hesabın var mı? giriş yap

  • eliptik yörüngesinden dolayı dünya bugün 6 temmuz saat 20.46’da güneşe en uzak anını yaşayacak. buna günöte deniyor.

    3 ocak tarihinde ise dünya eliptik yörüngesinde güneşe en yakın anını yaşamıştı. bu da günberi olarak adlandırılıyor.

    günöte anında dünya güneşe yaklaşık 152 milyon km uzaklıkta, günberi anında ise dünya güneşe yaklaşık 147 milyon km uzaklıkta.

    kepler kanunlarına göre güneşe yaklaşan cisim hızlandığından, dünya bugün günöte anında en yavaş hızında olacak. günöte ve günberi anlarında dünyanın hızında yaklaşık saatte 3600 km hız farkı oluyor.

    peki, bugün 6 temmuzda dünya güneşe en uzak noktada ise, neden dünyada kışı değil, yazın tam ortasını yaşıyoruz?

    bu sıkça karıştırılan bir durum. internette araştırırsanız bile birçok yanlış bilgi bulabilirsiniz. bunun cevabı mevsimleri eliptik yörüngenin değil, yani dünyanın güneşe uzaklaşıp yaklaşmasının değil, dünyanın ekseninin yaklaşık 23,5 derece eğik olmasının oluşturması. eliptik yörüngeden dolayı, yani güneşe yakınlaşıp uzaklaşmaktan dolayı mevsimler oluşsaydı, dünya güneşe en uzak noktadayken tüm dünyada kış olurdu. ancak mevsimler yarım kürelere göre değişiyor.

    peki ama; dünya eliptik yörüngesinde güneşe bu kadar yaklaşıp uzaklaşırken (5 milyon km kadar) mevsimler ve ısı değişmiyor da, yani bu mevsimlerin oluşmasına etkisiz de, nasıl dünyanın ekseninin bir miktar eğik olmasının bir yarım küreyi güneşe bir miktar daha yaklaştırması mevsimleri ve ısıyı değiştirebiliyor, ve bu mevsimlerin oluşmasına etkili?

    çünkü dünyanın yörüngesinin eliptikliği, dünya ve güneş uzaklıkları bu derece ölçekler göz önüne alındığında fazlaca bir fark yaratacak ölçekte eliptik değil. yani 152 ile 147 milyon km arasındaki fark dünya ve güneş arası mesafede ve bu derece ölçeklerde göz ardı edilebilir bir eliptiklik. dünyanın yörüngesinin eliptikliğinin, yani dünyanın güneşe yakınlaşıp, uzaklaşmasının güneşten alınan ısı miktarına etkisinin farkı yaklaşık %0,2 mertebelerinde. tabii bu kabaca bir rakam.

    mevsimleri oluşturan dünyanın yörüngesinin eliptikliği değil, ekseninin 23,5 derece eğik olması dedik. ancak burada da bir yanlış anlaşılma oluyor ve internette bu konuda da yanlış bilgiler var; bu eğiklikten dolayı bir yarım kürenin güneşe daha yakın olmasından dolayı o yarım kürede yaz olması durumu söz konusu değil. zira eğikliğin yarım küreyi güneşe yaklaştırırken bahsi geçen mesafe, eliptik yörünge yüzünden dünyanın güneşe yaklaşıp uzaklaşmanın yanında çok küçük. o zaman bundan ziyade eliptik yörüngedeki yaklaşmalarda mevsimler oluşurdu.

    peki, mevsimleri o zaman ne oluşturuyor? burada söz konusu olan tamamen ısı emilimi. yani mesafe değil. ısı emilimi de ışının yüzeye dik gelip gelmemesi ile ilgili. dünya eğikliği sayesinde yaz aylarında kuzey yarım küresini güneşe doğru daha dik hale getiriyor, yani daha basitçe bu eğiklik sayesinde, dünyanın yaz aylarında aldığı konum sayesinde, kuzey yarım küreye ışıklar daha dik düşmeye başlıyor. ışığın yüzeye daha dik düşmesi ısı emilimini arttıran bir durum. ışık yüzeye ne kadar dik gelirse, o yüzey daha çok ısı emebiliyor. plajda güneşlenirken öğle saatlerinde daha çok kızarmamız gibi. ve dünyanın bir yarım küresinin ısınmasını sağlayan ve dolayısıyla mevsimi oluşturan da bu. kış aylarında ise güney yarım kürede bu oluyor, ışınlar oraya dik düşmeye başlıyor ve orada yaz oluyor. ışınların eğik düşmesi ile dik düşmesinin ısı emilimine etkisinin farkı dünya özelinde yaklaşık %10 mertebelerinde.

