hesabın var mı? giriş yap

  • yazarın "umutsuzluğun doruklarında" adlı kitabından, okurken dikkatimi çeken ve not aldığım bazı bölümleri türkçe'ye çevirmeye devam ediyorum.

    "en derin ve en hakiki ölüm, yalnızlık içinde vuku bulan ölümdür; o an geldiğinde, ışık bile ölüme ait bir öze dönüşür. öyle anlar gelecek ki, hayattan, aşktan, gülümsemelerden, dostlardan ve hatta ölümden bile kopacaksın. işte o zaman, dünyanın anlamsızlığının ve kendi hiçliğinin ötesinde bir şey olup olmadığını kendine soracaksın."
    (s. 6-7)

    "ölmek istediğiniz anlarda bile, bunu üstü örtülü bir pişmanlıkla arzularsınız. ölmek istiyorum ve ölmek istediğim için üzgünüm. bu, kendilerini boşluğa bırakanların yaşadığı türden bir duygudur. en ahlaksız duygu ise ölüm duygusudur. ölümle ilgili olan sapıkça saplantılarından dolayı uyuyamayan insanların olduğunu bir düşünün! kendim ve bu dünya hakkında hiçbir şey bilmemeyi ne çok isterdim!"
    (s. 17)

    "eğer tamamen dürüst olsaydım, kendi kendime şu soruyu sorardım: yaşamaya neden devam ettiğimi bilmiyorum ve buna karşın yaşamakta neden bu kadar diretiyorum? bu sorunun cevabı muhtemelen, hayatın içindeki irrasyonel özün ortada herhangi bir neden yokken onu korumasında yatıyor. peki ya yaşamak için yalnızca saçma nedenler mevcutsa? bu nedenler bizi hâlâ yaşamak için motive etmeye devam edebilirler mi? bu dünya, bir inanç ya da bir fikir uğrunda tek bir kurban bile vermeye değmez. selametimiz ve aydınlanmamız uğrunda kendilerini feda edip ölenlere karşın, bugün ne derece mutluyuz? selamet mi? aydınlanma mı? benim mutluluğum için birisi canını feda etseydi, ben bundan dolayı daha da fazla mutsuz olurdum. çünkü, hayatımı bir mezarlık üzerine inşa etmek istemiyorum."
    (s. 33)

    "hakiki itiraflar, yalnızca gözyaşları ile yazılan itiraflardır. oysa, benim gözyaşlarım dünyaları boğardı, ve içimdeki bir ateş gibi onları küllere çevirirdi."
    (s. 48)

    kitabın rumence aslı: pe culmile disperarii - emil michel cioran
    ingilizce baskısı: on the heights of despair - the university of chicago - ilinca zarifopol-johnston

    kitabın "on the heights of despair" başlıklı ingilizce edisyonundan, elimden geldiğince dikkat ederek türkçe'ye çevirdim. bu kitaptan, daha önce çevirdiğim bir başka bölümü de şu entryde bulabilirsiniz: (bkz: #68620823)

    23.11.2017 güncellemesi: bloguma, bu entrye ek olarak yeni çeviriler ekledim. en güncel haline şu linkten ulaşabilirsiniz. iyi okumalar.

  • ışınlanma, atomların ayrılıp, aynı düzende bambaşka bi yerde birleştirilmesi işlemidir. bazı teorisyenlere göre, bilinç bu sayede taşınamaz. yani ışınlanma, aslında kullanan kişiyi öldürür, aynı hatıralara ve beyin kimyasına sahip varlığın klonunu ışınlandığı noktada oluşturur.

    yani siz değil de, bir başkası kullandığında, aslında bir sorun yokmuş gibi gözükebilir. çünkü başkalarının bilincini fark etmek yapabildiğimiz bir şey değil, başkaları bizim için, belirli davranışlarla davranan, ''biz olmayanlar'' olarak tanımlar beynimiz. bu davranışların kalıbı ve ışınlanan kişinin hatıraları değişmeyeceği için, yaptığınız sosyal interaksiyonlarda bir değişme olmayacak. eğer, ışınlanan kişiye gidip, ''sen hala sen misin?'' diye sorulursa da kendisinin kendisi olduğu konusunda hiç şüphesi olmadığını söylecektir.

    ancak, eğer ışınlanan biz isek, kendi bilincimizin bizi biz yaptığını ve farkındalığımızın farkında olduğumuzu düşünürsek, ışınlanma bunu bize geri vermeyebilir. atomlarımıza ayrılıp, aynı sıralamada başka bir yerde tekrar birleştiğimizde, aslında biz ölmüş olacağız ve biz karanlığa karışmış iken, aynı vücuda, sese, davranış biçimine, hareketlere, espri anlayışına, duygulara, dünya görüşüne sahip başka birisi, ışınlandığımız yerde, biz gibi davranacak ve yerimize geçecek.

    kişisel olarak, eğer wormhole lar falan kullanılmayacaksa, ışınlanma bulunsa bile bu tedirginliklerimden dolayı kullanmayacağım. insan beyninin ve bilincinin tüm sırlarına ulaşılmadan da kullanılmasının büyük krizlere yol açacağını düşünüyorum.

  • durduk yere yaşamı sorgulattıran histir. zamanında yırtık slayer tişörtü giyerdim lan ben şimdi takıda sıra kapmaya çalışıyorum diye düşünürken zorla halaya kaldırmaya çalışan yenge sayesinde kendinize gelirsiniz.

  • pakistan'ın sıradan bir sokağında, endonezya'nın mahalle pazarında, nijerya'da cuma namazı sonrası cami çıkışında yapılmadığı takdirde sonuçları çok dikkate alınmaması gereken deney.

    dubai gibi arap'tan çok yabancının, fakirden çok zenginin yaşadığı yerde deney yapmak güvenilir değil sadece şov için yapılmış olur.

  • başlık "türk vatandaşlarının büyük çoğunluğunun rus roman karakterine dönüşmesi" olacaktı fakat karakter sınırı engel oldu.

    dışarıdan kendimize bakınca gogol'un "palto" kitabındaki akakiyeviç gibi palto almak için para biriktirir olduk.

    bugün sizi soğuktan düzgün şekilde koruyacak en dandik ceket 1500-2000tl

    bu ceket fiyatı gerçek insanlar ve kendini insan gibi hissedenler için. kendine her şeyi reva gören cahil zihniyet için 100tl ye de var.

    bu başlık kendine değer ve önem veren gerçek insanlar adına açıldığı için trollerin doluşmasına gerek yok. geçip şu fiyata da mont var demeyin.

    doğalgaz zamları yüzünden her sabah raskolnikov gibi titreyerek uyanmamıza da az kaldı. raskolnikov ile bir diğer özelliğimiz ise iki kesiminde beş kuruş parasının olmaması.

    tolstoy'un “insan ne ile yaşar” kitabındaki bir bölümde 2 dönüm fazla arazi alacağım diye gün boyu yürüyüp yorgunluktan ölen şark kurnazı köylüye ne demeli? siz bu karakterde kimi görüyorsunuz?

    yüzlerce roman karakteri sığabilir bu başlığa benim aklıma bu üçü geldi.

    umarım sofie'nin dünyasındaki gibi bir kaç sene sonra gerçekten bir kitap içinde yaşadığımı öğrenmem.

    edit:imla