otururken öbür tarafa geçmiş hopper. ondan on ay sonra da, muhtemelen ona ilham vermek ve eserlerinde başka bir sahnede modellik yapmaya devam etmek için karısı jo da yanına gitmiş...

  • en beklemediğim ülkenin soykırımı tanımasıdır. ayrıca diasporamızın ne kadar güçsüz olduğunu göstermektedir.

    sen hala yurt dışında en büyük nüfusunun bulunduğu yerde sözünü geçiremiyorsan bir problem var demektir.