hesabın var mı? giriş yap

  • yaşadığım yerde pokestop yok, gym yok diyen arkadaşların artık ash gibi anasıyla bacısıyla vedalaşıp köylerini terk etmelerini gerektiren oyun.

  • görsel

    kız mı dersine çok iyi çalışmış? yoksa siz bu kızın tıp ile alakası olmadığını anlayamayacak seviyede misiniz ?

    ameliyata girip dikiş atması, belki daha bilinmeyen şeyler

    biz konudan anlamadığımız için eve tamirci çağırıyoruz, gelen adamın eksik iş yaptığından huylanıp tribe girip ulan bunun böyle olmaması lazımdı herhalde diyoruz, bu sefer işten anlayan birisi gelince, evet yanlış yapılmış kim bu usta? böyle kablomu bağlanır diyor.

    biz bile yeri geliyor anlamadığımız konularda bile huylanırken yıllarca bunun okulunu okuduk diyen siz nasıl anında durumun farkına varmıyorsunuz? hiç mi mesleki sohbet olmadı aranızda?

    eve boyacı geliyor , fırçayı tutma şeklinden bile hemen anlaşılıyor amatör olduğu.

    lise mezunu kız üç beş kitap okuyup, kendini zeki sanan adamlarla aylarca dalga mı geçti?

    o zaman tıp okumak zor değil?

    ya da…

    o bizim meslektaşımız diyip ( burda yine doktor olmadığını anlayamıyorsunuz) eksikliklerini hatalarını açıklarını görmezden gelerek meslektaşçılık yapıp ses çıkartmadınız? e bide karşıdaki kız olunca kapılar açıldı?

    irdelenmesi ve incelenmesi gereken çok şey var.

  • (bkz: 18 aralık 2012 odtü olayları)
    bingöl üniversitesi senatosu tarafından duyurulan basın bildirisinde geçen ifade.

    "(...) doğu ve güneydoğu üniversiteleri olmak üzere tüm üniversitelerimize çok önemli ve anlamlı destekler sağlaması takdirle karşılanması gerekirken, sayın başbakanımıza bu nevi muamelenin reva görülmesini doğru bulmadığımızı türkiye kamu oyu ile paylaşmak istiyoruz."

    bu bildirinin imzacılarından üçünün soyadı da baydaş. üniversite senatosundan;

    prof. dr. gıyasettin baydaş (rektör)
    prof. dr. burhanettin baydaş (üye)
    yrd. doç. dr. abdulvahap baydaş v. (üye)

    bu adamlar ağızlarına bilim lafı alıyorlar.

  • --- spoiler ---

    kasaba filminin çekildiği dönemler...tatil için yola çıkmıştım. filmi epey merak ediyordum.''bakayım, ne yapılıyor?'' diye içimden geçirerek sete uğradım. üç beş gün kalır, yola devam ederim diyordum ama epey zaman sette kaldım. ilk kez o zaman tanıştık mehmet emin'le.

    çok neşeli, çok heyecanlı bir adamdı. aklındakileri coşkuyla bağırarak anlatırdı. sürekli etrafını gözlemleyen, gözlemlerinden komik enstantaneler çıkaran, bunları da anlatıp kahkahalar patlatan bir adam... neşesiz olduğunu çok az gördüm. sıkıntılı zamanlarında bir köşeye çekilir, kendini göstermez, konuşmaz ve suratını asardı. bana biçtiği rol de abilik rolüydü bir nevi. filmlerdeki çalışmalar esnasında beni sevip sayar, sözüme kıymet verirdi.

    ankara film festivali'nde seçici kurul ikimize birden özel ödül verecekti. ben zaten ankara'da yaşıyordum, ama tantanadan çok hoşlanmadığım için festivale pek takılmıyordum.

    mehmet emin'in ankara'ya geldiğini biliyordum. festivalin son günlerinde, ölümünden iki gün önce, eşiyle birlikte bize oturmaya geldiler. o akşam her zamankinden daha neşeliydi. festivalle ilgili komik şeyler anlatıyor, ardı ardına komik şeyler patlatıyordu. biraz takılayım dedim mehmet'e. daha önce antalya film festivali'nden bir ödül almıştı, o ödülün de desteğiyle mehmet'i biraz rahatsız etmek istedim. ''nedir bu halin? bu ödüller seni uçurdu be mehmet!'' dedim. ''abi'' dedi: ''sabahtan beri ben ne anlatıyorum, dalga geçiyorum bu festivallerle, bu komedilerle, duymuyor musun?'' mahsustan açtığım bir konuydu ama çok güzel savunmuştu kendisini. mehmet ödüllerin büyüsüne kapılıp, havalara girecek bir adam değildi. o gece de bana bu durumu çok güzel izah etti. ödüllerin gelip geçici olduğunu biliyordu. memleketinde bir işi vardı, seramik fabrikasında çalışıyordu ve yaşadığı kasabayı da seviyordu. kasaba filmindeki kahraman gibi ''ben çıkayım, büyük şehre gideyim'' gibi bir derdi de yoktu.

