hesabın var mı? giriş yap

  • şu habere göre maltepe coşkun fen lisesi tarafından tübitak liselerarası proje yarışmasına sokulmuş proje. haber kaynağı pek güvenilir olmadığından az saydıracağım:

    - öğrecisine bilimsel metodu öğretmek için bu projeyi destekleyen hocalara bir.
    - bunu proje yarışmasına sokma cesareti bulan okul yönetimine iki.
    - proje diye bunu kabul edilir bulup direk reddetmediyse tübitak'a üç.
    - bunu eğer ola ki sergilenmeye değer bulduysa tübitak'a bir defa daha dört.
    - bunu nazar ispatlandı diye haber yapan kuruma iki kere olmak üzere altı.
    - ülkemin cinlerden elektrik üretme projelerinin desteklendiği ziya ül hak pakistan'ına dönmeye başladığını hissettiğim bu dönemde yaşadığım için kadere yedi.

    öğrencinin suçu yok, böyle bir proje yapmak aklına gelince adam gibi sample size nedir, ne deneyle sınanabilir vs anlatacak hocası yok başında belli ki.

  • pekmezli simide alışmak demektir. hatta 2 simide bir ayranı yetiştirmek. hele baharsa mevsimlerden, kızılday'dan bulvara vurup kendini soluğu meclis parkında almak. hiçbir şeyin olmadığı o parkta gelip geçeni izlemek.

    hayat boyu kullanmadığın sokak isimlerine alışmak demek ankara'da öğrenci olmak.

    + sevgilim burası neresiydi?
    - karanfil
    + peki burası?
    - burası da yüksel
    + şurayı biliyorum konurdu değil mi?
    - evet orası konur. peki dostun olduğu sokak neydi?
    + hangi dost? şaşırtmalı soru bu : )

    ezberlemeye çalışırsınız sokakların adlarını. buluşma yerleriniz kısıtlanır ankara'da. ya karanfil sokakta dost'un önünde buluşursunuz arkadaşlarınızla ya da ziya gökalp'te gima'nın önünde. her seferinde gima'nın hangi tarafı çelişkisini yaşarsınız. hoş gima falan da kalmadı ya artık.

    paranın geldiği gün sokaklara atarsınız kendinizi. kızılay'dan tunalı'ya kadar yürür, kıtır'da oturup bir kumpir yer, üstüne 2 de bira içersiniz. bazen kuğulu parkta kuğulara simit atarsınız. banklarda kuşlar üzerime pisleyecek diye korkup oturamaz, sonra oradan esat'a, oradan da kurtuluş'a eve kadar yürürsünüz.

    limon'a gidip manga, gölge'ye gidip raindog* dinlersiniz. ssk'da dolanıp çıkışta midye dolma yemek şarttır. sonra belki bir taksiyle esat. soluğu aspava'da alıp 1 dürüm döner, soslu olsun! dersiniz. yemeği yerken ayılıp, sonraki gün girilecek vizeyi hatırlar, boşver deyip kahkahalarla gülmeye devam edersiniz.

    odtü'lü değilseniz odtü şenliklerine özenirsiniz. giriş yasak diye yolun ortasında inip dolmuştan, tanımadığınız arabalara otostop çekersiniz. beytepe'de rektör kar küreme makinası almış geyiği yapar, gülersiniz. olgunlardan kitap alır, güven park'ta otobüs ararsınız. dolmuşların tek fiyat uyguladığını öğrenir ve alışmaya çalışırsınız.

    kış geldiğinde atkı kullanmaya alışırsınız ankara'da. soğuktan ciğerleriniz yanar, hatta sürekli tekrarlayacak bir hastalık kaparsınız. ellerdeki çatlaklara alışırsınız bir süre sonra. birbirini ısıtmayı öğrenir insanlar ankara'da. tek çift eldiveni paylaşır ve saçları kısa olan bereyi takar.

    ankara'da öğrenci olmak hayatta hiç unutamayacağın bir deneyim yaşamak demek. ve ne kadar geçerse geçsin, bahsi her geçtiğinde gözlerinin dolması demek...

