hesabın var mı? giriş yap

  • dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. o sırada ortaya stellovski adında bir yayıncı çıkar. dostoyevski’ye şunları söyler: “bak senin bütün borçlarını kapatacağım. sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. fakat bir sözleşme imzalaman gerek.

    senden bir kısa roman istiyorum. bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. istediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.” çok fazla borcu olan dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar.

    aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. durumdan haberdar olan fransız yazar stendhal, dostoyevski’ye “ben ‘parma manastırı’ romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der. başka çaresi olmayan dostoyevski kabul eder.

    o zamanlar rusya’da bir dikte etme okulu vardır. okulun en yetenekli öğrencisi grigoryevna snitkin adında isveç asıllı genç bir kızdır. kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar.

    eseri son gün bitiren dostoyesvki hemen stellovski’nin yanına gider. dostoyevski’nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı stellovski dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir. o zamanlar rusya’da noter yoktur. noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı dostoyevski kazanır.

    her rus gibi dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız grigoryevna snitkin’i de çağırır.

    gecenin ilerleyen saatlerinde dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der.

    bu durum genç kızın gururunu okşamıştır.

    “memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir.

    dostoyevski şöyle der: “ben bir roman yazmaya çalışıyorum. romanın başkarakteri korkunç biri… sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”

    kız ise şöyle der: “evlenme teklifinizi kabul ediyorum bay mihayloviç.''

    o kız dostoyevski’nin ikinci eşi anna grigoryevna snitkin’dir. yazdıkları eser ise ünlü roman “kumarbaz”dır.

    kaynak: dostoyevski'nin hatıraları - anna grigoriyevna dostoyevski

  • dersane ortamı. deneme sınavı yapılacaktır, hoca soru kitaplarını vs. dağıtır:

    - arkadaşlar bu kitaplara da adınızı yazın.

    sınıftakilerden biri olanca yavşaklığıyla sorar:

    - hocam babamızın adını da yazalım mı? ehi ehi.

    hoca biraz durakladıktan sonra:

    - biliyosan yaz!

  • yorgun argın eve gelmiş yatağa uzanmış pinekliyorum.. atakan (7) odaya geliyor..
    atakan: babaaa hadi penaltı çekişelim..
    ben: çok yorgunum sonra yapalım..
    atakan: hadi haadi lüütfeeennn..
    ben: tamam ama beşer tane çekişçez sonra ben yine yatçam..
    atakan: tammaaaamm..
    antrede penaltılar çekişiliyor.. ben yatıyorum tekrar.. birazdan atakan yatak odasına damlıyor yine..
    atakan: baba.. bu dolap var ya.. zaman makinesi..
    ben: hııı.. öyle mi.. olabilir..
    atakan gardrobun içine girip kapağını kapatıyor.. annesi geliyor..
    annesi: atakan nerde?
    ben: zaman makinesinde..
    annesi: allah akıl fikir versin size..
    annesi gidiyor.. atakan çıkıyor dolaptan..
    atakan: baba??
    ben: hımmff.. efendim atakan?
    atakan: ben zamanı geriye aldım..
    ben: öyle mi? hayırlısı neyse o olsun..
    atakan: yarım saat geriye aldım zamanı..
    ben: alla alla?? insan dinazorlar zamanına gider.. niye öyle yarım saatçik?
    atakan: yeniden penaltı çekişelim diye..
    ben: hahahahh.. tilki..
    yeniden penaltı çekişmek allahın emri oluyor..

  • ilk kitaptan son kitaba, bir annenin sevgisiyle başlayıp, yine bir annenin sevgisiyle sona eren hikayenin kahramanı.

    her şey nasıl başlıyor? lily potter ile, onun sevgisiyle. o olmasa, voldemort ile harry'nin arasında durmasa sağ kalan çocuk da olmayacaktı, bizim ayıla bayıla okuduğumuz olaylar da.

    son kitaba gidelim. voldemort, harry'nin öldüğünü sandığında gerçeği öğrense, oracıkta harry'nin işini bitirirdi. ama narcissa, o çok değerli lorduna yalan söylüyor. çünkü oğlunun yanına, hogwarts'a girmesinin tek yolu bu. o anda galibiyet önemli değil, önemli olan tek şey oğluna kavuşabilmek.

    bu anneler çok farklı. lily potter ve narcissa malfoy. ak ile kara, gryffindor ile slytherin, harry ile draco kadar farklılar. farklı taraflarda savaşıyorlar. ama ikisinin de oğullarına duydukları sevgi, harry'nin hayatta kalmasını sağlıyor.

    yıllar sonra bile, böyle şeyleri hatırladıkça ya da fark ettikçe rowling'e olan saygım artıyor.

