hesabın var mı? giriş yap

  • (bu çocukken en sevdiğim fıkra idi)

    soğuk savaş döneminde amerikalılar her yıl onlarca casus yetiştirip rusya'ya salıyorlarmış. hepsi de teker teker en geç bir hafta içinde yakalanıp özenle konuşturulup devlet sırlarını ifşa ediyormuş.

    en sonunda demişler ki, ülen bi tane yetiştirelim ama çok süper olsun. bi tane adamı almışlar, ana dili gibi rusça öğretmişler şive ve lehçelerine kadar. rus efsane ve masallarını tarihini örf ve adetlerini öğretmişler. bir dikişte bir şişe votka içmesini öğretmişler. göğüs kıllarını jiletle tıraş etmişler böyle kıvır kıvır rus denizciler gibi göğüs kılları olmuş.

    dövüş sanatlari teknoloji vs zaten öğretmişler. neyse bu casusu uçaktan paraşütle rusyanın yakınlarında bir kasabaya atmışlar.

    paraşüt açılmamış ölmüş. (eheh şaka şaka)

    casusumuz rusyada bir bara gitmiş hemen. rusça bir votka istemiş. barmen bir kez yüzüne bakmış ve "hoşgeldin amerikalı" demiş.
    casus anında adamın yanına koşmuş. "bayım" demiş, "nereden anladın"

    -zenci rus olmaz ki.

  • şöyle bir aydınlanma yaşanıldığı andır bence.

    sözlerini de yazayım da tam olsun hatta.
    '' asuman: beni artık sevmiyorsun, öyle mi?
    mükremin: ya seni seviyorum da, seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum.. hani eskiden seni sevmenin, birbirimizi sevmenin, yeşil gevrek bir tadı vardı. seni güldürmenin lezzeti damağıma yerleşir, orada mutlu mesut yaşardı.. yani bişey olduğu vakit, ilk bunu koşayım gideyim, asuman'a söyleyeyim tarzında bir haberci telaşı olurdu.
    asuman: şimdi n'oldu peki?
    mükremin:bilmiyorum asuman, bilmiyorum.. kalbim bir kuyunun dibindeki suda nefes almaya çalışan bir gariban.yukarı tırmanmaya çalışıyor..ama ne yapsın? kuyunun duvarları düz..kuyunun duvarları ıslak..''

  • 3 te 4 yaptığım testtir.
    ateistim zannediyordum bundan sonra hayatıma tanrı olarak devam ediyorum.

    debe editi: bu entrye oy verip debeye sokan zihniyete diyecek lafim yok.

  • ön edit: arkadaşlar destekleriniz ve iyi dilekleriniz için çok teşekkür ederiz. elif'in annesi olayın açıklamasını şu şekilde iletmemi istedi:
    “olay, kadıköy kızıltoprak'taki florence nightingale hastanesi'nde 11.06.2021 tarihinde gerçekleşti. kızımın ayağındaki aşil tendonu gerginliğinden dolayı bel mr'ı istendi. önce, mr çekimi için kızımla birlikte mr odasına girdik fakat uyanık halde mr çekilemediği için anestezili çekim istendi. bir hafta sonra tekrar abimle birlikte hastaneye gittik. elif'i bayıltıp içeri aldılar. ben de içeri girmek istedim fakat anestezili çekime alamayacaklarını söylediler. süreç beklenenin 2 katı sürdü. mr kapısının önünde bilgi almaya çalıştık fakat bizi kapıda beklettiler. kızım bize haber dahi verilmeden müşahede odasına alınmış, eli ve kolu sargılı haldeydi. kızımı o halde görünce tansiyonum düştü ve baygınlık geçirdim. bize sadece ufak tefek yanıklar olduğunu söylediler. sargılar açıldığında elif'in başparmağı kemiği gözükene kadar yanmış, orta parmağı ve kolunda da yanıklar vardı. bir anne olarak o an yaşadığım acının tarifi yoktur. bu olayın neden gerçekleştiğine dair bize hiçbir şekilde açıklama yapılmadı. bizi bir odaya çıkardılar ve saatlerce orada beklettiler. ısrarlı taleplerimiz sonucunda odaya gelen doktor “biz de ne olduğunu anlamadık, allah beterinden korusun” deyip gitti. epikriz raporunu istedik, vermediler. mr ödemesini yapmak için gittiğimizde ücret almadılar. hastaneden çıkarken vale parası bile almadılar. amaçları bizi apar topar hastaneden göndermekti.