    peki, bize göre kışın, mesela ocak ayında güney yarım küreye hem ışıklar dünyanın eğikliğinden dolayı dik geliyor, hem de eliptik yörüngeden dolayı dünya o aylarda güneşe daha yakın noktada, o zaman güney yarım kürenin yazları, kuzey yarım küreye oranla neden daha sıcak olmuyor? o da güney yarım kürenin kuzey yarım küreye oranla daha fazla su, okyanus barındırıyor olması ile ilgili. zira aradaki oluşabilecek az da olsa fazlalık (%0,2), fazla ısı okyanuslar tarafından emiliyor.

    görüldüğü gibi dünyada muhteşem bir denge var. ancak bu denge “güneşe 1 mm daha yakın olsak kavrulurduk” basitliğinde değil, çok daha kompleks ve çok daha muhteşem.

  • halil burayı okuyosun biliyorum. inanılmaz iticisin, hemzeminsin ve çaresizsin. diploman nedir bilmem ama süper eğitimsizsin, terbiyesizsin ve çapsızsın. cumali ceber senin gerçek kişiliğindir, rolün değil. kazandığın tüm para haram olsun. oksijenimizi tüketiyorsun haksızca.

    allah seni alsın.

    tanım: başarısız tipleme, akepeli eğlencesi

  • 10 negatif kişilik özelliği ve 10 kitap tavsiyesi

    değer verdiğiniz bir arkadaşınızın* hiç tasvip etmediğiniz bir özelliği olabilir ve siz ona bu özelliğini değiştirmesi* için ne kadar dil dökerseniz dökün sözleriniz onun bir kulağından girip ötekinden çıkabilir ama bilmenizi isterim ki bazı kitaplar size bu konuda destek verebilir.

    aşağıya karaladığım listede 10 negatif kişilik özelliğini ve o özelliklere sahip kişilere hediye edilebilecek kitapları sıraladım.

    1) siyasi bir lidere tapan / itaatsizlik üzerine* (erich fromm)
    şimdiye kadar tarihin büyük bir bölümünde, bir azınlık çoğunluğa hükmetmiştir. bu hâkimiyeti gerekli kılan, hayatın güzelliklerinin sadece azınlığa yetecek kadar olup, çoğunluğa kırıntıların kalmasıdır. eğer bu azınlık güzelliklerin tadını çıkarmak ve bunun da ötesinde çoğunluğun kendine hizmet etmesini, kendisi için çalışmasını istemişse gerekli şart şuydu: çoğunluk itaat etmeyi öğrenmeliydi. oysaki neden ahmet'in, mehmet'in ya da ayşe'nin faydalandıklarından ali, fatma ya da zeynep faydalanmasın? neden birileri tanrı mertebesine kadar yükseltilip, onu yükseltmiş olanlar onun kulu ve kölesi mertebesine gerilesin? "insanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir," der sartre. eğer özgür olmak istiyorsa insan, öncelikle birilerine biat etmeyi bırakarak işe başlamalı ve otoriteye 'hayır' denmesi gereken yerde göğsünü gere gere 'hayır," diyerek yola devam etmeli. sonrası? sonrası zaten bahar bahçe.

    2) saplantılı / tünel (ernesto sabato)
    ve işte romantik saplantının umutsuz yalnızlığı hakkında yazılmış şahane bir arjantin edebiyatı örneği. sabato'nun tünel'i, biraz camus'nün yabancı'sına benzer, çünkü her ikisinin de ana karakteri yalnızca toplumlarına değil, aynı zamanda kendilerine ve insanlara anlamlı gelen pek çok şeye yabancılaşmışlardır. birbirlerinden ayrıldıkları nokta ise meursault kendi duygularına bile yabancılaşmış bir karakterken, sabato'nun kahramanı castel duygularını oldukça yoğun bir şekilde yaşar ve hepsini saplantılı bir tavırda kendisini anlayabileceğine inandığı bir kadına yansıtır. aşkın, takıntının, kuşkunun, kıskançlığın, sıkıntı ve deliliğin kol gezdiği castel’in dünyasında gerçeklik duygusu adım adım yitirilir. geride ne yaratıcı, ne de yaratı kalır. cinayet de çözümsüzdür artık ve kalıcı olan tek şey sonu gelmeyen bir kuşku döngüsüdür. takıntılı ve saplantılı bireyler için hem rahatsız edici hem de büyüleyici bir kısa roman.