  • 80sonu 90 başı ankara ile katıldığım nesildir.

    nedendir bilinmez aklımda bu otobüsün jantları en çok yer etmiştir.
    dile gelse konuşacak gibi duran mat sarıya boyanmış şekilli jant kapakları vardı bu otobüslerin. bir de kahverengi deri döşemeli rahatsız ve soğuk koltukları...

    ayrıca "otomatik kapı çarpar" ikazını da bu otobüs ile hayatımıza sokmuştuk. evvelki 1950'li amcaların otobüslerinde var mıydı bilemiyorum tabi ki fakat bu ikarusun 4 dilimli ikiye ayrılan otomatik kapısı gerçekten çarpardı. kim bilir kaç vatandaşımız telef oldu bu kapılar yüzünden. kapı aheste aheste açılcak gibi yapıp fake atardı. havası dolunca da bir anda ışık hızıyla paaaat diye açılıp kapanırdı. körüklü olanların

    körük kısmında yaşam mücadelesi vermek bugünün şartlarında bile oldukça zorlu bir serüven idi. körük kısmının zemininde otobüs döndükçe kendisi de dönen bir kapak vardı. o kapak kırılcak diye çok korkardık küçükken...

    anımsadığım kadarıyla en rahat yanı en arka camın önündeki dikilmelik boşluk idi.

    bir de önünde kağıt biletleri attığımız kumbara gibi bir kutu olurdu. bu da unutulmaz.

    bir de bilinçaltıma yer etmiş bir diğer öğe ise otobüsün pisliği olmuştur hep.
    bu ikaruslar o kadar pis olurdu, o kadar yıkanmazdı ki, gerçek bir ağır sanayi aracı görüntüsüne sahiplerdi.. her yerinden çamur akardı. benim zihnimde hep öyle yer etmiş. kullanılan standart kırmızı-kırık beyaz boyanın matlığından kalitesizliğinden midir nedir bilmem fakat hiç şöyle ışıl ışıl parlayan tertemiz bir ikarusa bindiğimi hatırlamam..

    89-1995 yıllarına kadar emek sekizinci caddeden binip kızılaya giderdik annem ile..karamürsel pasajı, soysal çarşısı, alp billuriye falan yardırırdım annemin peşinden.

  • uşağıyla birlikte çıktığı maceralı yolculuğu cervantes tarafından kaleme alınan, yine cervantes tarafından yaratılmış roman kahramanı ve aynı adlı romanın adıdır. yaşadıkları, cervantes'in hayatıyla -ya da en azından kendisi için hayal ettikleri- ile paralellikler taşıdığı söylenen don quijote özü itibariyle sevimli bir adamdır. şekle şemale önem vermekten geri durmamakta ancak kafasına geçirdiği kasktan yanına aldığı uşağına kadar her yanı pejmürde haldedir; ciddiye alınmamaktadır; inandıklarına uysun diye hem iyilik hem kötülük yapmaya cüret edebilmekte ancak bir doğrunun peşinde koşmaktadır. yaptıklarıyla ve yapamadıklarıyla, kendine yarattığı gerçeklikle, onun içinde kaybolmasıyla dikkat çeker. cervantes kahramanı yaratırken kahraman da bir yandan kendini yaratmaktadır hiçbir şeyden, hiç kimseden.
    saygıdeğer kişilik anlamına da gelen don sözcüğünün gerektirdiği biçimde şövalyeliği tüm gerekleriyle yerine getirmeye çalışan sevgili quijote ölümsüzlüğe ermesinden 400 sene sonra bile sağlıklı bir ruh haline sahip olup olmadığı konusunda tartışmalara sürüklemektedir kendisinden etkilenenleri. zira onun yaptıklarını yapabilecek kişi ya don quijote'dur ya da düpedüz deli.

  • birinin bu gerçekleri söylemesi lazım artık.
    bir yılı geçkin süredir kullanmıyorum.

    1- kapatınca öyle aydınlanma, bakış açısını değiştirme gibi bir şey olmuyor.
    2- sosyal medyalara harcadığınız vaktide önem arz eden işlerde kullanmak tamamen sizin inisiyatifinizde. yoksa instagram'a harcadığınız vakti ben gibi youtube'de behzat ç. kesitlerini izlerken de harcayabiliyorsunuz.
    3- öyle kapatınca bir şeyler kaçırıyormuşsunuz hissi de bi süre sonra kayboluyor ve de hiçbir sey kaçırmıyorsunuz.
    4- kapatıp açmanızda kimsenin sikinde değil bunu bilin. en yakın arkadaşım bile daha geçen hafta beraber çekindiğimiz fotoğrafı atarken "seni etiketleyemedim, instagram'ı mı kapattın? " diye soruyordu.

    dipnot: hayatınızı değişmek için instagram'ı kapatmak gerçekten çok ucuz bir numara.
    daha radikal kararlar alın.