    bunun üzerine aynı gün karakola gidip şikayette bulunduk. polis eşliğinde haydarpaşa numune hastanesi'ne gittik ve orada 2. ve 3. derece yanık olduğunu öğrendik. ardından kartal lütfi kırdar yanık hastanesi'ne gittik ve kızıma müdahale yapıldı.

    kızım iki ameliyata girdi, ikisinde de doku nakli yapıldı. parmaktaki hasarın ciddiyetini ilk anda hiç anlayamamıştık. ameliyatlardan sonra anladık ki baş parmağın tendonları yandığı için işlevini tamamen kaybetmiş.

    hastane bu olayla ilgili hiçbir sorumluluk kabul etmediği gibi bize bugüne kadar bir açıklama da yapmadı. biz ne öğrendiysek savcılık bilirkişi raporundan öğrendik. raporda bahsedilen sorun, mr makinesine uyumlu olmayan bir materyal kullanımı olduğu yönünde.

    yaklaşık bir senedir ameliyatlar, psikolojik problemler ve hukuki süreçle uğraşıyoruz. eminim herkes hemfikirdir ki, evlat acısının hiçbir maddi karşılığı yok. haberlerdeki fotoğrafları görünce olayın ne kadar ciddi ve acı olduğu anlaşılıyordur zaten. bizim tek istediğimiz sürecin adil bir şekilde sonuçlanması, gerçek sorumluların cezalandırılması ve hepsinden önemlisi elif'imin bu süreci en az hasarla atlatabilmesi, bedenen ve ruhen sağlığına kavuşabilmesi. bizim canımız çok yandı başka canlar yanmasın”

    ön edit 2: mr makinesine uyumlu olmayan metaryel diye bahsedilen şey mr cihazına uygun olmayan oksimetre kablosuymuş.
    ek olarak, birçok arkadaş çocuğun üstünde metalik bir nesne olabileceğinden bahsetmiş ancak çocuğun üstünde hiçbir metal nesne yokmuş. sadece tshirt ve tayt varmış. saç tokasına kadar herşey kontrol edilmiş. hatta anne ve dayısı da kızı teslim ederken üstündeki metal eşyaları ve cep telefonlarını kabindeki odada bırakmışlar.

    ——

    komşumun dünyalar tatlısı kızı elif'i florence nightingale hastanesinde mr çekimi sırasında cihazın içinde unutup yaktılar arkadaşlar. bu rezaletin duyurulmasını istiyorum çünkü çocuğun baş parmağı ne yazık ki hayatı boyunca engelli kalacak. hastane yönetimi ise olayı örtbas edip aileye ne maddi ne manevi hiçbir şekilde destek olmadı.

    detaylar için:

    https://www.cumhuriyet.com.tr/…rda-yaktilar-1941309

    https://www.ntv.com.tr/…iasi,mg0bmi8qm0mrolw7k-r4ya

  • başlık: 22 yaşındayım böyle bi şey görmedim

    1. böyle birşey görmedim daha.

    2. demek göbeği erittin.

  • batak; kahvehanelerde bu oyunu ata sporu olarak görsek de aslında oyunun kökeni bu coğrafyayla uzaktan yakından alakası yoktur diyebiliriz(en azından okuduğum şeyler öyle söylüyor).

