hesabın var mı? giriş yap

  • türkiye cumhuriyeti'nin kurucusu olan gazi mustafa kemal atatürk'ün 85. ölüm yıl dönümünde emniyet şeridinde saygı duruşunda durduğum için türk polisi tarafından bana düzenlenmiş cezadır.görsel

    bu sabah trafikte olduğumdan dolayı herhangi bir kazaya neden olmamak amacıyla aracımı 09.04’te e-5 yenibosna-merter istikametinde yenibosna mevkiinde en sağ şeride çekip saygı duruşunda bulundum. trafikte yer alan tüm araçlar araçlarını durdurarak saygı duruşunda bulundular. durduğum yerin 50 metre ilerisinde ise 1 polis aracı ve 3 memur olduğunu fark ettim. ilk olarak saygı duruşu sırasında bir trafik kazası meydana gelmesi durumunda hızlıca müdahale etmek için polislerin hazır beklediğini düşündüm. ilk yanlış düşüncem bu oldu.

    polis memuru beni durdurup evrakları isteyince rutin kontrol yapıyorlar diye düşündüm. ikinci yanlış düşüncem de bu oldu. bana trafik cezası yazacaklarını söyleyince itiraz edip, siz türk polisi değil misiniz saygı duruşunda durduğum için bana nasıl ceza yazarsınız dediğimde, saygı duruşu için mi durdun dedi (bu sabah 09.05’te aracımı sağa çekip, dörtlümü yakıp, aracımdan inip, arabanın yanında 1 dakika boyunca ayakta istanbul’un temiz havasını ciğerlerime çektiğimi düşündü galiba). evet dedim saygı duruşu için aracımı çektim. tamam o zaman ceza yazmıyorum dedi. ben de ehliyet ve ruhsatımı yoluma devam ettim. (yolda keşke polis aracının ve memurların videonu çekseydim diye düşündüm, çekmediğime şu an çok pişmanım.)

    bu akşam e-devletten ceza sorgulaması yaptığımda tarafıma 47/1-c maddesi kapsamında 436 tl ceza düzenlediğini gördüm. şimdiye kadar yediğim trafik cezaları (hız limitini aşma) arasında bu cezanın yeri çok başka. ben bu cezayı yemekten gurur duyarım. lakin bu cezayı, bana kesenlerin yanına bırakmaya hiç niyetim yok. öncelikle cezaya itiraz edeceğim, sonrasında ise bana ceza yazan memur hakkında (tutanaktan belli oluyordur diye düşünüyorum) dava açacağım.

    edit 1: güzel mesajlarınız için teşekkür ederim arkadaşlar. dava süreci ile ilgili gelişmeleri ayrıca burada paylaşacağım.

  • düşündüm benimkiler de büyüdükçe çekti mi diye. çocukken en büyük hayalim neydi, şimdi ne diye... motorlu kanatlardı, yelek gibi giyiyorsun düğmesine basıyorsun çalışıyo. burada yok ama almanyada falan kesin yapmışlardır bunu. bizim de almanyada benim tanımadığım bi akrabamız oluyo, istanbul'a gelirken bana bunlardan getiriyo bi tane. her gün kanatlarımı takıp bizim sokağın üzerinde uçuyorum . bütün çocuklar bi tur istiyo, hiçbirine vermiyorum. yalnız oğuz isteyince onu da yanıma alıp uçuyorum. karşı apartmanın çatısına tünüyoruz beraber, orada çekirdek yiyoruz. çok spesifik olarak çekirdek ama. romantik buluyormuş olmalıyım.

    yaklaşık 25 yıl geçti, şimdiki hayalim daha az mekanik. basit bir hamak. limon ağacının altında bir hamak, o kadar. yıldızları gören bir yerde olsun. bir de güzel bir ses sistemi olsun, müzik olsun hep. içimden geçen o anda çalınsın. karşımda bir dağ olsun. mümkünse hep gece olsun, ve hep dolunay yükselsin o dağın tepesinden. limon ağacının dalında bana arkadaşlık edecek bi cırcır böceği olsun yeter. hiç konuşmasın, sadece bi ayağıyla müziğe ritm tutsun sakin sakin, ki bileyim o da seviyor çalanı. karnım hiç acıkmasın ama limitsiz içecek olsun ve ne kadar içsem de hiç çişim gelmesin. bak düşündükçe hayal komplikeleşiyor. oysa haftalardır "sadece bi hamak" deyip duruyordum. belki de insan büyüdükçe hayalleri küçülmüyordur da, hayal kurmaya zaman ayırmadığı için detayları modellememiş, ilk aklına gelen dilekte yorulup bırakmış oluyordur?

