hesabın var mı? giriş yap

  • samimi iki arkadaş inşaat mühendisliğinden mezun olurlar. biri çalışmak için yurt dışına gider diğeri devlet memuru olur...

    beş yıl sonra yurt dışındaki arkadaş diğerini çağırır ve son derece lüks, havuzlu bir malikanede ağırlar.

    memur olan arkadaş sorar;

    - sen ne kadar ücret alıyorsun?

    - 8000 dolar...

    - iyi de bu malikane ne kadar?

    - 1,5 milyon dolar.

    - nasıl oluyor bu iş?

    - şu karşıdaki köprüyü görüyor musun?

    - evet...

    - köprünün korkulukları 3 cm kalınlığında olacaktı.

    - eeee?!

    - 2 cm olmasına göz yumdum, böylece bu malikaneyi aldım.

    bir yıl sonra memur olan diğerini çağırır. boğazda bir yalıda ağırlar.

    yurtdışında çalışan arkadaş şaşırır sorar;

    - sen ne kadar ücret alıyorsun?

    - 5000 türk lirası...

    - bu yalı ne kadar?

    - 60 milyon tl...

    - nasıl oluyor?

    - şu karşıdaki köprüyü görüyor musun?

    - hayır ...

  • aynı fotoğraf için erkek ve kadının cinsiyetlerini/yaşlarını değiştirip bakın.

    kız çocuk ve erkek yetişkin bir adam için böyle bir fotoğraf sizi rahatsız eder miydi?

    şimdi yorum yapmanıza izin veriyorum, göreyim sizi...

  • ahmakların güzel haber diye servis ettiği de öğretmenin hastanelik olması.

    olur, herkes kendi adaletini sağlasın, güzel haberler çıkar.

    edit : altlardaki kendini thor sanan embesilleri de sanırsın kendi adaletlerini kendileri sağlıyor. en ufak bir şey olsa karakola gelip zırlayan tipler bunlar. bakın oğlanlar, öğrenci dövmek yanlış, öğretmen dövmek yanlış, sabah sabah buna sevinecek kadar gerizekalı olmak yanlış, gelip burada bunu övecek kadar ibrikçilik yapmak yanlış. şimdi kendi adaletimi sağlayıp alayınıza gireyim mi.

  • güler misin ağlar mısın moduna sokabilir. okulda müzik dersinde gitar veya mandolin çalmamız şart koşulmuştu. babamın evinde çalışıyordum. müzik hocası disiplinli biriydi. öğrendiğim bir melodiyi sıkıntıyla çalıyordum. rahmetli babam duydu bunu.

    diyalog şu;

    - haftaya yemeğe kalabalık misafir gelecek. gitar çalar mısın o gece?
    - çalarım tabii.
    - iyi. çal da, erken kaçsınlar.

  • modern shogi’de tahta dokuza dokuz olmak üzere, toplam 81 kareden oluşur. her oyuncunun bir şahı, bir kalesi, bir fili, iki atı, iki mızrağı, iki gümüş generali, iki altın generali ve dokuz tane piyonu vardır. bu taşlar, altın generaller ve şah dışında, karşı taraftaki son üç kareye geldiklerinde, isteğe bağlı olarak, terfi olurlar; böylece hareket kısıtlamaları değişir.

    taşlar satrançta olduğu gibi farklı şekillerde yapılmamıştır; düzdürler ve üzerlerinde taşın kanjisi yazar. bu taşlar bir ara batılı oyuncuların da kolayca kavrayabilmesi için şekilli yapılmışsa da, benimsenmemişlerdir.

    tahtaya dizilimde ilk sırada piyonlar yer alır. ikinci sırada soldan ikinci karede fil, sağdan ikincide kale vardır. en arka sırada ise soldan sağa: mızrak, at, gümüş general, altın general, şah, altın general, gümüş general, at ve mızrak.

    oyundaki taşlar:

