hesabın var mı? giriş yap

  • ilk 2 bayramda kimse kapımı çalıp şeker istememişti. bu duruma istanbul’da geçirdiğim 4 yılın sonunda alışmak zorunda kalmıştım ama yeni taşındığım bu semtte diğer semtlere göre ‘eski bayramlar’ geleneğinin çok daha az olduğunu bilmek içimdeki heyecanın sönmesine yetmiyordu. tüm bayramı evde geçirdiğim halde kapıma kimse gelmemişti. gerçi önceki 8 bayramdan acı bir biçimde tecrübe edinmiştim alınan şekerlerin kullanılamayacağını. benim de şekerle aram pek yoktu. bu yüzden artık şeker almayı da bırakmıştım.

    sonraki bayram da aynı şekilde yalnız geçmişti. ist.da komşuluk ilişkisi gibi bir kavram yok. hele bekarları/öğrencileri kimse komşu olarak bile görmüyor. bu çok umrumda değildi aslında benim için önemli olan çocukluğumdaki bayramları hatırlatan ve bayramı bayram yapan şeker toplama ritüeliydi.

    bir sonraki bayram(oturduğum semtteki 3. bayram) kapı çalındı. diafonda “kim o?” soruma verilen “bayramınız kutlu olsun” cevabıyla içime neşe dolmuş ve tek basışta sorunsuz açılıyor olmasına rağmen garantiye almak için defalarca otomatiğin düğmesine basmış ve kapıya dikilmiştim. çocuk kapıya gelip “bayramınız kutlu olsun” deyince evde artık şeker almayı bıraktığım için şeker olmadığını hatırlamış ama bu fırsatı kaçırmamak için çocuğa para vermiştim. sanırım bu ikimize de mutlu etmeye yetmişti.
    bir sonraki bayram yine ve sadece o çocuk geldi. bu defa tedbirliydim, şeker almıştım. ondan başka kimsenin şeker toplamaya gelmeyeceğini bildiğim için tüm şekerleri ona verdim. çocuk 3. yıl yanında 6 yaşlarında (sanırım) kardeşini de getirmişti. bu, mutluluğumun iki katına çıkmasını sağlamıştı.

    şimdi oturduğum semtteki 7. yılıma giriyorum. bugün geleceğinden hiç şüphem yok. dün gece marketten şekerlerini aldım ve bekliyorum çocuk. bu defa adını da öğrenmek istiyorum. artık senden “çocuk” diye bahsetmek istemiyorum!

    edit: çocuk tekrar geldi mi diye soranlar oldu. evet! çocuk geldi. ama büyünün bozulmasından korktuğum için adını sormadım. sonraki yılda da yurtdışına taşındım. benim için o hep "çocuk" olarak kalacak.

  • şu pozu 90'larda bir başbakan verseydi, bin tane kepsi yapılır akp facebook gruplarında paylaşılır dururdu. yanına da erdoğan'ın obama'nın karşısında ayak ayak üstüne attığı bir poz...

    erdoğan, kraliçe'nin önünde iki büklüm olunca ise hiçbir aktroll'ün sesi çıkmıyor. adeta ölü taklidi yapıyorlar. ama ingiliz kraliyeti ilginç bir mesaj vermiş.

    o tablonun orada olacağını ve fotoğrafların bu açıdan çekileceğini bilenler ingilizler. her şey ayarlanmış. ve bu fotoğraf alınmış. yetmemiş, resmi hesaptan bu fotoğraf servis edilmiş.

    diplomasi, mesaj işidir. mesajlarını vermişler. açıktan bile değil, subliminal mesajlar bile hayvan gibi değerliyken, göz göre göre verilen bu mesaj erdoğan'ın karizmasına sağlam bir darbedir. geçmiş olsun.

    e ama tabi bunlar da kaç yüz yıllık hanedan aq. bunların entrikalarının okumak bile insanın iq'sunu arttırıyor, öyle alavere dalavere var bunlarda. bunlarla aşık atmak zor. kasımpaşa'ya benzemez bu işler reis.

  • hazır bohemian rhapsody adlı film sinemalara girmişken, queen'in freddie mercury'li dönemini sonlandıran made in heaven'ı ziyaret etmek istedim. aslında mercury defteri innuendo ile kapansa da grup üyeleri, mercury'nin ölümünün ardından queen adı altında stüdyo albümlerinde yayınlamadıkları şarkıları toplayarak son bir veda yapmaya karar vermişti. normalde bu tarz albümler genel müzik dinleyicisi olarak kabul görmez ve bunların son kez paraları cukkalamak için yayınlandığı düşünülür. made in heaven için böyle düşünenler var elbette ama bu albüm için genel olarak hayranlardan kabul görmüş bir albüm diyebiliriz.

