hesabın var mı? giriş yap

  • seneye bu zamanlar gösterime girecek olan. ayrıca ilk görselleri yayımlanan ve christopher nolan tarafından yazılıp ve yönetilen oppenheimer filmi hakkında konuşmalar devam ederken atom bombasından söz etmek olmazdı diye düşünüyorum
    çünkü film, ilk nükleer bombanın babası olarak kabul edilen teorik fizikçi j. robert oppenheimer'ı anlatmaktadır. tarihler boyunca insanoğlu bir çok silahın yapımına imza atmış fakat şimdiye kadar içlerinde bu kadar korkutucu ve etkili olan, hatta dünyaları bile yok edebilecek seviyede başka bir şey ürettiklerini pek düşünmüyorum.(bkz: silah/@zagalar)

    çünkü oppenheimer 1965'te bir televizyon yayını için röportaj yapmaya ikna edildiğinde şunları söylemişti:
    --- spoiler ---

    ilk atom bombası testi 16 temmuz 1945'te new mexico'daki trinity tesislerinde başarıyla patlatıldığında. dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını biliyorduk. yanımda bulunan birkaç kişi güldü, birkaç kişi ağladı. çoğu insan sessizdi. hindu kutsal kitabından, bhagavad gita'dan bir satırı hatırladım ; şimdi ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi oldum.
    --- spoiler ---

    bu sözleri söylemesinin nedeni, ürettiği şeyin; insanları öldürme amacıyla ilk defa 6 ağustos 1945 tarihinde japonya'nın hiroşima kentinde kullanılmasıydı. dahası da üç gün sonra, nagazaki'ye ikinci bir bomba daha atılmasıydı. atılan bombaların öldürdüğü insan sayısı tahminen 214.00 kişi civarındaydı ve bu silahın neden olduğu yıkım, savaş tarihinde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şeydi. saniyeler içinde bu kadar insan bir anda kül olmuştu.

    insan oğlunun bu tasarımı nasıl başarmıştı bunu, bu acımasız bomba nasıl çalışmaktaydı?
    öncelikle en başa dönerek, basit şeyler anlatmakla başlayalım; bir atom, üç atom altı parçacıktan oluşur: bunlar proton, nötron ve elektron. atomun merkezinde bir çekirdek bulunur, çekirdek ise proton ve nötronlardan oluşur. protonlar pozitif yüklüdür, nötronlar yüksüzdür ve elektronlar ise negatif yüklüdür. normal bir durumda protonların elektronlara oranı her zaman 1'dir. yani atom sabit durumdadır diyebiliriz basitçe.

    örnek vererek anlatacak olursak, biz bir elementin proton sayısını değiştirirsek farklı bir element elde ederiz. elektron sayısını değiştirecek olursak bir iyon elde ederiz. nötron sayısını değiştirdiğimizde ise bir izotop elde ederiz. işte bir nükleer silahta kullanılan elementlerde bir atomun izotoplardır. çünkü izotoplar kararsızdırlar ve yarılanarak çeşitli büyüklüklerde enerji yani radyasyon yayarlar.

    örneğin karbon 14 izotopunu duymuşsunuzdur. bu elementin 6 protonu ve 8 nötronu bulunmaktadır, yani karbon elementinin kararsız yani radyoaktif olan ve nadir bulunan bir formudur. işte nadir bulunan bu izotop, tüm organik maddelerde bulunmasından dolayı arkeolojik, jeolojik ve hidrojeolojik örneklerin tarihlendirilmesinde kullanılan radyokarbon tarihleme yöntemi adı altında kullanılmaktadır.
    işte bu sebepten ötürü nükleer silahlarda büyük bir güç yayan uranyum-235 izotopu ve plütonyum-239 izotopu gibi elementler kullanılmaktadır.

    nasıl çalıştığına gelecek olursak;
    küçük çocuk olarak isimlendirilen bu bomba 300 cm uzunluğunda, 71 cm çapındaydı ve yaklaşık 4.400 kg ağırlığındaydı. bombanın içinde bulunan uranyum-235 malzemesi silahın yapılış amacına göre iki kısma ayrıldı: yani mermi ve hedef olarak ikiye bölünmekteydi. bombanın içindeki bu ayrım erken patlamayı önlemek için yapılmıştır ve fisyon reaksiyonu oluşturmayacak şekilde ayrı kritik altı kütlelerde tutulmuştur. yani kritik kütle, bir nükleer fisyon reaksiyonunu sürdürmek için gereken minimum bölünebilir malzeme kütlesidir.

