hesabın var mı? giriş yap

  • karakter gelişimlerinde "insan 7'sinde ne ise 70'inde de odur" düsturunu benimsemiş film serisi. "foreshadowing" konseptini oldukça başarılı kullanmıştır. bu durum özellikle, part 1'de ilk defa tanıttığı karakterlerin, part 2'de genç hallerini gösterdiği kısımlarda kendisini belli eder.

    --- spoiler ---

    zayıflığı ve saflığı yüzünden kandırılıp aileye ihanet eden fredo, daha bir bebekken bile zayıf ve hastadır. aslında, babası vito'nun zayıf çocukluğunu anımsatır fakat vito zorlu geçen yaşamı yüzünden olgunlaşıp güçlenmişken, fredo bu tip bir değişimi hiç yaşayamamış ve her daim ailesinin en zayıf halkası olmuştur.

    fazla agresif tavrı yüzünden aileyi sıkıntıya sokan santino, daha çocukken bile rahat durmaz ve akraba buluşmalarında ona buna yumruk atmaya çalışır.

    ailenin kurucu üyelerinden olmasına rağmen yaşlılığında aileye ihanet eden salvatore "sal" tessio, gençliğinde de vito'nun don fanucci'yi haklama planına karşı çekimser ve güvensiz tavrıyla dikkat çekerek karakterinin ilk sinyalini verir.

    peter "pete" clemenza, vito'yu suç dünyasına sokan kişidir. bu işte vito'dan daha eski ve daha tecrübeli olmasına rağmen boynuz kulağı geçer ve vito ailenin patronu olur. buna rağmen clemenza bunu bir ihanet gerekçesi haline getirmez, bu konuda bir problemi olmaz. gençliğinden itibaren vito'ya ve ailesine karşı hep sevecen ve samimi davranmıştır. aileye sadık olarak ölür. (not: part 2'nin senaryosunun ilk taslaklarında aslında aileye ihanet eden kişi frank pentangeli değil, clemenza imiş fakat bir sebepten clemenza'yı filme dahil etmemiş ve yerine pentangeli'yi kullanmışlar. hikayeye göre clemenza part 2 öncesinde aileye sadık olarak ölmüş durumda. iyi ki böyle olmuş çünkü böylesi karakterine daha uygun.) yine yetişkinliğinde epey şişman bir adam olan clemenza'yı gençliğinde bol bol bir şeyler atıştırırken görürüz.

    sicilya'da michael'a ihanet edip arabasına bomba koyan fabrizio, aslında daha başlarda, fırsatını bulabilse kapağı amerika'ya atmak derdinde olduğunu hareketleriyle belli ederek bunun sinyalini vermektedir.
    --- spoiler ---

    karakterlerindeki tutarlılığa son derece önem veren tarzıyla da izleyicisine duyduğu saygıyı belli eden bir film serisidir...

  • kelimeleri düzgün seçelim arkadaşlar.

    bir gün uçaktayım, yiyecekler ücretli. hostesin birisi 'bir şey arzu eder misiniz ?' diye yüksek sesle mutlu şekilde tek tek her yolcuya sorarak bizim koltuklara doğru geliyor. yanımdaki kelli felli orta yaşlı göbekli görmemiş herifin biri kızcağazı durdurdu, kızda bir şey istedi diye sevindi hafiften. yüksek sesle kıza; 'siz bu yemek satışından prim alıyorsunuz galiba' diye sordu. kız kem küm etti çok az miktar ekleniyor filan dedi sessizce. adam herkesin duyacağı şekilde; 'belli belli millete bu kadar yalvardığına göre...' dedi. adam aklınca hava yolu şirketine sövmenin gururunu yaşadı, ama şirketin satış politikasını uygulamak durumunda olan bir çalışanı incittiğinin farkında bile değildi. kızcağız çok bozuldu, işi gereği toparlamak zorunda olduğu için ses çıkaramadı.

    o nedenle satışta ısrar olayı vardır. ısrar deyin, müşteriyle fazla diyalog halindeler deyin, bir şeyler satmak zorunda hissediyorlar deyin, ürünü tanıtmak zorunda hissettiriyorlar deyin. binlerce olumlu cümle varken;

    'dilenci' ne demektir ya ? nasıl bir gönül kırmaktır bu. bu nasıl düşüncesizliktir !

  • ilkokul veya ortaokuldayım sanırım, babam maaşı almış, alışverişe gitmişiz. o zamanlar alışveriş ayda bir yapılırdı; bisküvi olsun, sarelle olsun, sucuk, muz vs., o zamanki bütçemize göre lüks olan ne varsa alışverişi izleyen bir kaç günde, olmadı bir haftada tüketilir, yeni alışverişlerin yolu gözlenirdi. alışverişten döndüğümüzde, annemle babam poşetleri bırakıp, karşı komşuya uğrarlar, annem aldıklarımızı dolaba yerleştirmemi tembihler. tabi yerleştirirken sarelleyi görürüm. sarelle dediysem, teknik olarak sarelle bile değil aslında, en küçük boyundan şokomigo diye sikimsonik bir şey. annemler dönmeden çay kaşığıyla dalarım çikolataya, fark edilmesin diye üstünü düzlemeye çalışırım. bakarım ki olacak gibi değil, ortada delil bırakmamak adına birkaç kaşık daha alıp bitiririm şokomigoyu. ambalajı da bir poşetin içine koyup çöpe atarım. bir süre sonra annemler gelir, dolabı açıp bakar, sarelleyi nereye koydun diye sorar. nutella dolaba konulmaz muhabbetleri yok tabi o zamanlar. kem küm ederim, gerçek ortaya çıkar. babam der ki, tek başına sarelleyi yediğin için hepimizden özür dileyeceksin. gariban olduğumuzu düşündüğümden değil, gerçekten ablamın, annemin, babamın hakkını yediğimi düşündüğüm için suçluluk duyarım, boğazım düğümlenir, özür dilerim. o günden bu güne unutamam; o günden bugüne de sarelleymiş, nutellaymış pek yemem.

  • yıllardır deprem vergisi toplayıp, o vergiyle "önlem almadığı bir deprem sonrası" yıkılan evlerin yerine yenisini yaparak hak iddia eden troll saçmalaması.

    he buydu amk. yalnız ne türkçe bilmez bir kitlesi varmış arkadaş. 10 yorum okudum, beynim yandı.

    debe editi: devleti reislerinin toprağı, kendilerini de reisin marabası olarak görmeyen bir türkiye için, her türlü sosyal mecrada, meclisin açıldığı günden itibaren, insanlara beklenti veren tüm sorumlu partilerin yaptıklarının takibini yapıp, söz verip de yapmadıkları için hesap sormamız dileğiyle.

  • atina international hava alaninda erkekler tuvaletinde, bir kapinin arkasinda yazan yazi: " constantinopolis is the capital of greece"
    altinda ise bir turk gencinin yazisi:" then greece is a district of turkey"
    helal olsun turk gencine.

  • kemal sunal'ın zamanında güzel bir şekilde açıklık getirdiği şey:

    " ...bundan sonra filmlerde şaban adını koymasak bile, değişen bir şey olacağını zannetmiyorum. millet şaban olarak biliyor. bu yıl, firma yanlışlık yaptı. film adım niyazi. adının atla gel niyazi olması lazım. afişler, lobiler hepsinde atla gel şaban oldu. seyircilerden bir kişi çıkıp da, filmdeki adın niyazi, afişte şaban, demedi. farkına bile varmadı. kemal sunal’ın adı, niyazi olsa ne olur, şaban olsa ne olur?"