    şunu unutmamak lazım: innuendo sonrası queen, hadi yeni albüm yapalım diye stüdyoya girmedi. albümdeki çok az şarkı innuendo sonrası kaydedildi. diğer şarkılar ya solo albümlerden alınmış, ya b yüzünden, ya da farklı nedenlerle son anda albümlere girememiş. elbette böyle şarkı "queen"leştirmek büyük risk. mesela freddie mercury'nin queen'e vermeyip kendi çantasında tuttuğu şarkılar tabii ki de grubun tarzına uymadığı için mercury'nin solo albümünde yer almış. bu nedenle bu şarkıların hepsine bir cila gerekmiş. cila da bazen tutmuş, bazen tutmamış.

    şarkılar güzel, ona hiçbir laf yok. freddie mercury, her şarkıda ne kadar muazzam bir vokalist olduğunu gösteriyor. hiçbir şarkıda - en son kaydedilenler dahil - aids ile boğuşan, yorgun bir adam havası yok. sesinde olmadığı gibi yazdığı sözlerde de hep bir umut var. belki de umut albümü anlatan en iyi sözcük. çünkü bu albüm bol bol, sakin ve duygusal ilerleyen, karanlığın içinde aşkı, mutluluğu, huzuru anlatan şarkılarla dolu. bu aynı zamanda albümün en büyük sıkıntısı. queen'den her zaman olduğu gibi yaratıcı, müzikal sınırları zorlayan şarkılar ya da saf, hareketli bir rock'n'roll duymak isteyenlerin albümü değil bu.

    albümün bu huzurlu genel havasına çok yakışan it's a beautiful day albümün açılışını yapmakta. kuş sesleriyle, perdesiz bas gitarla, mercury'nin hisli sesi ve piyanosu ile hoş bir açılış şarkısı. mercury zaman zaman sesine güç katarken, brian may de gitarının volümünü arttırarak mercury'ye fazladan bir destekte bulunmakta. çok kısa süren şarkı sonlanırken bir orkestra başını uzatıyor ve hemen bitiyor. mercury'nin zamanında piyano başında doğaçladığı bu kısa performans tadına bırakılmış. albümün sonunda bu noktaya geri döneceğiz.

    albüme adını veren made in heaven, mercury'nin solo albümü mr. bad guy'dan alınan iki şarkıdan biri. orijinaline düzenleme olarak çok benziyor. sadece gitarın ve davulun sesini biraz daha yükseltmişler. mesela şarkının basit ama görkemli olmayı başaran piyano rifini gitarla çalmışlar. güzel de bir solo eklenmiş. fena şarkı değil. mercury'nin tiyatral yönünü çok iyi yansıtıyor. ama orijinalini bilenler için çok büyük bir yenilik içermemekte.

    let me live, albümün en pop şarkılarından biri. bunda şarkıda neredeyse grup kadar önce çıkan geri vokallerin de büyük bir etkisi var. hatta bir gospel havası yakalamış. oldukça iyi vokalistler olduğunu düşündüğüm brian may ve roger taylor'ın da şarkıda kendi kıtalarının olması çok hoşuma gidiyor - ki kıtalar nakarattan bence çok daha iyi. şarkının sonlarına doğru sadece el çırparak şarkıyı söyledikleri yer çok eğlenceli. içi oldukça dolu bir şarkı kısacası. tabii şarkı, big brother and the holding company'den sevdiğimiz piece of my heart'tan oldukça etkilenmiş ki ilk versiyonunun üstünde yasal olarak sıkıntı yaratabileceği korkusuyla oynanmış. iki şarkı da oldukça güzel. hüzün denizine dalmadan önce son çıkış.