    namlunun arkasında bulunan yani mermi uranyum-235'i ateşlemek için dört silindirik ipek kordit tozu torbası yerleştirildi . bu ateşleyicisinin içinde , yüzde 65 nitroselüloz , yüzde 30 nitrogliserin , yüzde 3 petrol jölesi karışımından oluşan, yaygın olarak kullanılan dumansız bir itici gaz bulunmaktaydı. bu ateşleci tetikleyecek yapı içerisinde bir barometre düzeneği bulunuyordu ve bombanın belirli bir yükselikte aktif hale gelmesini sağlayacaktı. ateşleyici ateşlendiğinde kare başına 280.000 kilopascal bir basınç oluşturacak şekilde gerideki uranyumu iter ve hedef uranyum-235' çarpar bu durum reaksiyonun başlaması için yeterli değildir. daha sonra, fisyonun başlaması için süper kritik kütleye serbest nötronlar eklenmelidir. işte bu nötronlar, hedef uranyum-235 halkasının yanlarında bulunan bir nötron üreteci yapılarak tamamlanır. bu üreteci , bölünebilir yakıt çekirdeği içinde folyo ile ayrılmış küçük bir polonyum ve berilyum peletidir.

    oluşan basınç ve ısıyla; alt kritik kütleler bir araya geldiğinde folyo kırılır ve polonyum kendiliğinden alfa parçacıkları yayar. bu alfa parçacıkları daha sonra berilyum-9 ile çarpışır ve berilyum-8 ve serbest nötronlar üretir. nötronlar daha sonra fisyonu başlatır. sonrası booom.... hiroşima'ya atılan bomba olan bu bomba , yaklaşık yüzde 1.5'lik bir verimlilikle 20 kilotonlık bir enerji ortaya çıkardı bu da 20.000 ton tnt'ye eşdeğer bir durumdu.
    görsel-1hasar haritası

    nagazaki'ye atılan bomba olan şişman adam,bomba 3.3 m uzunluğunda ve 150 cm çapındaydı ve 4.700 kg ağırlığındaydı. iç patlamayla tetiklenecek bir bomba düzeni oluşturulmuştu. diğerinden farklı olarak bombanın ortasında u-235 küresinden ve yüksek patlayıcılarla çevrili bir plütonyum-239 çekirdeğinden oluşmaktaydı. diğer bombadaki gibi bu bombada da e çekirdeğin merkezinde reaksiyonu başlatacak ve nötron salınımı yapacak polonyum ve berilyum elementleri bulunuyordu. dış küre patladığında patlayıcılar ateş açarak bir şok dalgası yaratacak. bu şok dalgası ve basınç çekirdeği sıkıştıracak ardından polonyum ve berilyum elementleri nötron salımına başlayarak bir fisyon reaksiyonu başlatacaktı. sonuç yine boommmmgörsel-2

    kaynak:12

  • yapılmış en aptalca dalgınlık demeyeceğim, en aptalca aptallık ablamın kocasından geliyor;
    üst komşu bir gece karısını dövüyor, ablamla eniştem duruma müdahele edemeyip polisi arıyorlar, eniştem adresi veriyor. sirenler, polisler derken ablamın kapısı yumruklanıyor "aç, polis" deniliyor. bizimkiler şaşırıyor, ihbar eden kendileri, kapıyı açıyorlar, polis "şikayet var sen içeri git" diyor enişteme, sonra ablama "bu adam size şiddet mi uyguladı?" gibi sorular soruyorlar, anlaşılıyor ki bizim zeka küpü enişte adresi verirken kendi daire numarasını vermiş polise. bu sırada polisin gürültüsüne karısını döven adam da geliyor, bizimkiler diyemiyorlar polise "biz değiliz, onlar" diye çünkü adam merdivenlerden izliyor olayı. allahtan bizim enişte tekar arıyor karakoldan bir arkadaşını da, durum açıklığa kavuşuyor. yine de polis evden ayrılmadan önce enişteme "gözümüz üzerinde, dikkatli ol" mesajı vererek gidiyor.

  • dün akşam kızımı okulundan alınca her zamanki gibi gün içinde yaşadıklarını konuştuk, kreşte erkek çocuklardan biri çantasını kız çocuklarından birinin suratına atmış.

    kızın gözünün altı kızarmış ve muhtemelen bugün morarmıştır, kızım çantayı atan çocuğun çok şımarık olduğunu ve hep böyle şeyler yaptığını anlattı.

    sabah okula gidip öğretmeniyle konuyu konuşmak istedik, sonuçta sınıfta şiddete meyilli bir çocuk varsa ailesini uyarsinlar ve gerekli tedbirleri alsınlar diye.