    şah (osho) satrançtaki şah ile tamamen aynıdır. çevresindeki her yere, bir kare gitmek koşuluyla hareket edebilir.
    kale (hisha) de satrançtakiyle aynıdır. düz olmak koşuluyla, istediği kadar uzaklığa gidebilir. terfi olduğunda şahın hareket kapasitesi ile kendi kapasitesini birleştirir. düz bir şekilde her yöne gidebildiği gibi, her yöne tek kare de olsa gidebilme hakkını kazanır.
    fil (kakugyo) çapraz olmak koşuluyla istediği kadar kare ilerleyebilir. terfi ettiğinde, kale gibi, şahın hareket yeteneğini kazanır. çaprazlara istediği kadar, çevresindeki herhangi kareye bir kare ilerleme hakkını elde eder.
    altın generalin (kinsho) önündeki üç kareye, sağa, sola ve geriye olmak üzere altı tane hareketi vardır. hepsinde de sadece tek kare ilerleyebilir. son üç kareye gelse bile terfi etmez.
    gümüş general (ginsho) altın generale benzer. ancak o, toplamda tek kare ilerlemek koşuluyla elbette, önündeki üç kareye veya arka iki çapraza gidebilir. terfi ettiğinde yalnızca altın generalin hamlelerini yapabilir. terfi etmemiş hali geriye daha kolay kaçabildiğinden genelde terfi edilmez.
    at (keima) satrançta bildiğimiz ata çok benzer. ileri doğru olmak koşuluyla l şeklinde gider ve taşların üzerinden atlayabilir. sürekli ileri gitme zorunluluğundan dolayı bir süre sonra tahta biteceğinden terfi olmak zorundadır. terfi olduğunda ise, gümüş general gibi, yalnızca altın generalin hareketlerini yapabilir.
    mızrak (kyosha) sadece ileri doğru, istenilen kare sayısında hareket edebilir. at gibi, hareket edecek alanı kalmayacağından, tahta sonuna geldiğinde terfi olmak zorundadır. altın general ile aynı hareketleri yapacaktır terfi olunca.
    piyon (fuhyo) sadece ileri olmak üzere, tek kare ilerleyebilir. satrançtaki gibi başlangıçta iki kare ilerlemek, ya da rakip taşı çapraz almak gibi hakları yoktur. terfi olduklarında altın general gibi hareket etme hakkına erişirler.

    shoginin oynanışı satranca çok benzer. bu oyunda farklı olarak, taşlar esir alınır; yok edilmez. esir alınan taşlar oyuncu istediği zaman, hamle olarak tekrar tahtaya konulabilir; ve bu şekilde rakibe karşı kullanılabilir. satrançta oyunun sonlara yaklaştıkça yavanlaşması sorunu da böylece ortadan kalkar. esir alınan taşlar, piyon hariç olmak üzere, tahtada istenilen yere konulabilir. piyonlar sadece başka bir piyonun olmadığı sütunlara konulabilir. eğer oyuncu hiç piyon kaybetmeden rakibinin piyonunu ele geçirmişse, onu oyuna süremez.

    eğer iki oyuncu da birbirini mat edemeyeceğini anlarsa, eldeki taşlar ile puan hesaplanır ve galip ona göre belirlenir. kale ve fil 5 puan, kral hariç diğerleri 1 puan değerindedir.

    yenilmeye yakın oyuncunun yenilgiyi kabullenip oyunu bitirmesi de oldukça sık görülen bir davranıştır.

  • acımasız olduğu kadar gerçekçi bir kelime.
    boş oluyorsun, sade kabuk kalıyorsun geriye. içi boş bir kabuk ne işe yarar ki? ceviz olsan atarlar hemen çöpe.