  • daha bu hafta asker uğurlaması için göztepe (medical park önü)e5 trafiğini tam önümde durdurup halay çeken dallamalarla aynı kafadır.

    bunlar için durum böyledir. karşıdaki kişinin beğeneceği bir jest yapmak yerine "`bak senin için kaç kişinin hayatını zorlaştırıyorum`" mesajı vermektir. o kafa bundan anlar.

  • rus psikiyatr ve psikolog olan bluma wifona zeigarnik’in adıyla anılan ve ilk olarak 1900’lerin başında fark edilen ve gündeme gelen kavram.
    1920’lerde zeigarnik bir grup psikolog arkadaşıyla beraber bir restorana gider ve siparişlerini verir. siparişi, tek bir garson almıştır. daha şaşırtıcı olanı ise hiçbir siparişi kaydetmemiş olmasıdır. garson hiçbirinin siparişini unutmadan eksiksiz ve yanlışsız olarak getirmiştir. grup, yemeklerini yemiş ve restorandan çıkmıştır.
    ziegarnik restoranda şalını unuttuğunu fark eder ve geri döner. kendilerine servis yapan garsonu bulur ve şalını görüp görmediğini sorar. garson ne kendisini ve ne de şalını hatırlamaktadır. hatta o kalabalık psikolog grubunu bile hatırlamamaktadır. bu durumu çok şaşırtıcı bulan zeiganik garsona bunca siparişi aklında nasıl tuttuğunu sorar. garsonun psikoloğa söylediği tek şey, siparişleri aklına yazıp, yemeklerin ilgili kişilere ulaştırılmasını sağladıktan sonra siparişleri aklından sildiğidir. bu durum zeigarnik’in çok ilgisini çeker ve yaptığı çalışmalarla şu sonuca ulaşır: bitirilmemiş, sonlandırılmamış işler, zihni daha fazla meşgul etmektedir. iş bitince, zihin bu meşguliyetten kendini kurtarmaktadır.
    daha sonraları birçok araştırmaya konu olan bitmemiş işler teorisi aslında tabir yerindeyse zihnimize adeta birer çivi gibi çakılı kalan plan, proje ve işleri anlatmaktadır. örneğin öğrenciler ders çalışma planı hazırlar. ve kendine söz verir; ilk pazartesiden itibaren bu çalışma planına uymaya başlayacaktır. başlar da, ama iki-üç gün uyguladıktan sonra sapmalar başlar plandan. ve devam ettirmez, yarım bırakır. ya da diyet listesi hazırlar bazılarımız ve haftanın ilk günü diyetine başlayacak, sıkı bir şekilde uyacak, hedeflediği kiloya gelecektir. diyete harfiyyen uyulan birkaç günden sonra, tamamen rafa kalkar her şey. ve yine yarım kalır diyet. başka birimiz bayram öncesi derin temizliğe başlayacaktır. ama hafta başında başlamayı tercih eder. dip köşe evini iyice temizleyip misafirlerini gönül rahatlığıyla ağırlamayı hayal etmektedir. öyle derin bir temizliğe girişilmiştir ki, ilk gün belki de yalnızca mutfak dolapları silinebilmiştir. dip köşe temizlik de altından kalkılamayacak bir yük olup yarım bırakılmıştır. bitirilmemiş tüm bu işler sırtımıza yük olmuştur ve biz planlarımızı veya hedeflerimizi düşünmeye fırsat bulduğumuz anlarda olanca ağırlığıyla bizi adeta ezmekte, zihnimizi meşgul etmektedir. çünkü ertelemekteyizdir işlerimizi. ve erteleyip de bir türlü tamamlayamadığımız işler, planlarımızı uygulamaya almadığımız her gün, daha da büyümekte bir çivi gibi zihnimizi rahatsız etmektedir.
    peki bu durumdan kurtulmanın yolu yok mudur? sorunun çözümü nedir?
    elbette ki vardır. büyük hedeflerimizi günlere veya kolay başarılacak küçük hedeflere bölmek. ve de en önemlisi en kolay başaracağımız adımdan başlayarak kendi zihinsel motivasyonumuzu sağlamak.
    başardığınız her aşama size ödül ve diğer adım için güç kaynağı olacaktır. hedeflerine her seferinde biraz daha yaklaştığını fark eden zihniniz bir yandan bir sonraki adım için güç toplarken, diğer yandan da kendini batık çivi gibi rahatsız eden bitmemiş işlerinden birer birer kurtulacaktır.

