hesabın var mı? giriş yap

  • saat: 02:30 "değirmendere-yüzbaşılar"

    abimle balkonda oturuyoruz. hava müthiş sıcak ve ilçe inadına hareketli, cıvıl cıvıl. donanma kuvvetlerinin bayrak devir teslim töreni için tertiplenmiş eğlenceler megafonlardan dinletiliyor tüm ilçeye. sokaklar ışıl ışıl;
    "kim bilir değirmendere sahili nasıldır şimdi?" diye konuşuyoruz abimle. kahvelerimizi içiyor biraz daha muhabbet ediyor ve bir müddet kadar sonra odalarımıza gidiyoruz uyumak için. hiç unutmam; orhan pamuk'un benim adım kırmızı romanını okuyordum o sıra. yatağıma uzanmış kitabı okurken sanırım birkaç dakika içinde uyuyakalıyorum.

    derinden ama çok derinden bir ıslık sesi geliyor kulağıma; "gece çöpleri almaya gelen belediye kamyonudur" diye düşünüyor ve tekrar uykuya dalıyorum. ıslık sesi yükseliyor, hâlâ uykudayım. kitap göğsüme düşmüş, hissediyorum. fakat nasıl bir rehavetse alıp yere bırakacak dermanım dahi yok. ıslık kesiliyor ve ardından korkunç bir homurdanma başlıyor. tüm bunları algılamam birkaç saniye içinde oluyor. göz kapaklarım külçe gibi. zorla aralıyor ve hemen karşımda duran, yatmadan önce ardına kadar açık bıraktığım pencereye bakıyorum. artık bilincim tamamen açık;

    "aman yarabbi! yıldızlar! ne kadar çok, ne kadar yakınlar bu gece." diye düşünürken ilk sarsıntı başlıyor; yavaş yavaş, fakat gittikçe şiddetini artırarak. birkaç saniye kadar sürüyor ve aniden duruyor. müthiş bir sessizlik! kalbim o kadar hızlı çarpıyor ki nefes alış verişimi kontrol etmeye çalışıyor ve başımı hemen paralelimde uyuyan sekiz yaşındaki kardeşime çeviriyorum. uyuyor... sonra duvardaki saate... 03:05

    belki o an milyonlarca şey geçiyor aklımdan fakat hiçbir şey yapamıyorum. saniyeler sonra yıkıcı olan ikinci dalga başlıyor. binanın eğilmesiyle annemin haykırışlarını duyuyorum. abimin de sesini duyuyorum, adımı haykırıyor. kendime gelir gelmez korkudan gözleri kocaman olmuş kardeşimin üzerine atılıyorum. o sırada annem odamıza giriyor sürünerek.

    bina birçok kez bükülüp doğruluyor, tıpkı secdeye varır gibi. her eğilişinde bahçedeki ağaçları, her doğruluşunda gökyüzündeki yıldızları görüyorum pencereden. annem abimin adını haykırıyor. doğrulup abime gitmek istiyorum fakat olanaksız. abimin odası koridorun en sonunda. kardeşimi anneme bırakıp sürünerek koridora çıkıyorum. bitmiyor kahrolası! durmuyor! bitmiyor! koridora çıktığımda portmantonun devrilip hemen karşıdaki duvara dayandığını ve yolu tıkadığını görüyorum. bağırmaktan başka çarem yok; abi! abi!! ses yok. tekrar bağırıyorum; abi! abi!! "bayılmış olmalı" diye düşünüyorum. gücüm tükeniyor. artık araftayım... ne annemle kardeşime gidebiliyorum, ne de biricik abime. sonrası toz duman. bilincimi kaybediyorum.