  • bazen çocukları çok da küçümsememiz gerektiğini gözümüze gözümüze sokan diyaloglardır.

    5 yaşındaki yiğenim: 5yy
    ihe sade: is

    5yy:amca
    is: söle canım
    5yy: amca ben sana ottus ikki deditebiliğ miyim
    is: dedirtebilirsin
    5yy: hayıı , sen dediğtemezsin diyeceksin
    is: iyi, dedirtemezsin
    5yy: otus , dört daha kaç eder
    is: otuz dört
    5yy: oleyy , oleyy!! dedittim dedittim.
    is: ne alakası var, sen 34 dedirtmicektin ki 32 dedirtecektin
    5yy: ahahahha, bak 32 dedin
    is:...!(vay şerefsiz)

  • bununla ilgili google'da türkçe kaynaklarda arama yapınca ruhunuz gece bedeninizden fazla hızlı çıkmış ondan oluyor, yok cin işemiştir, melekler kına yakmıştır gibi her türlü paranormal açıklama mevcut. google'da semptom aratmak zaten saçma bir şeyken, iyice başka bir boyuta geçiyorsunuz.

    bu sabah benim de başıma geldi. iki elimde de böyle turuncumsu dağınık lekeler vardı. sabunla defalarca yıkadım, duşa girdim. yok. cinci hoca alternatifini es geçip dermatologtan randevu aldım. en kötü ona sorarım dedim, elime cin mi işedi diye. benim aklıma her türlü hastalık geliyor tabii (bkz: anksiyete). kafada house m.d. intro müziği çalmaya başladı. ölüyorum galiba diye dramatik şekilde geziyorum evin içinde. sevdiklerimi arayıp veda falan edeceğim o derece. bir yandan covid yüzünden gereksiz yere doktora gitmek de istemiyorum.

    neyse biraz kendimi sakinleştirip, yabancı kaynaklarda arama yaptım. benim elimdekiler tinea nigra benzeri gibi gelmedi. zaten o da çok sık görülen bir şey değilmiş. kanserdi falan onları da eledim. sonra karşıma hamile ablaların konuştuğu bir yerde çok benzer bir görsel çıktı. bir anda hamile forumunda takılırken buldum kendimi. hamile miyim acaba şu an tribine gireyim desem; o, cin işemesinden daha da paranormal bir durum olurdu. yani evde tek başıma oturuyorum aylardır.
    neyse bu ablalar, vaka çalışmalarının sonucunda ortak noktanın meyve ve çürümüş meyve suyu ile temas olduğunu tespit etmişlerdi. içlerinden biri de potasyum permanganat lekesi olabilir; elinizi bir limon suyuyla silin demiş. benim de önceki gece iki adet mandalina ile temasım olmuştu. yedim baya kendilerini. neyse deneyeyim limon suyunu dedim. lekelerin yüzde 90'ı bir anda gitti.

    bu yukarıda bahsettiğim madde meyvelerin falan temizlenmesi için kullanılabiliyormuş, özellikle de salgın durumlarında diye belirtilmiş vikipedi sayfasında. temas halinde kahverengi leke oluşturabiliyormuş. görünen o ki; bu sıralar meyvelere böyle şeyler sıkılıyor olabilir. hamile kadınları baya etkileyen bir şey olması bana hormonlarla bağlantılı gibi de geldi. zira ben de regl döneminin ilk günündeyim. belki normalde iz bırakmayacak bir şey ekstra reaksiyon sonucu leke bıraktı. bilemiyorum. ama şu an limon suyu ile temizlemek sorunu çözdü gibi. o yüzden dermatolog randevumu da iptal ettim. bir süre mandalinalarla temasımı da keseceğim.

    bugün öğrendiklerim neticesinde şunu söyleyeceğim: google'da türkçe hiçbir hastalık semptomu aramayın, böyle şeyler için hocaya mocaya gitmeyin, dermatologa gidin.