hesabın var mı? giriş yap

  • - ahahah unuttum olm ben seni, gezip tozuyorum keyfim yerinde. anlarsin ya ;)
    - pardon kimi aramistiniz?
    - ibrahim sen degil misin? demet ben.
    - hangi demet?
    - iiii hani vardi ya, eski sevgili?
    - haaa, tamam sorun degil ya, olur oyle. iyi bak kendine.
    - ...

    iste turk pop muziginin kaderini degistiren diyalog bu idi. ondan sonra daha da bozmaz dedik, gene bozdu, onunu alamadik...

    (bkz: öyle bir terk edilmek ki demet akalın olmak)

  • saf, iyiniyetli fakat düz bir insandır.
    rönesans sonuçta herkes bir sanatla ilgileniyor, resimdir, mimaridir, heykeldir... ee haliyle her tarafta bir boya kokusu, tiner kokusu, vernik kokusu filan, bir süre sonra rahatsız olmuş belli ki adamcağız. en sonunda da isyan etmiş, ''yeter lan'' demiş, ''boya kokusundan kafam beynim döndü, rönesans'ı batsin'' demiş.

    ''işte bu anlayış yüzünden ülkemizde sanat gelişmiyor'' diyerek bir hıncal uluç yazısı tadında bitiriyorum izninizle entryimi

  • antik pers mitoloji anlatılarında ve m.ö. 600'lerde iran'da geniş bir taraftar kitlesine sahip zerdüştlük inancında kötülük ve karanlığın tanrısıydı.

    ahriman, öfke, açgözlülük, kıskançlık, yalancılık, ve arzın ontolojik düzleminde ne kadar olumsuz ve zararlı duygu varsa arkasındaki güçtü. ayrıca dünyaya kaos, ölüm, hastalık ve diğer kötülükleri de getirmiştir. islam dininde şeytan ve/veya şeytani güçlerin karşılığıdır.

    erken dönem zerdüştlüğün düalist doktrini gereği iyi ve kötü varlıklar dünyanın kontrolü için savaşırdı - göklerden gelen ahura mazda ve yeraltından gelen ahriman. bu iki varlik kudret bağlamında eşdeğerdi ve her biri sırayla üstünlük kazandı. ahura mazda ateşi, güneş ışığını ve yaşamsal enerjileri temsil ediyordu. ahriman ise karanlığın ve ölümün efendisiydi. zerdüştler daha sonra ahura mazda'yı ahriman'a karşı nihai zaferin sahibi ulu hükümdar olarak görmeye başladılar. ayrıca insanlar ve tanrılar bu iki güçten birini seçmek zorundaydılar.

    iblislerin iblisi ve tüm kötülüklerin kaynağı ahriman aslen primitif bir çöl ruhuydu ve zerdüştlükte kötülüğün kişileşmiş haliydi. bu nedenle ölümsüz değildi ve sonunda yarattığı terör iyicil güçler tarafından alaşağı edilecekti.

    kötücül tanrı olarak ahriman'a ilişkin farklı anlatılar vardır. bunlardan birinde, iyi tanrı ahura mazda evreni ve spenta mainyu (ışık, hakikat ve yaşam ruhu) ve angra mainyu (karanlık, aldatma ve ölüm ruhu) adlı ikizleri yaratmıştır. ikizler üstünlük için savaşırlar ve savaş alanları dünya'dır. zamanla spenta mainyu, ahura mazda'nın içine çekilmiş, angra mainyu ise ahriman'a dönüşmüştür.

    tema, bu iki güç arasında amansızca devam eden bir savaştan söz eder, hatta bu mücadele çağlara bölünerek binlerce yıl sürecektir. dördüncü çağdan sonra, ahriman'ı ve onun tüm kötülük güçlerini yok edecek üç kurtarıcı ortaya çıkacaktır. bu efsanenin alternatif bir varyasyonunda ahura mazda evreni yaratırken bir hata sonucu angra mainyu'yu yaratmıştır.

    bir başka efsaneye göre ahriman ve ormazd (ahura mazda'nın kısaltması) yaratıcı tanrı zurvan'dan doğan ikizlerdir. zurvan ilk doğan çocuğun kral olacağını ilan etti. ahriman da ilk olmak için kendini rahimden dışarı attı. zurvan verdiği söze bağlıydı, ancak ahriman'ın hüküm sürebileceği zamanı sınırladı. bunun sonunda ahura mazda başa geçecek ve iyilik ve ışık içinde hüküm sürecekti. dünya şu anda ahriman'ın yönetimi altındadır; bu yüzden yıkıci doğal felaketler, kuraklık, kıtlık, savaş, hastalık, salgın hastalıklar ve diğer kötülükler vardır. ahriman, yönetiminde kendisine yardımcı olması için hastalık, kötücül akıl, zorbalık, düşmanlık, şiddet, gazap ve yanlışlık gibi negatif kavramları yeryüzünde yaymakla görevli altı adet başdemon yarattı. bu altı başdemon, antagonistleri altı başmelekle iyiliğe ve ışığa karşı mücadele etmektedirler.

  • yazının içeriğini okumadım, sadece hesaplayan adam oldum. 2,5 yıl, 912,5 güne tekabül ediyor. yani günde 3 kitaptan biraz fazla okumuş olması lazım. kitaplar 10 sayfa falandı heralde.

  • mansur başkan'ın açıklamasına göre athena ankara'daki konser teklifini bir şartla kabul etmiş ve o şart da aldıkları paranın tamamını mehmetçik vakfı'na bağışlamakmış. istanbul'daki durumu bilmem ama ankara'da durum böyleyken farklı olduğunu sanmam.