    öğretmen erkek çocuğunun aşırı derecede şiddete düşkün olduğunu kendisine dahi abuk subuk kelimeler kullandığını anlattı, laf bir an gözü moraran çocuğa geldi. ailesi ne tepki verdi diye sorduk ve öğretmen kız çocuğunun annesinin ve babasının olmadığını sosyal esirgemeden geldiğini anlattı, hani hayatımda hiç böylesine şiddetli şekilde boğazımın düğümlendiğini hatırlamam.

    bu yaşta bile canım yandığı zaman ah anam derim düşünün ki bir çocuğun canı yandığı zaman hayatında sığınacağı bir ailesi yok...

    neyse uzun süredir eşimle kızıma bir kardeş yapıp yapmamayı düşünüyorduk ama sanırım artık kızımın bir kardeşi oldu bile.

    bugünden sonra hayatımızda yeni şeyler öğreneceğiz, sırasıyla çocuk esirgeme ile görüşüp koruyucu aile konusunda bilgi alacağız.

    henüz kızlarımızın bundan haberi yok, sanırım ailemiz çok güzel şekilde büyüyecek.

    sabah içimiz buruktu ama şimdi eşimle beraber karnimizda kelebekler uçuyor.

    debe edit; öncelikle güzel duygularını paylaşıp mesaj atan herkese teşekkürler.

    koruyucu aile olma konusunda herhangi bir bilgimiz veya tecrübemiz yok ama insan yaşamı boyunca öğrencidir ve her yeni gün bir derstir, dün akşam ilk adımı biyolojik kızımızı bu duruma hazırlamak için attık, oyun oynadığımız sırada ufak ufak ona yeni kardeşiyle ilgili sorular sorup sınıfta aralarının nasıl olduğunu anlamaya çalıştık. konusunda uzman ve kızımızla ilgili konularda sürekli görüştüğümüz pedagog doktorumuzla önümüzdeki günlerde görüşmemiz var, bu görüşmede her iki kızımıza nasıl yaklaşmamiz konusunda bilgi alacağız.

    önümüzdeki hafta sosyal esirgeme ile ön görüşme yapıp kızımızın durumu hakkında bilgi edinmeye çalışacağız, yani sonuç ne olursa olsun bu yola baş koyduk ve çok heyecanlıyız.

  • yer: esenler otogarındaki bir bank
    tarih: 3 ocak 2009
    saat: 01:00 suları

    olayı anlatan abimiz otogara gelecek bir akrabasını beklerken bir bankta oturur vaziyettedir, at hırsızı tipli bir adam gelir ve gözünü ayırmadan abimize uzun uzun bakar...

    diyalog aynen şöyledir:

    abimiz: ya ne bakıyosun iki saattir dayı ne var ya?
    at hırsızı tipli adam: sen şimdi düşün eve geldin ben senin yatağında oturuyorum, nası?
    abimiz: *?!;%&

  • amerika birleşik devletleri'nin massachusetts eyaletinde, işçi çocuklarının çoğunlukta olduğu springfield ymca koleji'nde görev yapan 30 yaşındaki kanadalı beden öğretmeni dr. james naismith; kışın iyiden iyiye bastırması yüzünden öğrencilerin okulun kapalı spor salonunda oynayabilecekleri bir oyun icat ettiğinde takvimler 21 aralık 1891'i gösteriyordu.

    naismith, yemekhaneden aldığı iki büyük şeftali sepetini salonun 3.05 metre (10 feet) yüksekliğindeki balkon demirlerine karşılıklı astırmış ve yüksekteki bu iki "kaleye gol" atmayı amaçlayan oyunun adını "basket ball" yani "sepet topu" koymuştu. bu yeni oyun 2 yıl içinde önce ymca okullarına, oradan da tüm abd'ye yayılarak çok sevilen bir spor haline geldi.

