ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
helen keller
-
kör; ama, gözü gören birçoklarından daha çok görüp geçirmiş. sağır; ama, kulağı işiten birçoklarından daha çok dinlemiş. lal; ama, konuşma yetisi kazanmış bir çok dilliye nazaran daha çok paylaşmış birikimlerini. bir hastalık onu bebekken üç duyusundan koparmış; o ise öğrenmek ve anlatmak için duyularına ihtiyacı olmadığını kanıtlamış.
birkaç sene evvel, charles dickens ile alakalı yazılar okurken karşılaşmıştım hikayesiyle. ailesi, charles dickens'ın american notes adlı gezi notlarından etkilenerek helen'ın herkesle eşit şartlara sahip olmasını istemiş ve julian chisolm adlı bir kbb hekiminin önerisiyle perkins körler okulunun müdürüyle görüşmüşler. mezunlardan, 20 yaşındaki görme engelli anne sullivan ile de tanışmaları böyle olmuş. odada bulunan kimse o an bilmese de, ömür boyu sürecek olan arkadaşlığın temelleri oracıkta atılmış. anne, mürebbiye olarak helen'ın yanına gelmiş ve dostu olarak ömrü boyunca ona eşlik etmiş.
o zamanlar altı yaşında olan helen, hane ahalisiyle anlaşmak için çeşitli işaretler kullanıyor ve hatta odaya giren kişileri adımlarının yarattığı titreşimlerden tanıyormuşsa da, her nesnenin, duygunun, eylemin ayrı ayrı isimlendirildiğini ilk defa anne sullivan sayesinde öğrenmiş.
anne, ona bir bebek hediye edip helen'ın avcuna parmağıyla "doll" yazdığında helen durumu pek anlamamış olsa da, anne sabırla öğretmiş. birkaç gün sonra, helen bir elini suyun altına soktuğu anda, diğer avcunun içine "water" yazarak ilk defa bir mefhumu helen'ın zihninde kelimeleştirmiş. bu olay ise helen için bir kırılma noktası olmuş.
eğitim hayatı bu olay ile başlamış ve harvard'ın kadınlar için açtığı radcliffe college'a kadar uzanmış. bachelor of arts ile mezun olan ilk kör-sağır kişi olarak hayata atılmış. eğitimi ile sesini bularak kendi hayatı hakkında bakış sunduğu dersler vermiş, konuşmalar yapmış. bunun yanı sıra ellerini insanların dudakları üstüne yerleştirerek konuşmaları takip edebilmeyi, gene elleriyle işaret dili kullananları anlamayı ve braille alfabesini öğrenmiş.
harvard eğitimini finanse eden kişi, yakın arkadaşı mark twain tarafından tanıştırıldığı henry huttleston rogers adlı iş adamıymış. mark twain ile ise daima yakın arkadaş olarak kalmış. hatta, mark twain'i bir oda dolusu erkek içinden sadece içtiği purosunun kokusunu takip ederek bulabilirmiş.
hayatı boyunca bir süfrajet olarak kadın hakları üstüne makaleler yazmış, doğum kontrol yöntemlerine her kadının ulaşabilmesini savunmuş ve aynı zamanda savaş karşıtı görüşleriyle savaş yanlılarını zor durumda bırakmış. konuşma terapileri görerek bu görüşlerini kendi sesinden aktarmaya başlamış ve sonucunda, bu radikal görüşleri sebebiyle, rockefeller medyası makalelerine ve konuşmalarına yer vermemeye başlamış. bu yasağı da rockefeller medyasını diz çöktürene kadar protesto etmiş (başka bir tavır beklemiyordum zaten).
malnutrisyonu ve körlüğü engellemek için çalışmalar ve araştırmalar yürüten "helen keller international" adlı vakfı kurduktan sonra, kendisi gibi bir çok aktivist ile birlikte, dünyanın en büyük, en örgütlü temel insani haklar ve anayasal hakları savunma örgütü olan aclu'yu kurmuş.
yani, helen keller körmüş, lalmış, sağırmış ama bunlar sadece fiziksel engellermiş, mühim olan vicdanın engelli olmamasıymış, azimmiş, çalışkanlıkmış, diğerkamlıkmış, yılmamakmış, zor durumlarda dahi konuşabilme cesaretiymiş, özgüvenini fiziksel görünüşünden değil de eğitiminden ve başarılarından almakmış. muhtemelen hiçbirimiz, görüp, duyup, konuşup da, kadın hakları için, sağlık için, temel insani hak ve özgürlükler için onun kadar çok konuşmamış, eyleme geçmemişizdir.
tabii, o kadar anlattıktan sonra nasıl biri canlanıyor kafanızda bilmiyorum ama benim aklıma hep çocuk gibi sevindiği şu fotoğrafı geliyor. elinde tuttuğu saati takside unutmasından sonra, saat, bilinmeyen kişilerce bir rehineciye bırakılmış. rehineci de saati helen keller'a iade etmiş. 57 sene önce ona hediye edilmiş braille tasarım özel bir altın saatmiş.
söyleyeni entel gösteren kelimeler
-
(bkz: kartonpiyer)
çocukken ilk duyduğumda çok etkilenmiş ve günlerce cümle içinde kulanmak için fırsat kollamıştım.