    rüyada olduğumu sandığım bir an yaşıyorum. yarı uyanık yarı uykuda, tükenmiş haldeyim. sesler var, kımıldayamıyorum. abimin sesi bu! bana sesleniyor. annemin de sesini duyuyorum. sonra başkaları... sanki bütün dünya adımı çağırıyor. savaşıyorum. kontrolümü kaybetmemeliyim. neredeyim? çok sıcak, çok karanlık! insan sesleri, araba sesleri, ambulans sesleri birbirine karışıyor. n'oluyor? adımı haykıranlar kim? "ben burdayım!" demek istiyorum, olmuyor. sarsıntılar devam ediyor. şiddetli ya da hafif fakat durmuyor. sonra birisinin benimle konuştuğunu duyuyorum;

    "korkma sakın! bitiyor az kaldı, korkma." tanımadığım bir ses. bu kim? bilmiyorum. gücümü toplamalıyım yardım istemeliyim. haykırıyorum; "burdayım! yardım edin burdayım!"

    bir doğum anını yaşar gibiyim. küçücük karanlık bir delikten çekip alıyorlar beni. yeniden doğuyor gibi... gün doğmuş, sabah olmuş. ailem ağlayarak yanıma geliyor. ayağa kalkıp yürüyebilecek kadar iyi hissediyorum kendimi. nasıl bir enerjiydi o yaşadığım, hâlâ tanımlayamıyorum. bir de o kara delikte benimle konuşan sesi.

    yer yer gidenlerle kalanları ziyaret etmek için gölcük'e gitsem de, hâlâ denize bakmaya ürküyor ve kaybolan binlerce insanın isimlerini okurken gözyaşları döküyorum. zira o isimlerin içinde akrabalarım, arkadaşlarım, komşularımız ve aile dostlarımız da var. o gece gidenlerin ruhları şâd olsun.

  • ıki sebepledir. birincisi yer. camasir makinesi zaten cok yer kaplarken bir de kurutma 90m2 evlere sigmaz.

    ıkincisi, kurutma makinesi kumasi cok yipratir. kullanmayanların bilmediği bir gerçek var. sürekli kurutmayla kurutulan kıyafetler pamuklanmaya baslar. ya da kolayca deforme olur. mesela havlular bir süre sonra yırtılır. hele jeanler... incecik olur.

    bu arada öyle şak diye kurutmuyor. nereden baksan, 1,5 saat dönüyor yine o makine. kendi tecrübeme göre çamaşır odasına 1 ufo koymak aynı sürede aynı performansı sağlıyor. üstelik çamaşırlar da yıpranmıyor. üstelik odayı da ısıtıyor.

  • gerizekalılara gereksiz gelebilir. türkiye'nin en büyük sivil toplum kuruluşu iddiasında bulunan bir camianın resmi yayın organından beklenen tepkidir.

    helal olsun diyorum. bu dönemde, bu baskıda resmi olarak bu tepkiyi verebilmek yürek ister.

  • işte internet bu yüzden tehlikeli bişey. çocuk o videoyu çekmiyor olsa şu an insan içine çıkamıyor durumdaydı. ortamlarda kadın hakları dersin kim bilecek.

  • metehan'dan bu yana destanlar yazan şanlı türk ordusu'nun bu duruma getirilmesinin tek sorumlusu vardır o kişi de bellidir.
    -evet ilk aklınızdan geçen kişi.

    zorunlu edit: metehan'dan bugüne şanlı türk ordusunun büyüklüğünü kastederek yaptığım yorumda sol görünümlü (solla alakası olmayan)ılık liberalleri,etnik faşistleri, siyasal islamcıları ve onların eski dava kardeşleri fetöcüleri kudurtmaktan büyük bir kıvanç duyuyorum.

  • hakli davranis. bazi brosurculer de ondekine verip bana vermiyor. tipimi begenmediginden mi, brosurdeki seyi alamayacak kadar fakir gozuktugumden mi bilmiyorum?

    - onumdeki ile arkamdakine veriyosun da bana niye vermiyosun kodumun brosurcusu. ben saksi miyim! once bana vereceksin, en cok bana vereceksin! ben de almayip seni got edicem.