hesabın var mı? giriş yap

  • az önce haber sitelerine düşmüş bomba kayıt. inanılır gibi değil.

    erdoğan: bunlar bir alem diğerleri bir alem. böyle tek tek arayıp konuşacaksın. sedat bak şu anda ben yani

    ssg: buyrun başbakan’im

    erdoğan: fas’ta ınternet kafedeyim burada

    ssg: evet efendim

    erdoğan: şimdi bahçeli’nin bütün konuşmalarının başlıkları sol framede ..

    ssg: anlaşılmıştır efendim şimdi... tamamdır

    erdoğan: ve orada sürekli olarak da, yok yolsuzluk operasyonları, yok bizim bilal, yok mu kardesim başka konu..açsanıza iki anket..

    ssg: anlaşılmıştır efendim

    erdoğan: bak yeni başlık açıldı biz konuşurken şimdi

    ssg: tamam efendim, anladım efendim şimdi hemen.

    erdoğan: ya anladım diyorsunuz da işte yani hayret ya böyle bir şey de, hala bunlar ya ne gerek var.

    ssg: eee tamam ee emriniz olur efendim anlaşılmıştır şu an.

    erdoğan: hemen şey yapmanız gerekiyor.

    ssg: şimdi yapıyorum, şimdi yapıyorum efendim,

    talimatı kanzuk'a iletiyor:

    kanzuk: ham, hum, efendim (yemek yiyor)

    ssg: kanzukçum ya çok acil şu bahçeli’nin başlıklarını şeyet ne olursun.

    kanzuk: tamam çektik abi.

  • sayıştay raporlarına göre, zatı devletlilerinin konakladığı ve ülkeyi yönettiği saray için bir günde 7 milyon tl harcanıyormuş.

    bir süredir bu parayı kafamda döndürüyorum ama hala normalleştiremedim. yanlış hesaplamadıysam 7 milyon lira, 2500 asgari ücret ediyor. yani saray, yalnızca bir günde, 2500 asgari ücretlinin ayda geçimini sağladığı parayı yutuyor. inanılır gibi değil. bu aşamaya gelmek, bunları tartışmak bile korkunç.

    bunu görünce prof. dr. korkut borotav'ın birkaç gün önce dile getirdiği, "ekonomik kriz yok, fakirden alıp zengine veriyorlar" sözünü hatırladım. gerçekten öyle. günde 7 milyon lira harcanabiliyorsa, demek ki kriz yok.

  • tek başına tüm siyasilerden daha fazla faydası olmuştur. ilk günden beri doğru soruları sordu. tüm türkiyenin güvenilecek tek adres olarak gösterdiği bir kuruluşun sizin gibilerin bu kadar zoruna gitmesi bile ne kadar doğru işler yaptığının ispatıdır.

    edit: bir çaylak kardeşimizin tespitini de ekliyorum.

    “80 metrekupluk tırlar yaklaşık 100-120 bin su alabilir (500 ml lik) . 1350 sayısı, komedi.”

  • 1652 yılından önce toprakların tamamı siyahilere aitti diyerek yeni bir yasa çıkarmaya hazırlanan, beyaz ırkçılığın yerini siyahilerin ırkçılığına bırakmaya başladığı ülke.

    25 yıldır iktidarda olan anc; apartheid sonrası ilk defa radikal bir söylem kullanarak, "beyazlara" ait olan toprakların, bedelsiz olarak siyahlara geri verilmesini mecliste tartışıyor.