    3) iyimser / candide (voltaire)
    iyimser tabiri ilk duyulduğunda her ne kadar pozitifmiş gibi bir his uyandırsa da problemin olduğu yerde sergilenen iyimser tutum, o problemin kök salmasına ve haliyle çözümünün de gittikçe imkansızlaşmasına sebep olacağından aslında pek de övgüye mazhar bir tutum değildir. alman filozof leibniz'in "yaşadığımız dünya dünyaların en iyisidir" mantığına karşı çıkarak yazılan 1759 tarihli candide, voltaire'in en önemli yapıtlarından biridir. candide adlı iyi niyetli bir genç almanya'da yaşadığı şatodan kovulduktan sonra avrupa, afrika ve asya'da büyük felaketlerin tam ortasına düşer. depremler, engizisyon tehlikesi, frengi hastalığı, cinayetler arasında oradan oraya savrulur. mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımızı söyleyen hocası pangloss'un öğretilerini bu maceralarda hiç aklından çıkartmayacaktır, ama dünyanın halini, insanların kötülüğünü gördükçe de umutsuzluğa kapılmadan edemez. almanya'da bir şatodan sefil bir hayata, düşler ülkesi eldorado'dan istanbul'a dek uzanan, iyimserliği alaya alan ve bu sırada hayatı, hayatın amacını sorgulayan bir başyapıt.

    4) kendine dışardan bakmayan / biri hiçbiri binlercesi (luigi pirandello)
    yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme alınmış 'biri, hiçbiri, binlercesi' isimli bu kitap, bir adamın kendi gözleriyle gördüğü kişiliği ile başkalarının gördüğü kişiliği arasındaki uçurumun farkına varmasıyla varoluşunu sorgulamaya başlamasını konu aldığı için kendisiyle hiç yüzleşmeyen ya da kendini hiç sorgulamayan insanlara hediye edilebilecek en güzel kitaplardan biridir diyebilirim. kitabın ana karakteri vitangelo moscarda'nın tüm hayatı, karısının bir gün kendisine sorduğu ve burnunun eğriliğinden dem vurduğu o basit soruyla altüst olur. moscarda o andan itibaren kendisinden başlayarak tüm yaşamını acımasızca sorgular ve kendini yeniden bulmak için kendini parçalara bölmeyi öğrenir. moscarda kimdir, kendi gördüğü mü yoksa başkalarının gördüğü mü? kişilik bölünmesinin acımasızca ve mizahi bir dille işlendiği eser bize şu soruyu sorar, insan bir midir, hiç midir, yoksa binlerce midir?

    5) bireyci / martin eden (jack london)
    jack london, yarattığı martin eden karakterinin akıbetine üzülüp üzülmediğiyle alakalı kendisine sorulan bir soru üzerine şunları söyler: "martin eden için neden biraz üzülmeyeyim? martin eden bendim. martin eden bir bireyci idi, bense sosyalist. işte tam da bu yüzden ben yaşamaya devam ediyorum ve işte tam da bu yüzden martin eden öldü. bu kitap bireyciliğe bir saldırıdır. martin eden başkalarının ihtiyacının farkına varmayan aşırı bir bireycidir. hayalleri kaybolduğunda uğrunda yaşayacağı hiçbir şey kalmaz."

    6) konformist / cehenneme övgü: gündelik hayatta totalitarizm (gündüz vassaf)
    kitap wilhelm reich'in şu sözleriyle başlıyor: "asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir." gündüz vassaf, kitabında yalnızca totaliter sistemi ya da onu kuranları eleştirmiyor, aynı zamanda o sistemden şikayetçi olmasına rağmen öyle ya da böyle sistemin devamlılığını sağlayan, aç olmasına rağmen çalmayan, sömürülmesine rağmen greve gitmeyen toplumu, yani kendisine dayatılan totalitarizmi sorgulamadan kabul eden konformist bireyleri de eleştiriyor. hatta bana kalırsa en çok onları eleştiriyor. totalitarizmin sadece bir rejim olmaktan çıkıp gündelik hayatlarımıza bile nasıl sızdığını gösteren ve bundan tek kurtuluşun başka bir düzene geçmekten ziyade farkında bile olmadan mevcut düzenin sürdürülmesini sağlayan insanların uyanışıyla mümkün olacağını ima eden(ben okuduklarımdan bunu çıkardım) bu kitabı konformist bir arkadaşınıza hediye etmenizi tavsiye ederim.