  • direksiyon sınavlarında komisyon başkanlığı ve üyeliği görevlerinde bulunuyorum. bu görevler esnasında gördüğüm ise kadın sürücü adaylarının çoğunluğunun ciddi anlamda beceriden yoksun,inatçı,telaşlı oldukları ve her durumda haklı olduklarına inanmalarıdır. kadın sürücü adayı düz yolda durduk yere kaldırıma sürüyor, son anda direksiyonu çevirip frene basıyorum ve adaya kaldığını söylüyorum
    ;kadının cevabı ise’’ aaa ne oldu ya naptım ki ben?’’ kadın sürücüye hatasını kabul ettirmek deveye hendek atlatmak gibi bir şey. bu kazada da prensesimize çok geçmiş olsun diyorum. üzülmesin bir dahakine tamamen ezer.
    tanım: dikkatsiz bir sürücüdür.

  • piyango yine 65 yaşa vurdu. şimdi demez mi bu insanlar "e biz aşıyı niye olduk, covid-19'un askeri biz miyiz ulan" diye :) aşılanan insanlara yasak getirip, aşı olmayanları sokağa salan tek ülke biz miyiz gerçekten merak ediyorum. şimdi covid-19'a karşı kullandığımız en büyük kozumuz 65 yaşlar mıydı? her şeyin sorumlusu onlar mıydı? daha önce aşılama olmadığı halde bu denendi ve hiçbir sonuç alınamadı. zaten 65 yaş son zamanlarda herkesten fazla dikkat ediyor diye biliyorum.

    çok değil iki üç gün sonra vaka sayılarını düşürmeye başlarlar artık şöyle başardık, böyle yendik diye. alınan kararlar "dostlar alışverişte görsün" diye alınmış. hafta sonu ve gece yasaklarını zaten ipleyen yoktu. millet yolunu bulmuş, almış eline bir kağıt parçası at koşturuyordu sokakta. yine aynı şekilde devam.

  • ailece hayatımızı borçlu olduğumuz japon araba markası.

    1996 yılının ağustos ayında galeriden 0 km bir mazda 323 familia satın aldık. ne abs, ne asr, ne hava yastığı... o dönemler bu özellikler opsiyonel olduğu için biz kısıtlı olan aksesuar bütçemizi mal gibi klimaya ayırmıştık. dımdızlak bir arabadan bahsediyorum.

    mazdanın broşürüne baktığımı hatırlıyorum. bir kaza testi fotoğrafı... familia'yı korkunç bir süratle duvara çarptırırken... arabanın tamamen yokolan burnu ama en ufak hasara uğramayan yolcu kabini gözler önünde... "hadi lan ordan" dediğimi hatırlıyorum "koskoca motor nereye gitti dümbelekler?". cevabı alttaki açıklamalarda gizli: "önden darbelerde motorun yolcu kabinine girmesini önleyen özel katlanma ve parçalanma sistemi"

    vay anasını... japonlar yapmış! ama beni arabanın güvenlik unsurları ırgalamıyor. "nolcak lan! babam iyi şöför zaten"

    ***

    arabayı 2 ağustos cuma günü saat 20:00'da aldık. saatine kadar hatırlıyorum çünkü cumartesi sabahı tatile giderken, yani tam 12 saat sonra o büyük kazayı yaptık. bütün gece valiz toplayıp istanbul-antalya arasında şöförlüğe soyunan babam direksiyon başında uyumaya karar verince eskişehir'e 45 km mesafedeki bozüyük kavşağı'nda bir doğan slx'e, 90º açıyla ve tam 110 km süratle çarptık. kazanın etkisiyle biz kendi etrafımızda sayısız spin atarken tam ortadan kırılan diğer araç yerden metrelerce yükselip yere yan olarak düşmüş...

    ***

    kaza sonrası yaşadıklarımızı burada anlatmayacağım. aslında bu kadarını bile anlatmak sinirimi bozuyor ama kazanın boyutlarını anlamanız için gerekliydi. sonuç olarak annem, babam, o zaman 7 aylık olan kardeşim ve ben o arabadan sağ çıktık. benim dışımda kimsenin burnu bile kanamadı hatta...

    "tamam mazda sağlam araba ama bu kadar duygusallaşmanın alemi ne" diye soranlara söyleyeyim: kaza sonrası, aracı sigorta şirketinden mazda japonya'nın geri aldığını ve dünya fuarlarında dolaştırdığını öğrendim. yanına da şöyle yazmışlar "bu araçtan biri bebek 4 kişi sağ olarak çıkmıştır."

    hani fifth gear'da ya da başka programlarda arabaları gerek komik komik, gerekse de ciddi ciddi test ederler ya, işte ölüm kalım testinde de ben mazda koltuğunda oturuyordum. ve müteşekkir bir şekilde söyleyebilirim ki "mazda bu testi geçti"