    ön bilgiyi aldığımıza göre hemen hikayemize girelim; oyun buralara gelmeden önce maça(spades) olarak bilinmekte. temelde oyun whist ve bridge oyunundan türediği düşünülmektedir. 1930'ların sonlarında cincinnati, ohio'daki bir üniversite yurdunda sıradan bir geceydi ve bir şeylerden sıkılmış insanların yaptığı şeyi yapıyorlardı. en azından bu topraklara damga vuracak bir oyun türeteceklerdi.

    bildikleri bütün kart oyunlarını oynamışlardı ayrıca konuşacak iç açıcı şeyler yoktu çünkü o günlerde avrupa kaynamaya başlamıştı bile. düşündüler düşündüler ve sonunda daha önce oynadıkları bridge gibi oyunlardan daha heyecan verici ve daha hızlı tempolu, rekabet duygularını tatmin eden(masaya vurup ver koz nidaları olan) ve aynı zamanda az bir strateji içeren bir şey yapmak istiyorlardı. işte tam da o gece batak oyunu yaratıldı.

    yaratılan bu oyun üniversite içinde ve diğer yerlerde hızlıca yayılmaya başladı. ama oyunun tepe noktaya çıkması sağlayan şey ise ne gariptir 2. dünya savaşıdır. amerikanın savaşa katılmasıyla beraber. bir çok genç askere yazıldı. savaş alanında eğlenceye de ihtiyaç vardı ve oyun onlar arasında popülerleştikçe popülerleşti çünkü oyun için sadece bir deste kart gerektiriyordu.

    bu sayede oyun avrupaya ayak başmış oldu. fakat oyun belli başlı bir yazılı kurallara sahip değildi çünkü oyun insandan insana aktarılıyordu. 1969 yılına geldiğinde yeni ve yeniden cincinnati şehrinde oyun kartı şirketi tarafından yayınlanan kart oyunlarının resmi kuralları adlı kural kitabında maça'dan söz edilerek oyun yazılı hayata geçmiş oldu.

    sonuç olarak oyunun türkiye'ye nasıl ve ne zaman geldiğiyle ilgili olarak tam bir şey bulamadım ama muhtemel 2. dünya savaşı sırasında geldiğini düşünmekteyim çünkü savaş göçlere neden olduğundan dolayı oyun bu sayede buralara sürüklenmiş olabilir.

    o zaman çiz diyelim....

    kaynak:1,2,3

  • ne ilginçtir ki belli bir eğitim görmüş, orta sınıf yarı-burjuva ailelerde olan saplantıdır. ve bunu sürekli tekrarlayıp çocuğu daha fazla çalıştırarak 40 kere söylesem gerçek olur rüyası yaşarlar.
    mesela geçen yıllarda tatil yaptığım bir yazlık sitede çocuğu dahi olmayan tip yoktu. o kadar çok kafamı diktiler ki neredeyse ikna olacaktım, ama çözemiyorum deha nerede. neyse sonra oradaki ege köylüsü garsonla sohbet ettim. oğlu o bölgenin satranç birincisi olmuş, oyunu da kendi kendine öğrenmiş. inanmadım internet'te gösterdi falan. sonra da dedi ki "keşke kafası faydalı şeylere çalışsa".

  • almanya'dan yıllık izne gelen akrabalarımızın benim yaşlarımdaki çocuğuyla birlikte (11-12 yaşlarındaydık) batıkent'ten demetevler'e -lunaparka- gitmek için bindiğimiz dolmuşta yaşamıştım benzer bir olayı. (aslında buna olay bile denemezdi, o zamanlar henüz olric yoktu, hava raporlari da günlük bültenlerden sonra okunmuyordu. henüz durum, bugünkü gibi açik ve seçik, bir bakima da belirsiz değildi..)

    hatırladıkça gülerim. almanya'dan gelen arkadaşımla ben en önde oturuyorduk. arkadan biri omzuna dokunup, "şu parayı uzatır mısın?", diye sordu. çocuk büyük bir ciddiyetle parayı uzatan adama dönüp, "ben burada çalışmıyorum." dedi. kimse böyle bir cevabı beklemiyordu tabii. çocuk taviz vermez bir tutumla bir zırh gibi duruyor, görevi olmayan bu işi yapmayı şiddetle reddediyorurdu. parayı uzatan adam bir şeyler eveleyip gevelemeye başladı ama ben iki büklüm olmuş kahkaha atmakla meşgul olduğum için gerisini pek hatırlamıyorum.