    7) kapitalist / demir ökçe (jack london)
    bana kalırsa, kapitalizm destekçisi birine jack london'ın külliyatını okutmak gerekir ve başlangıç olarak da demir ökçe oldukça iyi bir seçimdir. çünkü demir ökçe, distopya edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir; görsün beyefendi kapitalizmin nasıl bir distopyayı gerçek kılabileceğini (ya da kıldığını mı demeliydim?) günümüzden yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme aldığı eserinde london, hiç eskimeyen bir hikâyeyi konu edinir: ezen ve ezilen mücadelesi. amerika birleşik devletleri'ni pençesine almış olan oligarşi, namı diğer demir ökçe, tüm şiddeti ve gaddarlığıyla emekçilerin üzerine yürümektedir. tröstler, ekonomik ve siyasi ilişkiler, faşist devlet yapılanması sanki daha o zamandan yirminci yüzyılda insanlığın yaşayacağı acı olayların habercisi gibidir ve ne yazık ki geçen zaman london'ın kehanetlerini doğrular niteliktedir.

    8) özfarkındalığı eksik / martı jonathan livingston (richard bach)
    özfarkındalığı eksiklere ya da görünmez duvarlar içine kendi potansiyelini hapsetmişlere verilecek en güzel hediye. 1000 tane kıçı kırık kişisel gelişim kitabının bir araya gelip de verebileceği hayat dersinden çok daha niteliklisini tek başına veren 150 sayfalık bir başyapıt. kitap, sadece yemek bulmak için oradan oraya uçmaktan sıkılan, daha hızlı ve mükemmel uçmak için tüm sınırlarını zorladığı antrenmanlar yapan, bu uğurda sürüden kovulmayı bile göze alan martı jonathan livingston'ın destansı hikâyesini anlatıyor. "cehaletimizi kırabiliriz. becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. en önemlisi, özgür olabiliriz! uçmayı öğrenebiliriz!"

    9) vazgeçmiş / yaşamak (yu hua)
    ilkin bu kitabı 'kumarbaz' ya da 'sorumsuz' bir arkadaşınıza hediye edebileceğinizi söyleyecektim ama sonrasında bunun oldukça yetersiz bir yaklaşım olacağını fark edip vazgeçtim. her ne kadar negatif anlamda bir domino etkisinin başlamasına sebebiyet veren tetikleyiciler ana karakterin sorumsuzluğu ve kumarbazlığı olsa bile kitabın geri kalanında anlatılan her şey bana bu kitabı çektiği dertlerin karşısında kendini mağlup hisseden ve yaşamın içerisinde aktif olarak rol almaktan vazgeçen bir arkadaşınıza hediye etmenizin daha uygun olabileceğini düşündürttü. aslında hayata bu pencereden bakmayı kesinlikle reddederim; parmağı kesilen bir insanın çektiği acı, kolu kopan insanların varlığını kendine hatırlatarak yok olmaz. fakat benzer acıları çeken insanların varlığı, yani yalnız olmadığını bilmenin/öğrenmenin hissiyatı, çekilen acıyı yok etmese bile, manevi bir güç verir kişiye. yu hua, başına gelmedik felaket kalmayan bir adamın hüzün dolu hikâyesini anlattığı bu romanında bizlere şunu hatırlatıyor aslında: "hayat her şeye rağmen devam ediyor ve işte bunun adına da 'yaşamak' deniyor."

    10) umutlu bir bekleyiş içinde yaşamayı erteleyen / tatar çölü (dino buzzati)
    şunu çok net olarak söyleyebilirim ki bugüne kadar okuduğum tüm kitaplar arasında bana en sert tokadı atan kitap tatar çölü’ydü. okuyup bitirdikten sonra günlerce kendime gelemediğimi ve sonrasında kendime gelsem bile bir daha asla eskisi gibi olamadığımı belirtmek isterim. mehmet eroğlu çok doğru demiş: "insanları ikiye ayırıyorum: tatar çölü'nü okuyanlar ve okumayanlar." kitap, genç teğmen giovanni drogo'nun hikâyesini anlatıyor. drogo, askeri okuldan mezun olduktan sonra bir sınır kalesi olan bastiani kalesi'ne atanır. beklentisi ve umudu, burada çok uzun süre kalmayacağı yönündedir. en fazla 4 ay kalacak ve daha sonra tayinini isteyip başka bir yere gidecektir. herkesten ve her şeyden izole bu kaledeki günlerini sınırın öbür tarafındaki tatar çölünden gelecek düşmanı bekleyerek geçirir. aradan 4 ay geçer, ama düşman gelmez. genç teğmen beklemeye bir süre daha devam etme kararı alır.