  • daha önce söyledim mi bilmiyorum ama

    baba oluyorum lan yazarlar :)) oğlum büyüyünce buraları hep okuyacak. o yüzden terbiyeli yazın. sıçtırtmayın bacağınıza.

  • babaların hepsi komik. hepsi.

    football manager'ın championship manager olduğu zamanlar, 15-16 yaşlarımda olmam lazım, hafta sonu, sabaha karşı 5 olsa gerek saat, kaptırmışım kendimi, aghahowa, robben, okoronkwo falan yardırıyorum. ışığı kapatmışım, inceden tezahürat bile yapıyorum. babam helaya kalktı sanıyorum. koridordan geçerken beni gördü, durdu, kapıdan içeri baktı. beyaz slip donla yattığına göre mevsimlerden yaz, aylardan temmuz olmalı.

    -ne yapıyorsun oğlum?
    +eoo. internetten araştırmalar, detaylı bilgiler.
    -oyun mu oynuyorsun?
    +ee arada bakıyorum falan. ama araştırma da yapıyorum yani.
    -yine mi şu yazıların oyunu lan?
    +şimdi o tam öyle değil. taktik, hızlı karar vermek.
    -şu oyunu oynayacağıma lambayı açar kaparım, inan dünyaya daha faydalı olurum.

    sonra oyunu bıraktım, nükleer reaktör falan yaptım. soğuk füzyon. öyle. şimdi tantuniciyim. imkanlar güzel.

  • ganzfeld: almancada, "tum alan", "butun alan" demek. alici'nin ganzfeld'de olmasi: bes duyusu kisitlanmis halde oturma hali

    "acaba bilinen bes duyunun disinda bilgi aktarimi mumkun mu?" sorusuna aciklik kazandirmak icin yapilmis bir deneydir. prosedur soyle:

    birbirinden izole edilmis iki oda var. birine "alici" diye tabir edilen, digerine de "verici" diye tabir edilen iki kisi yerlerstiriliyior. vericiye yollamasi gerekn goruntu gosteriliyor ve "sesli olarak dusun bunu" deniyor. bu esnada alici kisi duyularindan kismen arindirilmis halde bekliyor (kuklaklikla hafif bir parazit, gozlerine yari saydam gozlukler ardindan verilen hafif kirmizi isik).

    yarim saatin sonunda alici'ya dort secenek sunulup biri sectiriliyor. sans eseri dogru tutturma sansi %25 olmasina ragmen denekler genel toplamda %35 lik basariya ulasiyor -ki bu beklenen sapmadan kat kat yuksek.

    bunun ardina bir suru psikolojist loy loy ediyor, "deneyinizde hata var olum" diyor. 1982'de honorton denilen bir erkisi deneyin allahini yapiyor. bu versiyonda itiraz edilen butun hususlara dikkat ediliyor, bagimsiz kisiler deney prosedurunu tescil ediyor, resimleri bilgisayar ayarliyor illa ki tam rasgele olsun diye; sonuc %34.

    honorton'un deneylerinde dikkat ceken baska korelasyonlar da var. yalnizca basarili olan insanlari bir gruba toplayip deneyi tekrar ettiklerinde basari yuzdesi %43 oluyor. julliard'dan (abd'deki en iyi sanat okullarindan) bir grup muzisyen/tiyatrocu/dansci uzerinde denediklerinde basari yuzdesi zonk diye %50'ye cikiyor.

    onbes yildir otuz kadar ganzfeld deneyi yapildi, ve bu deneylerin hatrı sayılır miktarında pozitif sonuçlar çıksa da prosedürün geçerliligi şusu busu tartışma konusu ve deneyi çeşitli sebeplerle makul/geçerli kabul etmeyen bilim adamları çoğunlukta.

    kaynaklar:
    daryl j. bem and charles honorton, psychological bulletin 1994, vol. 115, no. 1, 4-18, link: http://comp9.psych.cornell.edu/…does_psi_exist.html

    bem dj, palmer j, broughton rs, journal of parapsychology, 65 (3): 207-218 sep 2001
    link: http://comp9.psych.cornell.edu/…dating_ganzfeld.pdf