    19. yüzyılın son yıllarında basketbolun yaygınlaşmasıyla birlikte profesyonel takımlar ortaya çıkmaya başladı. bu yeni spordan para kazanan ilk takım ise trenton nationals'tı. 7 kasım 1896'da brooklyn ymca takımını 16-1 yenmiş ve adam başı 5 doları cebe indirmişlerdi.

    abd'de 1900-1945 arasında 20 farklı irili ufaklı basketbol ligi kurulsa da 1. dünya savaşı, büyük buhran ve arkasından 2. dünya savası gibi felaketler yüzünden birçoğu uzun ömürlü olmamıştı. bu zorlu dönemde ayakta kalabilen ve ulusal anlamda ses getiren iki lig oldu: 1925'te oluşan american basketball league (abl) ve 1935'te general electric, firestone, goodyear firmalarının önderliğinde midwest basketball conference (mbc) adıyla kurulan, 2 yıl sonra daha geniş kitlelere hitap etmek için national basketball league (ulusal basketbol ligi) adını alan nbl. ancak bu liglerdeki takımlar 1-2 bin kişilik ufak spor salonlarında, hatta bazen balo salonu, depo gibi mekanlarda mücadele etmek zorunda kalmış, dolayısıyla gelir üretmekte zorlanmışlardı.

    2. dünya savaşı'nın bitimiyle birlikte birlikte abd'de gündelik hayat yavaş yavaş normale dönerken halk da üzerindeki baskıdan kurtulmanın verdiği rahatlamayla eğlence sektörüne para harcamaya başlamıştı. girişimciler savaş zamanı biriktirdikleri paraları harcamaya hazır halk kitlelerinin vakit geçirmesini sağlayacak yeni organizasyonlar üretmek için harıl harıl çalışmaya başladılar.

    1936 kış olimpiyat oyunları'ndan sonra boston, new york, detroit, chicago gibi kentlerdeki salonların sahipleri, buz hokeyi takımları kurarak tesislerini dolu tutacak bir işe imza attılar. ancak salonların hiç iş yapmadığı günler de oluyordu ve bu boşluğu doldurup para üretecek bir girişime ihtiyaç vardı. işte bu düşünce doğrultusunda boston garden'ın sahibi walter brown ve yakın arkadaşı cleveland arena'nın patronu albert sutphin'in öncülüğünde nbl'ye rakip olacak bir basketbol ligi oluşturma fikri doğuyor.

    6 haziran 1946'da new york city'deki commodore oteli'nin toplantı salonunda, biri kanada'nın toronto şehrinden olmak üzere, her biri kendi buz hokeyi takımına sahip 11 salon patronu nba'in temelini oluşturacak basketbol association of america'yı (baa-amerika basketbol birliği) kurdu. baa'da yer alan 11 takım ise boston celtics, chicago stags, cleveland rebels, detroit falcons, new york knickerbockers, philadelphia warriors, pittsburgh ironmen, providence steamrollers, st. louis bombers, toronto huskies, washington capitols olmuştu.

  • türkiye'de çoğu firma için gereksiz bir birim- özellikle de patron şirketi olanlarda. daha çok biz ne kadar kurumsalız demek için açıyorlar. personelle direkt muhattap olmayalım, şu başvuranların da hepsiyle uğraşmayalım diye var. ama sanki küçük dağları onlar yaratmış. tarif edilemez bir ego patlaması yaşıyorlar. halbuki gözlemlediğim kadarıyla bütün gün işte bilgisayar başında takılıyorlar. bir tek ay sonu biraz yoğunluk oluyor.

    maaşlar, puantajlar ile genelde muhasebe ve personel müdürleri ilgileniyor. işe alımı da teknik bilgi ve yetkinlikleri yeterli olmadığından son aşamada ilgili proje müdürü ya da "patron" değerlendirmeyi yapıyor. yurtdışında okumuş anadil seviyesinde yabancı dili olan başvuranları ezberden ingilizceleriyle test ederken de hiç utanmıyorlar. utanmak ne kelime, havalarından geçilmiyor.

    edit 2: iş yerinde bilgisayar başında takılan ik'cılar rahatsız. haklı çıkardığınız için tişikkirlir

  • 1.5 milyon euro istiyorlar. 1.5 milyon... aklıma vakıflara aktardıkları 350 milyon geldi. allah sizin belanızı versin. tez zaman da versin. şerefsizler, şu adamlara 1.5 milyon euro aktarmamışlar.milyonları ölüme terk etmiş şerefsizler. allah belanızı versin

  • yeri geldigi zaman birlikte ibadet edilebilecek, pilavli, maklubeli sohbetler gibi sosyal aktivitelere birlikte gidilebilecek, hak yolundan sapmayan muminlerin arandigi ilanlardir.