140 journos'un osmanlı torunu videosu
-
5 dakikadan fazla dayanabilen bordo berelidir
şaka maka golf'ün 100 bin lira olması
-
2015 haziran ayının ortalarından itibaren otomobil severlerin yüzleştiği acı gerçek.
http://i.imgur.com/ygovpqo.png
95.100 liraya dayanan fiyatı ile premium olmayan bir markanın c segmenti aracı neredeyse 100 bin lira bandına oturmuş durumda. 2 bin lira maaş alan bir insanın tam 48 ayına tekabül ediyor. 48 ay fotosentez yapan bir insan, bu 4 yıllık süre sonucunda 1200 kg dolaylarında bir metal yığını elde ediyor. daha iyi ihtimalle düşünürseniz 4 bin lira maaş alan bir insan 24 ayda fotosentez ile bu aracı satın alabiliyor. fotosentez yerine yemek falan yemeyi tercih ederse bu süre 3000 yıla kadar çıkabilir.
insan gerçekten hayret ediyor.
türklere sorulan salak sorular
-
-sizin ülkede tuz yokmuş doğru mu?
-tuz ne?
mete gazoz'un tesla model y satın alması
-
bu adam olimpiyat şampiyonu yani bir spor dalındaki dünyanın en önde gelen sporcusu.debedeki 20 yıllık mühendis de tutmuş kendini bir işi kendi branşında dünyada en iyi yapan kişiyle karşılaştırıp ah vah etmiş debeye girmiş vay amk.tanım:dünyadaki 20 yıllık mühendislerin hepsinden daha iyi ok atıp ülkeye olimpiyat altını getiren kişinin elektrikli araç satın alması.
15 haziran 2015 cem küçük'ün aydın doğan'a salvosu
-
(bkz: cem küçük kim amk)
müşteriye yapışan tezgahtar
-
geçenlerde sırf empati yapabilmesini sağlamak amacıyla güzelce olanlarından bir tanesini evine kadar takip ettim.
beyoğlu karakolu'ndan yazıyorum şu an. ortam mis.
istiklal caddesi barok mimarisinden geçilmiyor
-
(bkz: sen geçme ulan ayı)
kek yapmaya çalışırken vakfıkebir ekmeği yapmak
-
vanilyanın fazla konulmasıyla alakalı olabilecek durumdur.
vanilya kekteki yumurta kokusunu kırmasıyla bilinir lakin keke sertlik kazandırır. trabzon vakfıkebir ekmeği yapıverebilirsiniz :'(
art nouveau
-
binayı masalsılaştırmanın akımıdır art nouveau.
dünya standart kalıplarda sıkışıp kalmıştır, ve bu sıkıcı dünyayı kurtaracak olan bir grup cengaver mitoloji 'dir, ortadünya'dır, bütün bunları dünyada canlandırmaya karar vermişlerdir.
(bkz: victor horta)
(bkz: hector guimard)
tabi ki (bkz: antoni gaudi)
(bkz: charles rennie mackintosh)
(bkz: otto wagner)
(bkz: joseph maria olbrich)
(bkz: friedensreich hundertwasser)
ve türkiye'den de ; (bkz: raimondo d'aronco)
gibi cevval, hayalperest ve cesur adamlar bu akımın öncüleri olmuşlardır. tabi onlara bu anlamda maddi finansman sağlayan ve sanatı gerçek anlamda takdir edebilmesini bilen kişileri/kurumları da unutmamalı.
memleketimizde istanbul'da maçka, tünel,nişantaşı, yıldız, gümüşsuyu semtleri civarlarında çeşitli örnekleri görülebilir.
(bkz: botter apartmanı)
(bkz: şeyh zafir türbesi)
ve çeşitli hanlar, çeşme/apartman türevi yapılar başta gelen eserlerdir.
art nouveau'nun günümüzde artık hakikaten hiç kalmamış olmasını, sadece eski binalarda gözlerimizi gönlümüzü açması, şu devirde mimari estetik anlayışının ortadan kayboluşunun veya mimari anlayışların ne derece fonksiyonellik ve ucuzluk arayışında boğulmuş olmasına bağlayabiliiriz. umarım art nouveau gibi güzel arayışlardan doğan güzel akımlar sokakları daha geniş kapsamda süslemeye başlarlar.