    albümün en iyi ve anlamı şarkısı hiç kuşkusuz mother love . bildiğiniz üzere freddie'nin son vokal performansını bu şarkıda dinliyoruz. vokal kaydı mercury'nin ölümünden yaklaşık 6 ay önce yapılmış. ama kim der ki bu adam kısa süre sonra ölecek. mercury'nin sesi hala çok güçlü. gitar, bas, ve özellikle de keyboard çok duygusal bir altyapı oluşturmuş. gitar solosu çok iyi. bu altyapının üstüne mercury'nin yazdığı güzel sözler cuk oturmuş. albümün girişindeki şarkının tersine oldukça karanlık ve umutsuz sözler. bu bakımdan albümün ayrıksı otu diyebiliriz. anne rahmine geri dönüş temasını ise artık psikologlar incelesin. son kıtada brian may şarkıyı söylemeye başladığında hep çok hüzünlenirim çünkü bilirim ki mercury'nin gücü son kıtayı kaydetmeye yetmemiş. eserin sonuna iliştirilen mercury'nin day-oh performansı, tüm queen şarkılarının bir film şeridi gibi akması ve genç mercury'nin sesi de hayatın en sonundan en başa geri dönüşü anlatıyor ve buna uygun olarak bebek ağlaması ile şarkı sonlanıyor. keşke albüm de böyle kapansaymış. ama böyle umutlu bir albümü karamsar bir şekilde sonlandırmayı uygun bulmamışlar.

    bu hüzünlü havayı dağıtmak için biraz klişe bir pop şarkısı olan my life has been saved ile devam ediyoruz. tam bir 80'ler pop rock şarkısı. sözlerindeki yüzeysel politik göndermeler de bu havayı katmerliyor. buna rağmen, şarkının önce piyano ile çalınan sonra da gitarla çalınan ana teması huzurlu, güzel bir ezgi. ama o kadar. kanımca oldukça mantıklı bir şekilde aslen sadece b-side olarak yayınlanan bu şarkı orijinalinden çok farklı kaydedilmemiş. hatta nasıl olmuşsa made in heaven versiyonu daha eski duyulmayı başarmış. nazar boncuğu diyelim. hele hele john deacon gibi yazdı mı canavar gibi bir yazan adamdan bahsediyorsak çifte nazar boncuğu olsun.

    i was born to love you da tıpkı "made in heaven" gibi mercury'nin mr. bad guy'ından alınmış bir eser. 1980'lerdeki albümlerinde yer alabilecek bir queen şarkısı gibi hissettiriyor. bir önceki şarkının tam tersine orijinali vasat bir new wave şarkısı gibi duran şarkı çok başarılı bir şekilde yeniden düzenlenmiş. sadece sonunu biraz fazla uzun tutmuşlar gibi geldi. bu şarkı japonya'da en sevilen queen şarkılarındanmış. nakarattaki güçlü mercury performansı ve taylor'ın hızlı tempoda çalınan davulu, may'in gitar performansı ile birleşince gerçekten de japon animasyonlarından/filmlerinden alıştığımız gaz şarkıları andırıyor. albümü yıllar sonra döne döne dinledikten sonra tek dilime takılan şeyin bu şarkının nakaratı olması da ne kadar akılda kalıcı olduğunun bir göstergesi.

    heaven for everyone bence biraz ortalama bir şarkı. bunun iki nedeni olabilir. birincisi, belki de albümde bu tarz çok fazla beste olmasından ötürü, bu noktada biraz sıkılmaya başladıyorum. ikincisi de şarkının sürprizsiz ilerlemesine rağmen neredeyse 6 dakika sürmesi. özellikle son dakikaları "this could be heaven" diye fısıltılardan oluşmakta. bilemiyorum, tek başına dinlenildiğinde çok kötü değil aslında. yine de dinlersem the cross'un söylediği orijinalini dinlerim sanırım.

    albümün bir başka power balladı too much love will kill you. bu şarkı da çok yeni bir şey sunmuyor aslında. piyano ile saf bir ballad gibi başlıyor, ikinci kıtada hafiften davul giriyor, sonra gitar derken oldukcça görkemli bir hale geliyor. başkası yapınca biraz sakil durabilecek ve özellikle 80'lerde pek fazla kullanılan bu formül, queen'e ise cuk oturuyor. bu da mercury'nin her şarkıyı yaşar gibi içten söylemesi sayesinde. dediğim gibi, adam tiyatral adam. görkemli balladlar adama çok uyuyor. bir de tabii "too much love will kill you" çok güzel bir kalıp. tam bir slogan. daha ismiyle seni çekiyor. sözleri de genel olarak güzel. bu nedenle kolayca unutulacak, vasat romantik şarkılar listesine girmiyor.

    en sevdiğim queen şarkılarından biri her zaman you don't fool me olmuştur. bu albümde de o kadar daha yavaş, dokunaklı şarkı arasında parıldıyor. hem funky (bakınız bas gitar rifi), hem ciddi ciddi rock (bakınız gitar solosu) bir eser. öte yandan tadında bir duygusallığı var. mercury'nin "daba ba ba bababa" diye vokalleri de mevcut daha n'olsun. dinlemekten asla bıkmayacağım bir çalışma.

