hesabın var mı? giriş yap

  • bu durum avrupa birliği adına bir utançtır. aynı parayı kullanıp vizesiz dolaşmakla birlik olunmuyor. böyle zamanlarda işbirliği, kaynak paylaşımı, personel ve teknik destek olmayacaksa ne zaman olacak.

  • normal bir durum.
    dünyada 200'ün üzerinde zehirli yılan türü var. türkiye'de ise 15 civarı.
    bunların ikisi zaten az zehirli, insanı öldürmez. diğerleri de aşırı zehirli değiller. sokulma durumuna karşı her yılan türü için ayrı antivenom* tutmak gerekiyor. bunları uygun koşullarda saklamak büyük dert.
    bu nedenle sağlık kuruluşları sadece kendi bölgelerindeki yılanların antivenomlarını bulundurur.
    türkiye'deki zehirli yılanların %90'ı engerek türüdür. dolayısı ile ülkemizde bu türün antivenomu vardır.
    yılanlar soğuk hayvanlar, görünce insanın tüyleri diken diken oluyor ama bilinenin aksine yılan saldırgan bir hayvan değildir. yuvasının yanında değilseniz, üzerine basmazsanız, öldürmeye, yakalamaya çalışmazsanız durduk yere insana saldırmazlar.
    son olarak zehirli bir yılanla gösteri yapıyorsan antivenomunu kendin yanında taşıyacaksın. her şeyi devletten beklemeyeceksin.

  • osmanlı devleti de dahil olmak üzere 6 kıtada onlarca ülkeyi yürüyerek gezen, yanında taşıdığı 30 kilogramlık defterine, dolaştığı ülkelerdeki önemli kişilerin imzalarını toplayan joseph mikulec'dir. 1900'lerin başında başladığı yolculuğu 1929 yılında sona ermiştir. görsel

    imzaları ve kendisi için yazılan sözleri içeren defteri bugün 250.000 amerikan dolarına satışa çıkarılmıştır. defterde imzası ya da yazısı bulunan herkes bizzat kendisi ile görüşerek defteri doldurmuştur. en az 33 ülke gezmiştir ve defterinde en az 23 dilde yazı tespit edilmiştir.
    görsel, görsel, görsel, görsel, görsel, görsel, görsel

    mikulec, antarktika hariç her kıtada yüz binlerce km seyahat etti, dünya liderlerinden yerel tüccarlara, theodore roosevelt'ten topeka'daki sigortacıya ve gittiği yerlerdeki hükümdarlara ve liderlere kadar, seyahati hakkında düşüncelerini defterine yazan on binlerce insanla tanıştı.

    yolculuğu, ziyaret ettiği yerlerdeki yerel gazete haberlerinin yanı sıra new york times'da yayınlanan 4 makaleye ve yüzlerce röportaja konu olmuş. amerika birleşik devletleri'nde tüm sinema salonlarında gösterilen kısa bir sessiz filme de konu olmuştur. video

    altı abd başkanı, iki hükümdar ve bir büyük britanya başbakanı, çin hükümdarı, japonya, avustralya, hindistan, singapur liderleri, kanada başbakanları dahil olmak üzere defterine not düşenlerle bizzat tanıştı. thomas edison, andrew carnegie, enrico caruso gibi kişiler de defterinde yer almıştır.

    osmanlı devleti, ingiltere, iskoçya, danimarka, isveç, belçika, italya, almanya, çekoslovakya, hollanda, yugoslavya, fransa, polonya, irlanda, isviçre'de, japonya, çin, kore, singapur, filistin, burma, hindistan, filipinler, amerika birleşik devletleri, kanada, meksika, brezilya, küba, uruguay, arjantin, kosta rika, avustralya ve yeni zelanda, afrika ve mısır'da bulunmuştur. buralarda 30 kilogramlık defterini yanında taşımış ve imza ile notlarla doldurmuştur.

    defter içerisinde ingilizce, fransızca, italyanca, yidce, arapça, sırpça, hırvatça, lehçe, ispanyolca, ermenice, hintçe, çince, japonca, rusça, danca, isveççe, ukraynaca, rumca, norveççe, macarca, farsça, siyamca, portekizce ve litvanca notlar tespit edilmiştir.

    yolculuğu sırasında 44 çift ayakkabı eskitmiş, 8 dil öğrenmiş ve 60.000'den fazla imza/not toplamıştır. defteri 1929 yılında ortadan kaybolmuş, 2021 yılında tekrar ortaya çıkmış ve 250.000 dolara satışa çıkmıştır.

    hayatına dair daha fazla detay için: smithsonian - raab collection (defteri bu adreste satışta.)

  • reklamın çapsızlığı ya da yorumları yazanın mizah anlayışındaki bayatlık bi yana...