    epey oturduk o akşam evde, üç beş saate kadar... kalkmaya yakın ''ne zaman dönüyorsunuz?'' diye sordum. yarın bütün gün festivalde olduklarını, gece de yola çıkacaklarını söyledi. '' sabaha da eve varırız abi '' dedi. o an içim cızz etti, içimde tuhaf bir korku ve ürperti hissettim. kasaba ve mayıs sıkıntısı'nın çekimlerinde fark etmiştim; mehmet'in arabalara karşı büyük merakı vardı. araba kullanmayı çok seviyordu. fakat bana göre; son derece atak ve kötü araba kullanıyordu. zaman zaman benden araba istediğinde, isteksizce verirdim arabamı ve uyarırdım mehmet'i: ''mehmet sen hiç hoş araba kullanmıyorsun, dikkatsiz kullanıyorsun, lütfen daha dikkatli ol! diyerek. içimde her zaman bir korku vardı. o akşam da ''gece araç kullanacağım'' deyince yeni de araba almıştı, sanki içime doğmuş gibi ''yapma, uykusuz uykusuz bu kadar yol gidilir mi? bütün gün yorgun olacaksın, gitme!'' deyivermiştim.

    aradan iki gün geçmişti ki, öğlen vakti telefonum çaldı. sadık incesu arıyordu: ''haberin var mı?'' dedi, ''yok'' dedim. sesi çok kötüydü. kötü bir haber vereceği içime doğmuştu: ''ne oldu?'' diye sordum ''mehmet emin'' dedi, başka da bir şey demedi. ''trafik kazası mı yaptı?'' ,''evet'' , ''yaşıyor mu?'', hayır dedi, sadık.

    o an iki gün önce evimizde yaptığım konuşma aklıma geldi: mehmet'e gösterdiğim tepkiyi düşündüm. malum keza gerçekleştikten sonra yıllar geçse de, o an hep aklımda kaldı. kendime sorup durdum: '' neden mehmet'i vazgeçirmek için daha fazla çaba göstermedim?'' diye... cenazesi için yenice'ye gittik. epey bir kalabalık vardı. defnedildikten sonra herkes dağıldı. sonra başkalarından duydum, mezarının başında genç bir arkadaş; başını ellerinin arasına almış, çömelmiş, uzun süre de kalkamamış mezarı başından. o kişi mehmet emin'in ankara'dan dönüşte arabada birlikte seyahat ettiği çocukluk arkadaşıymış. o da o sırada ankara'daymış, çan'a dönmek için birlikte yola çıkmışlar. mehmet dönüşte eşini eve bırakmış. arkadaşı ''ben giderim'' diye ısrar etmesine rağmen, mehmet onu yenice'deki evine bırakmak istemiş: ''buraya kadar beraber geldik, seni evine ben bırakacağım'' demiş.

    mehmet emin çok dost canlısı, arkadaşları için fedakarlık yapmayı seven bir çocuktu. o gece de ''yorgunsun, eve git'' ısrarlarına rağmen, arkadaşını yenice'deki evine bırakmış. dönüşte de yorgunluktan uyuyakalmış ve malum kaza işte böyle gerçekleşmiş.

    mehmet emin dostları için yaşayan, cesur ve gözü pek bir çocuktu. küçüklüğünde de mahallede kendisinden yaşça küçük olanların hamiliğini yapar, onları koruyup kollarmış. bana hep anlatırdı; balıkesir'de iki yıllık pazarlama bölümünde okurken en büyük derdi arkadaşları için girdiği kavgalarmış, daha çok da kız arkadaşlarını korumak için kavgalara girermiş. silah ve bıçakların çekildiği kavgalar anlatmıştı bana, ciddi ciddi başını belaya soktuğunu da söylüyordu. anlattığına göre bütün bu kavgalara da çevresine abilik yaptığı için giriyordu.

    uzak filminin çekimleri sırasında, sahnemin olmadığı bir akşam yanıma geldi.hafif buruk ve sıkılmış bir hali vardı. ''ne oldu mehmet?'' dedim. ''abi sorma, öyle bir sahneydi ki altından kalkamadım.'' dedi. bahsettiği sahne tramvaydaki taciz sahnesiydi; tramvayda yan yana oturduğu kıza bacağıyla sürtünmesi gerekiyordu. çekimler esnasında çok rahatsız olduğunu, sürekli terlediğini söyledi ve: ''bugüne kadar rol aldığım en zor sahneydi.'' dedi. çünkü mehmet emin'e çok tersti bu tip şeyler...

    mehmet emin söz konusu olunca ''neden o gece tembellik yaptım da mehmet emin'i caydıramadım?'' diye düşünürüm. yıllar geçse de, o an içimde hep acı bir keşke olarak durur.