    a winter's tale bir müzikalden fırlamış biri bir şarkı. normalde çok dinleyeceğim bir tarz olmasa da mercury'nin özel durumdan dolayı çok etkileyici buluyorum çünkü kendisi hasta hasta camdan dışarı bakarken hayatın güzelliği hakkında yazabilmeyi becermii. bu pozitiflik albümün açılışını yapan "it's a beautiful day" ile büyük ölçüde uyuşuyor. e bir de freddie'nin kişiliğini, üslubunu düşününce kendisine çok yakışan bir şarkı olduğunu kabul etmek lazım.

    albümün kapanışına yaklaşırken it's a beautiful day (reprise) ile albümün başına geri dönüyoruz. çok benzer ilerleyen şarkı biterken rock'a dönüyor ve brian may'den oryantal havalı bir gitar solosu dinliyoruz. ama gitarın ve baterinin tonu şarkıyı ucuz bir remix haline çevirmiş. güzel bir kapanış olduğunu hiç düşünmüyorum.

    sonra da 4 saniyelik yeah var.

    albüm bitti derken bir untitled track başlıyor ve bitmek bilmiyor. 22 dakikadan fazla süren bir bayık enstrümantal eseri sadece bir kez baştan sona dinleyebildim. içinde müzik namına pek bir şey barındırmıyor.

    kağıt üstünde bir queen albümü olsa da "made in heaven" hayatta kalan queen elemanlarının düzenlediği bir freddie mercury saygı albümü gibi. queen'a başlamak için hiç iyi bir kayıt değil çünkü grubu temsil eden özellikler, (mesela çeşitlilik) bu albümde yok. hardcorde queen fanları için de çok yenilik barındırmıyor çünkü bu şarkıların bir kısmı zaten farklı mecralarda bulunmakta. bu nedenle bence albümün hedef kitlesi iki ayrı grup. birincisi queen'in hikayesini bilen, freddie mercury'nin müziğini beğenmiş ve bu insanın son çalışmalarını duymak isteyen meraklı müziksever kitle. ikincisi kafa şişirmeyen ve kafa yormayan, azıcık rock'a bulaşmış piyano balladları dinlemek isteyen yaşını başını almış kitle. ben kendimi birinci gruptan olarak gördüğüm için albümü dinlerken zevk aldım. özellikle bohemian rhapsody sonrası mercury'li son queen albümünü dinlemek iyi geldi. abi "mother love" nasıl bir şarkı öyle ya.

    3,5/5 verdim gitti
    albümü en iyi anlatan şarkılar: made in heaven, too much love will kill you, a winter's tale

  • babama sordum açıklaması şu:

    "2009 yılında bir uygulaması olmuştu. getiri endeksli deyince o zaman hangileri olduğu açıklanan ve kar yapan belli kit lerin hazineye devrettikleri kazançlar ile bağlantılı bir şeydi. şimdi neyin getirisini endeksli olduğunu anlamadığım bir "getiri endeksli" iç borçlanma senedi veya tahvili çıkartacağız deniyor. 3 ayda bir kupon veya diyelim faiz ödemeli. amaç "parası olanın" dövize değil tl ye yatırım yapmasını sağlamak yine.

    kur garantili dövize endeksli değil bu kez tl olarak dediğim gibi bir "getiriye" bağlamak. tabi yine bir asgari getiri garantisi vereceklerini söylüyorlar. bu nasıl hesaplanacak bilmiyorum. 2009 uygulaması fazla "ses" çıkarmamıştı. başarısız kur garantili mevduat ardından yeni bir "icat". parası olana herkesin cebinden bir kar garanti edip dövize alternatif yaratma çabası yine...

    böyle katekulli icatlar ile yol alabileceklerini sanmıyorum. güven sıfır! bir şeyler yapacaklar galiba diye döviz önce biraz düştü, kof projeler çıkacak yine fikri geri geldi ve döviz yine yukarı hareketlendi. bu tür "çözümlerin" etkisi sıfır olduğu gibi uçuruma yuvarlanan halka bir yansıması olacağını ummamak lazım. daha zihni sinir "tedbirler" de gelecek ardından anlaşılan. halkın cefası berdevam! ekonomik çöküşe devam! şu an gördüğüm bu"

  • şimdi tüm dünya boku yedi işte.

    arkadaşın biri; ''biri nükleer atmadan diğeri atmaz'' demiş. birinin önce atması gerekiyor zaten. aynı anda düğmeye basacak değiller ya.