    ülkede zaten yüzde 6-7'lere düşmüş beyaz azınlık ise; bunun anayasaya aykırı olduğunu ve böyle bir şey olursa ülkeye yatırımcı gelmeyeceğini, ekonominin çökeceğini anlatmaya çalışıyor.

    avustralya ise konuya müdahil olup; toprakları elinden alınan, işinin ehli beyaz çiftçilere göçmenlik konusunda kolaylık sağlayabileceğini açıklamış. çünkü ülkede tarımla uğraşanların çoğu 300-400 yıldır bu işi yapan, "boer" denilen hollanda kökenli beyaz çiftçilerden oluşuyor ve anc şu an tam olarak bu insanları hedef tahtasına oturtmuş durumda.

    bir diğer dikkat çekici şey de; "boer" denilen beyaz çiftçiler apartheid sonrası sistematik olarak saldırıya uğruyor. ülkede son 25 yılda 3000'in üzerinde çiftlik basılmış ve binlerce beyaz çiftçi öldürülmüş.

    şu an ülkenin en büyük konusu planlanan toprak reformu. ayrıcalıklarını kaybetmiş olsalar da hâlâ ekonomiyi domine eden beyazlar ilk defa bu kadar ötekileştirilmiş ve güvensiz hissediyor.

    velhasıl, mandela'nın toplumun her kesimine özgürlük ve huzur getirmeyi planlayarak çıktığı yol, onun ölümünden sonra çok başka yerlere gidiyor maalesef. içinde cape town gibi harika bir şehir barındıran bir ülke için üzücü.

  • öncelikle, veranda ne amk diyecekler için; (bkz: veranda)

    ya ben köy evlerinde bile çok az gördüm bunu. geçenlerde bi çiftlik evinde görür gibi oldum onu da pimapen ile kapatmışlardı amk. bir de teoman kafası iyiyken bir kır evinde görmüş bunu ama nası uçuyorsa orada bi rüzgar gülüne rastlamış konuşmuş falan. yani o da görmemiş..

    her neyse bence amerika'yı amerika yapan şey aha bu verandadır arkadaşım. babanla bir sorunun mu var, otur veranda da konuş. ananla mı var gel verandaya bağır çağır, düşmanın mı var al silahı verandaya otur...

    sen bildin onu filmlerden, beyaz boyalı, sallanan koltuk var orada en yaşlı insan oturuyor. 20 sene sonra gelmiş evlat hesap soruyor,şurada bana tokat attın, orada beni mahçup ettin burada bok ettin diyerek.. tanıdın tabii.

    türkiye de veranda olmayınca ne oluyor, salon var babaya hesap sormaya geliyorsun altı ay sonra ( bizde öyle 20 sene 25 sene ayrılık olmaz en babası bi bayram arası) ülke tv açık. salondaki büfe enerjini alıyor kafadan, büfe ne amk diye düşünürken az yumuşuyorsun, koltuk örtüsünün üstündeki kırlent, bardakların üstündeki dantel, ülke tv spikerinin naif ve mıymıntı sesi derken odaya girdiğinin 10. saniyesinde yumuşuyorsun. bir de anan poğaça viriyim ayrana katık eden mi diye sorunca ne oluyor, hesap soramıyorsun. ömrünce taşıyorsun o ağırlığı.

    amerikalı o verandadan zıpkın gibi çıkıyor. sorunlarını halletmiş, herkes bir diğerini bağışlamış diyor ki sorunum yok madem gideyim afganistan'ı işgal edeyim diye süper güç oluyor, uzaya çıkıyor adam. onun için veranda mecbur tutulmalı. 38 katlı apartmanın hemen giriş kapısının yanında bi veranda olsa fena mı olur?

    neyse bi şarkı ile bitireyim, bir kır evinin verandasında bir rüzgar gülüne rastladım, insanmışçasına konuşmaya lay lay lay..

  • bizimkinin çoraplara karşı özel bir ilgisi var. temiz, pis farketmeden alır oynar. suyuna atar, çıkarır, yine oynar.
    çamaşırlıkta asılı duranları da kapar, suyuna atar. sonra tekrardan yıkarım ben de :/

    geçen gün kullanmadıklarımdan verdim oynasın diye. artık nasıl mutlu olduysa suyuna bile atmıyor. gece bizime yatıyor, oyuncak ayısıymış gibi çorabını da getirip, sarılıp öyle uyuyor.

    nasıl bir sevgidir bu.