    --- spoiler ---

    muzaffer özdemir'in iç burkan yazısı.

  • annesine sorarsanız şımarık ya da yaramaz değil hiperaktiftir. zaten hiperaktivite bulunalı eşşekler çoğaldı. hanım hanım o çocuk hiperaktif falan değil bildiğin şımarık. ne pis insanlarmışsınız mına koyim.

  • tumblr vakitlerinde, siteden bir arkadaşım vardı. o sıralar metalci ve rockçıyız (bkz: rockçı serpil). bu kız da öyle bi bayandı ama onun benden farkı, abd'de yaşamasıydı ve ikimiz de eşit derecede gerizekalıydık. abd'de yaşadığı, gotik makyajıyla 10 yaş birden attığı için 14 yaşında olmamız sorun değildi. (bu anlatacağım olay, biz 14 iken gerçekleşmiş ama bunu bana anlatırken ikimiz de 16'ydık)

    bu, groupielerle arkadaş olmuştu ve o sıralar rammstein'a hastaydık. groupie arkadaşlığı ve kimsenin sorgulamaması sayesinde after party midir nedir grubun takıldığı ve partinin başlangıcının gerçekleştiği backstage'e öyle girmiş yani. çok iyi hatırlıyorum, richard kruspe abinin gerçekte de ne kadar karizmatik ve iki kolunda da kadın olduğunu anlatıyordu, gizlice çekilmiş kötü bir fotoğraf hariç hiçbir kanıt yoktu ama o yetmişti.

    till abimizin ortamdaki en saftirik kız olan ona dikkatlice baktığını, onun yanında kadın olmadığını, gece boyunca bakışlarını üstünde hissettiğini söylemişti. sonra da lavaboya gittiğinde till abi de peşinden gelmiş, bununla siqqo romantik filmlerdeki gibi öpüşmek üzerelerken “lütfen gitmeme izin ver” demiş ve till lindemann da hemen gitmesine izin vermiş, kız da dışarı çıkmış. aslında bunu yapmak istemiş de on dört yaşında olduğu için cesaret edememiş.

    ben ilk defasında “hangi wattpad kitabı bu rofl” diye dalga geçmiştim ama bir gün geldi, bir aydınlanma anıyla “kız haklıydı galiba lan” diye bi uyandım.

    o zamandan sonra hiçbir ünlü müzisyene özel bi ilgim olmadı. yani severim de öyle posterini duvara asma durumu yok (ben jimmy page'e aşıkken de yoktu. binaenaleyh bizim duvara poster asma iznimiz yoktu, varsa yoksa posta ders çalışma programı pü).

    şu an, gerçekleşmeyen karşılaşmalar için çok dua ediyorum yüce rabbime. ortam çok fena müsait olsaydı da batuhan mutlugil'le tanışıp groupie havalarına girseydim ve batuhan mutlugil kafasını sola doğru kırk derece eğip “ne spastik gibi davranıyor bu trabzon ekmeği” diye beni backstage'den kovsaydı ben bunun travmasını atlatabileceğimi sanmıyorum, yo dostum, özgüvenim daha öyle esnek ve dayanıklı değil.

    neyse işte, ondan sonracığıma bu arkadaş tumblr'da ismi doxx edilince ortadan kayboldu, blogunu da kapattı. benim de bir ingilizce pratiği yaptığım arkadaşım eksildi. ama sanıyorum ki bir dahaki turnede bu arkadaş richard kruspe ile işi pişirdi… şerefsizin aklında hiç till abi yoktu zaten, richard abi'yi bedava baklava görmüş eminönü sakini gibi anlatırken till abiyi istemem yan cebime koy gibi anlatıyordu, till abi'yi biraz mal gördüğünden zaar.

    iddia değil bunlar. yüzde doksan beş gerçek. ama o kadınlar da az kancıklık yapmamıştır buraya mührümü basıyorum.

    peşin ekleme: erkek değilim, kadın düşmanı hiç değilim. bu gerizekalıların imkanı olmayan ve çirkin olduğu içün grupi bile olamayacak ama aynı mindsetine sahip çok hareketli bir kız çocuğu idim.

    yüce rabbime beni late bloomer eylediği için minnettarım. yoksa beni mutlugi-

    edit: anlam bozukluğu

  • genç evlilerdeki olağanüstü kıroluk'un bir sonraki level'ıdır.

    "hadi çocuk yaptım beni takdir et" diye beklerler sanki bana yapmışlar gibi!

    edit: sorun çocuk doğurmaları değil, sorun bunu köpürtmeleri. tabii ki annelik, anne olmak dünyanın en güzel duygusudur. "kediler köpekler ana olmasın" der annem. en uysal havyan bile yavrulayınca alacaklar korkusuyla nasıl da sahiplenir ve vahşileşir.

    çocuk doğurdun diye ilk yaptığın geceden son dakikasına kadar log tutman, ifşa etmen ve başkalarının kafasını şişirmen gerekmiyor.