    biz ilk önce evleri ayırdık.
    bir kendimi bir de kızımı alıp çıktım o evden. soranlara bunu söylüyorum hep, aslında o da aynını yaptı, bir kendini alıp çıktı.
    öyle karar verdik çünkü, bize mutluluk vermeyen, bize uğurlu gelmeyen eşyaları ne o ne de ben alamadık.
    çok gerekli bir kaç parça dışında üst baş bile kaldı o evde. sanırım ikimiz de yenilenmek istedik, maddiyat elverdiğince.
    sonra duruşma günü geldi. yön bulma hususunda tam bir kör tavuk gibiyim. kaybolurum hemen. izmir'de iken erkek kardeşimi hatay'dan aşağı mithatpaşa yönünde sahile indirmek isterken önce betonyol'a çıkarmış, sonra da madem çıktık hadi yeşildere'den karşıyaka'ya amcamlara gidelim diye kandırmaya çalışmışlığım vardır. alt üst, sağ sol yok bende, bunu bildiğinden telefonda bana adliyenin yerini o kadar mükemmel tarif etmişti ki elimle koysam bu kadar rahat bulamazdım.
    anlaşmalıydık zaten, uzun sürmeyecekti.
    sonra bitti mahkememiz. çıktık. adliyenin kantine gittik, "gel." dedi, "sana bir çay ısmarlayayım."
    "tamam" dedim, "tatlılar benden o zaman."
    en azından cuma namazlarına gitmesini çok isterdim hep. annemin babamı hazırladığı gibi cuma vakti onu hazırlamak namaza, çok isterdim. hiç nasip olmadı, onu tanıdığımdan itibaren bir kere bile gitmedi cuma namazına. namaz bu, allah ile kul arasında, ses etmemiştim; ama bilirdi üzüldüğümü. geçen cuma namaza gitmiş ve ikimiz için çok dua etmiş, onu söyledi. güldü sonra. "bak, demek senleyken imanım elden gitmiş, senden ayrılacağım için nasıl imana geldim görüyorsun. namaza bile başladım." dedi. beraber güldük, komikti gerçekten de. "sırtında da kaşıntı başlamıştır senin." dedim, anlamadı. "yoo, başlamadı." dedi. "benden ayrılıyorsun ya, kanatların da çıkacaktır. melaike oluyorsun. kaşınıyordur sırtın, dikkat et." dedim.
    iyice güldük. hep böyleydi zaten aramızdaki. bir atışma, bir altta kalmama, bir takılma birbirimize.
    gülerdik ama, hep gülerdik birbirimize. ben ona daha çok gülerdim; çünkü hiç hazırcevap değildim. hep alt ederdi beni. komiğime giderdi. bir de haklı da olurdu, inkar etmek yerine gülmek daha kolayıma gelirdi, gülerdim. zaten bizim evin delisi bendim.
    sonra tatlılar yendi, çaylar içildi, sigaralar söndürüldü. kalktık.
    birden anladım ben, boşanmayı isteyen ben olduğum halde, birden anladım. artık bitmişti.
    kendimi yokladım, pişman mıydım?
    hayır, değildim.
    mutlu değildim, kendi mutsuzluğumda onu da eritmiştim.
    biz birbirini ilk görüşte seven, iki zıt karakterdik.
    yedik bitirdik, sevgimizi.
    dünyanın en güzel şeyini, bizi yani, harcadık.
    pişman da olmadık bundan. geri adım da atmadık.
    çok güvendik karşı taraftakine, seviliyoruz nasılsa dedik.

    ama sevgi sorunları çözmüyor.

    şimdi evlendi.
    duyuyorum ki, çok da mutluymuş. ben de mutlu oluyorum.
    o beni, ben onu mutlu edemedik birlikteyken.
    ayrılığa adım atarak, ona mutluluk için şans vermişim demek ki.
    benimle konuşmuyor, eşi istemiyormuş.
    haklı olabilir. ben anlamıyorum bu mantığı; ama haklı olabilir. kendi tercihi.
    yeter ki mutlu olsun.

    yeniden evlenmeden bir ay kadar önce, kızla ilgili bir şey için buluşmuş çay içiyorduk. evleneceğini biliyordum; ama ilk kez akıl danıştı benden. kadının beni kıskandığından bahsetti, kendisinin nasıl davranacağını bilemediğinden.
    "benden esirgediğin ne varsa ona yap, mutlu olursun." dedim.
    "bir de ailenle fazla yüz göz etme eşini, her şey çözülür." dedim.

    söylediğimi yapmış. ne güzel, şu dünyada biri de benim sayemde mutlu olsun artık.
    mutlu da olsun zaten, o mutlu olsun ki kızımız da mutlu olsun.
    içim o kadar rahat ki, o kadar tüketmişiz ki sevgimizi.

    ..............................

    eski eşim denmesinden hoşlanmıyorum. eski eş nedir yahu, ne kadar kırıcı bir kelime öbeği, her iki taraf için de öyle. kendisinden bahsederken artık, kızımızın babası diyordum. böyle deyince insanlar, hâlâ unutamadığımı söylüyorlar. öyle değil aslında, kızımız değil mi zaten? yalan mı yani?
    yorum yapmaya meraklı insanlar her yerde.
    soğuk bir "kızın babası" diyorum, mesele kapanıyor.

    o da illa anlatmam gerekirse.
    yoksa ben kimseye anlatmıyorum onu.

    çünkü içi boş bir kabuk gibi kocaman bir kelime var aramızda. boşandık biz.
    o öyle mutlu, ben böyle.

    ekleme: ayrılalı 12 yıl olmuş bile. başlarda insan kendini basarısız zannediyor. hiç ilgisi yok oysa, aksine her şey insan için. hele de benim gibi boşanmayı isteyen tarafsanız zaman içinde unutuyorsunuz bile.