  • 2023 kadınlar milletler ligi'ni ebrarlı, melissalı, cansulu, elifli, gizem örgeli milli takımın kazanması olayıdır.

    baş belası olan ve milli takımı vakıf bank'ın hazırlık kampı olarak gören guidetti gittiği anda şampiyon olduk. melissa vargas'ın takıma katılması ise bir diğer etkendi...

    bu ülkede bu kadınların bir şeyler başarabilmesi, sevinebilmesi, gülebilmesi, kazanabilmesi içimizi umutla dolduruyor. her şeye rağmen senelerdir bu kızlar sayesinde nefes alıyoruz. futbol takımımız hiçbir halt başaramayıp pişkin pişkin sırıtırken bu kızlar her yenilgi sonrasında hüngür hüngür ağladı. şimdi bu sevinç gözyaşlarını en çok onlar hak ediyor.

    not: şu anda dünya sıralamasında lideriz, zirveyiz. zaten buraya dünyanın en iyi takımları olan italya, çin, abd gibi devleri dev'irerek geldik.
    görsel

  • bence herkesin en sinir olduğu şey kapatılsın, sonra hep beraber ülkenin göbeğinde toplanıp ıssızlıkta birbirimize şarkılar söyleyelim.

  • twitter kaynak

    resmi gazete :)

    asgari ücretliler dahil hepimizi etkileyen yükselme.
    arkadaşlar, şükredin. allah şükredenin yanındadır. gelir vergisi yükseldi mi? diyanet bütçeyi bitirdi mi? olsun siz şükretmeyi bilin.
    asgari ücretli kardeşim, sen de şükret. evine 3 ekmek yerine 2 ekmek alacaksın belki, çocuğun bir çikolata istediğinde cebini yoklayacaksın belki ama şükret.
    yüzüne tükürseler de şükret.

    bir yazar daha sade bir dille anlatmış.
    ekleme: #107900423

    ekonomi uzmanları hesaplayacaktır ama ince ayarlar çekmişler ve ortalama aylık yaklaşık 4 bin tl ücret alan bir çalışanın maaşından yıllık 500 lira daha fazla vergi ödemesi gerçekleşecek, 10 bin kazanandan ise yıllık 1000 lira daha fazla vergi alınacak. gerçekten diyecek söz bulamıyorum.

    biz indirim beklerken, sağolsun hükümet bindirmeye devam ediyor herşey ateş pahası zaten.

    2019'da 40.000 tl kazanan bir işçi/çalışan bu gelirin 18.000 tl'si için 2.700 tl öderken,
    yeni tarifeyle yıllık bu gelirin 22.000 tl'si için 3.300 tl, fazlası için de %20 vergi ödeyecek.

    edit 2: gib sitesindeki tablo güncellenmedigi icin kafa karisikligi mevcut. o site ile kiyaslamayin. ortada bir kazanc kaybinin mevcut oldugunu göreceksiniz.
    malumun trolleri hemen organize olup, değişen bir şey yok naraları atmaya başlamış:)

    edit 3: hala anlamayan yazarlara istinaden hilale anlatır gibi anlatıyorum:

    2020 için belirlenen ve maliye tarafından ilan edilen gelir vergisi tarifeleri bu sabah itibariyle iptal edildi.
    2020 yılı için 2019 yılındaki üst limitler ve oranlar uygulanacak. yani sen 2019 yılında aldigin maas ile hangi oranda vergi veriyorsan, 2020 icin zam aldigin maasinla da 2019'a göre vergi vereceksin. yani kesintin artiyor aloooooo! uyanin artik daha nasil anlatayım?
    kabaca 2020 için %15'lik gelir vergisi dilimi 22.000tl iken
    bu sabahtan itibaren 18.000tl
    18.000tl-40.000tl : %20
    40.000tl-98.000tl (ücretliler 148.000tl) : %27
    98.000tl-500.000tl(ücretliler 148.000tl) :%35
    500.000tl üstü:%40

    özetle aylik geliri ortalama 3500 tl olan biri ciddi etkilenecek.

  • - keloğlan' ın kimi kimsesi yokmuş
    + annesi nerdeymiş?
    - annesi yokmuş, ölmüş
    + babası nerdeymiş?
    - babası da yokmuş, ölmüş
    + (ağlamaklı ) birsen teyzesi de mi ölmüş??