  • oruç dediğiniz olay zaten nefis terbiyesi değil mi? kimse sokakta, ofiste, orada burada yemek yemezse oruç tutanlar hangi nefsi terbiye edecek bre am trafoları?

  • ikişer defa padişahlık yapanlar; ikinci murad, fatih sultan mehmet ve birinci mustafa'dır.

    ilk sekiz padişahtan sonraki 28 padişah yavuz sultan selim'den itibaren halife ünvanına sahip olmuştur ki abdülmecid efendi de son halifedir lâkin saltanata sahip olmamıştır.

    36 padişah olsa da kuşak sayısı 21'dir.*

    sadece 14 farklı isimde padişah var olmuştur:

    bir; orhan, ibrahim, abdülmecid ve abdülaziz

    iki; bâyezid, süleyman, mahmud ve abdülhamid

    üç; osman, selim ve ahmed

    dört; mustafa

    beş; murad

    altı; mehmed olarak son bulan bir isim silsilesi.

    padişahlardan yalnızca 16'sının lakabı yahut ünvanı vardır:

    osman ( gazi )
    orhan ( gazi )
    murad ( hüdavendigar )
    birinci bayezid ( yıldırım )
    birinci mehmed ( çelebi )
    ikinci mehmed ( fatih )
    birinci selim ( yavuz )
    birinci süleyman ( kanunî )
    ikinci selim ( sarı )
    üçüncü mehmed ( eğri fatihi )
    birinci mustafa ( deli )
    ikinci osman ( genç )
    dördüncü murad ( bağdat fatihi )
    dördüncü mehmed ( avcı )
    üçüncü selim ( halîm )
    ikinci mahmud ( adlî )

    diğer padişahlar sıra numaralarına göre isimlendirilir.

    osman gazi'den ikinci murad'a kadar ilk altı padişahın mezarları bursa'da, ondan sonrakilerin mezarları istanbul'dadır.
    lâkin vahdettin'in mezarı şam'da!

    en uzun ömürlü padişah, 78 yaşına kadar yaşayan orhan gazi, ikinci en uzun ömürlü padişah da 76 yaşına kadar yaşayan ikinci abdülhamid'dir.
    en genç ölen padişah ise 17 yaşında iken öldürülen genç osman'dır.

    en ihtiyar padişah 65 yaşında tahta çıkan beşinci mehmed reşad, en genç padişah ise 7 yaşında tahta çıkan dördüncü mehmed'dir.

    en uzun süre tahtta kalan padişah, 45 sene ile kanunî; en kısa süre tahtta kalan ise 93 gün ile beşinci murad'dır.

    ordunun başında sefere çıkmayan ilk padişah, acınası gâfil sarı selim'dir.
    hatta bu sefere çıkmayan padişahlardan bazılarına fetva ile gazi ünvanı verilmiştir ki rezaletin önde gidenidir.

    eceliyle ölmemiş padişahların sayısı sekizdir.
    murad hüdavendigar savaş meydanında şehit edilmiş, fatih ve ikinci bayezid zehirlenmiş ( kesin değil bu ), genç osman, üçüncü selim ve sultan abdülaziz öldürülmüş, sultan ibrahim ve dördüncü mustafa idam edilmişlerdir.

    yeri gelmişken, sen nasıl bir sürtükmüşsün kösem sultan.

    devlet içerisinde karışıklık çıkmasın diye yedi padişahın ölümü bir süre gizli tutulmuştur.
    çelebi mehmed'in ölümü 41 gün,
    ikinci murad'ın 16 gün,
    fatih'in 1 gün,
    yavuz'un 9 gün,
    kanunî'nin 48 gün,
    ikinci selim'in 7 gün
    ve üçüncü murad'ın 11 gün gizli tutulmuştur.

    en çok çocuğu olan padişah 100 - 130 arası sayı ile üçüncü murad'dır.

    cülus bahşişi geleneğine son veren padişah birinci abdülhamid'dir.

    halit ergenç gerçekten kanunî değil, bir aktördür.

    anthony quinn de hz. hamza değildir.

  • dünkü brezilya-almanya maçından sonra alman sosyal medyasında hakkında "joachim istifa etmeli, maçta gol atmayan oyuncular vardı. böyle laubalilik olmaz." diye geyikler dönen adamdır.

    o değil de adamın dün akşamdan beri yaşadığı mutluluğu, keyfi ve tatmini düşünüyorum. ben olsam uyuyamam balkonda falan ulurdum herhalde sabaha kadar.