    --- spoiler ---

    müşteri yorumu: hadi fuse tea kalmadı dediniz eyvallah başka bi içecek niye koymuyorsunuz. pipet koyup dalga geçer gibi içecek koymamışsınız.
    salağın cevabı: o değil de bir ilhan irem vardı, noldu ona ya?

    --- spoiler ---

    ben bu yorumu okuyan müşterinin yerinde olsam o restorana gider ve ilhan irem'le yedi ceddinin soy kütüğünü tersten okuturum o dallamaya.

  • - eee peki sonra ne olmuş
    - işte onlar da şatoya gitmişler hep beraber
    - hangi şatoya
    - olm masalın başında dedim ya, büyük şato hani
    - kim gitmiş
    - hepsi
    - kim yani
    - yavrum gözünü kapat dinle sen böyle soru sorunca uyuyamazsın ki…

    - sonra kötü kraliçe çıkmış dışarı
    - en kötü olan mı?
    - soru yok!!!

    yemek yemeyi bilmese, yedirirsin; okuyamasa, okursun; kalem tutamasa, öğretirsin; oyun oynayamazsa, oynarsın da uykuya dalmayı bilmeyen çocuğa ne yapılır bilmiyorum. kaç masal okuduğumu kaç ninni söylediğimi unutuyorum bazen. yeri geliyor çocuk gelişimi kitaplarının çalışma kampını andıran, odasına kilitleyin bırakın ağlasın nasıl olsa uykuya dalacaktır türünden insanlık dışı önerilerini uyguluyorum ama bana mısın demiyor çocuk. uykuya dalmak nedir bilmiyor, öğretemiyorum.

    uykuya gidip de yarım saatte dışarı çıktım mı evde zafer turu atıyorum. uykudan ölen çocuğun nasıl olup da 1 saat yatakta beni soru yağmuruna tuttuğunu anlayamıyorum. gözünü kapatır uyursun, bunu çocuğa öğretemiyorum. sanırsız yarın iki vizesi var, sanırsın senedinin günü geldi, sanırsın çeki karşılıksız çıktı da sıkıntıdan uyuyamıyor. lan çocuksun, kafa pırıl pırıl devrilip uyutsana?!

    bir saat sonra, 10 dakikalık sessizliğin ardından…
    - kraliçe hani o siyah giysili olan mıydı?
    - ………
    - ………
    - o prenses değil miydi ki?
    - la uyusan ya!!

  • geçen yine metrobüs bekliyorum hiç boş gelmiyor. neyse bir tane geldi tek kişilik bir boşluk vardı lego gibi girdim oraya. tetriste çubuğu bekler gibi beni bekliyormuş meğer. neyse gidiyoruz çok şükür binebildim falan diyorum.

    metrobüsle durak arasındaki sınırı benim, yanımdaki dayının, en uçtaki şişman abla ve diğer kapının yanındaki zayıf bir abinin ayakları çiziyor. akıncı beyi gibi en uçtayız. 300 spartalı gibi elimizde mızraklar adam girmesi imkansız. sonraki durakta kapılar açıldı. inen yok. duraktakiler kedinin ciğer bakışı gibi büyük bir beklentiyle bir bize bir ayaklarımıza bakıyor. girecek ufacık bir boşluk bir aralık arıyor.

    sonra kalabalığın içinden bıyıklı bir dayı geldi. şöyle bir baktı. 4'ümüz adama bakıyoruz. benim gözüm zayıf abide. içimde dayanın aslanlarım dayanın diyorum. sonra duraktaki bıyıklı dayı tahmin ettiğim gibi zayıf abinin oraya sıçradı. ama orada boşluk yok. girmesi imkansız. sıçradı geri düştü. sonra bir daha atladı. bu sefer tutundu. zayıf abi bildiğin jilet gibi kapıya yabıştı. o yabıştıkça biz zip gibi rarlanıyoruz. ama durmuyor bıyıklı dayı. adam sığ havuzda yüzmeye çalışır gibi körüğe kadar imkansız bir şekilde ilerledi. zayıf abi artık kapıyla bütünleştiği için büyük bir gedik oluştu kapıda. sonra umutla bekleyen insanlar walkind dead'deki zombiler gibi hurraa kapıya yüklendiler, açılan o delikten abartmıyorum bi 8 9 kişi girmiştir.

    bu sırada ben oluşan tsunamilerle kendimi nefes nefese tekerlek üstü koltukların orada buldum. gözlerim bizim ekibi aradı ama hepimiz metrobüsün farklı noktalarına savrulmuştuk artık. zayıf abi ise metrobüs şehidi olarak kutsal şehadet şerbetini içmişti. seni unutmayacağım zayıf abi.

  • binek otomobile 9 kişi binilince haliyle insanlar kucak kucağa otururlar, elemanlardan biri öndeki 2 koltuğun ortasında yarı oturur-yarı ayakta durmaktadır

    şöför: vay be, bu kadar ağırlığa rağmen 4. vitese takabildim
    ortada oturan: evet evet, ben de farkettim.