  • ustanın son başyapıtı.

    günümüzün kesinlikle en büyük sorununa odaklanmış ken loach. güvencesiz ve esnek çalışma. hiçbir hakkınız yok, tamamen kendi kaderinizle başbaşasınız ve aslında sizin avantajınızaymış gibi gözüken her şey yeni işletmelerin üstlenmek istemediği risklerden ibaret. bu durum tabiri caizse çok sayıda ocağı sönme noktasına getiriyor.

    filmde ailenin babası önce işini kaybediyor sonra ev almak için tek umutları olan ev kredileri haliyle iptal ediliyor ve kiraya çıkmak zorunda kalıyorlar. baba neredeyse tek para kaynakları olan küçük otomobillerini satıp (ki bu bence orta sınıfın kaybolan standartlarını çok iyi anlatan bir örnek, 20 sene öncesine kadar çok sıradan bir orta sınıf eşyası olan araba artık orta ve orta-alt sınıf için çoktandır gözden çıkardığı bir lüks durumunda) onun yerine aldığı minibüsle kuryeciliğe başlıyor ama saatlik ücreti dışında hiçbir hakkı yok. üstelik üzerinde müthiş bir performans baskısı var günün belli bir saatine kadar elindeki tüm paketleri dağıtmak zorunda, izin hakkı yok, hasta bile olsa, ailesiyle ilgilenmesi gerekse bile işe gitmek zorunda yoksa para kazanamıyor... anne sosyal hizmetlerde çalışıyor ama sabah 7 akşam 7 gibi bir temposu var ve ondan da hiçbir maddi karşılık veya kazanım olmaksızın daha fazla çalışması beklenmekte. çocuklarından biri ergenlik döneminde ve okuldan uzaklaştırma alıyor, küçüğü ise büyüme çağında ve ebeveynlerinin ilgisine en çok ihtiyaç duyduğu yaşlarda. fakat aile geçim derdine düşmüş, herkes sabah evden çıkıyor akşama kadar binbir zorlukla deyim yerindeyse ekmek parası peşinde koşturuyor.

    sorry we missed you, neo-liberalizmin, uygulandığı ülkelerdeki kitlelere -özellikle işçilere- ne yaptığı sorusunun manifesto niteliğinde bir cevabı adeta. neo-liberalizm yığınları altüst etti, onların hayallerini çaldı, kurumları, hakları, sözleşmeleri lağvedip insanları orman kanunlarıyla yaşamaya mecbur etti, psikolojilerini bozdu, emeklilik planlarını, çocuklarının geleceklerini, bir tanecik arabalarını ellerinden aldı. sonuçta dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan ingiltere'de dahi sağlıktan, eğitimden, güvenlikten, barınmadan nasibini almamış, bu gidişle hiçbir zaman da alamayacak olan garibanlar ordusu yarattı.

    buna karşın birbirine tutunmaya çalışan bir aile görüyoruz loach'un filminde. bu kimilerine duygu sömürüsü gibi gelebilir ama aksine benim çok hoşuma gitti. çünkü zaten yanlızlaştırılan, her türlü haktan yoksun bireylerin sorunları aşabilmesinin belki de tek yolu dayanışmadan geçiyor.

    neo-liberal ekonomik düzene ayna tutmuş, gerçekçi ama kesinlikle karamsar bir film değil sorry we missed you. loach yaşadığı topluma bir aydın olarak sahip olduğu borcu ödemiş -yıllardır yaptığı filmlerle ödüyor da- ve artık çağımızın vebası haline gelen bu yeni ekonomik ucube düzenin mağdurlarının hayatlarını kameraya almış. saygı duyulası, yürekli bir iş.

    bir nafile not da ülkemiz sinemacılarına, görebildiğim kadarıyla son günlerde 3 tarz film üretiliyor: başta cep herkülü, türk işi dondurma, çiçero tarzı anlatılan hikayenin sadece paravan görevi gördüğü, tek amacı mevcut konjonktürün ekmeğini yemek olan, baştan sona sadece milliyetçiliğin pompalandığı, ne idüğü belirsiz prodüksiyonlar. ardından recep ivedik ve diğerleri diye tarif edebileceğimiz, yine umutsuz, neşesiz, halsiz kitlelere enjekte edilen gişe filmleri ve olmazsa olmazımız taşra veya şehir sıkıntısı yaşayan küçük burjuvanın bunalımı temalı festival filmlerimiz. koca bir ülke krizden beşik gibi sallanıyor, toplum çürümenin eşiğine gelmiş ama ülke sinemasında panayır havası hakim. işçilerin, kaderine terk edilmiş dar gelirlilerin, işsizlerin, umutsuzların, borç batağındakilerin, geleceğe dair hiçbir beklentisi kalmamış gençlerin hiçbiri ama hiçbiri kendisine ülkemiz sinemasında yer bulamıyor.

  • yakın zamanda babam vefat etti.cenaze oldu,akrabalar geldi ,yasinler, dualar okundu,akrabalar gitti.
    artık üzerinden zaman geçti yani. normal hayatımıza dönme zamanı geldi. yada dönmüşüz gibi yapma zamanı.

    neyse benim de aklıma geldi, artık babamın facebookunu kapatmam gerektiğini düşündüm.
    şifresini bildiğim için kolayca halledicektim. adresi şifreyi girdim.
    mesaj kutusunda 6 mesaj vardı. baktım.
    "allah rahmet eylesin abi" veya "abicim seni hiç unutmicaz" tarzı mesajlar vardı ve bunların hepsi 40-50
    yaşında insanlardan gelmiş.

    hayatımda böyle trajikomik bi olay daha görmedim. bilgisayarın karşısında dondum kaldım salak gibi.