hesabın var mı? giriş yap

  • eyfel kulesi çok kötüydü yarısına kadar çıktımcılar derneği başkanı kendi yarı sahasından bildirdi.

    kendisi tam manasıyla komedyen değildir. ilk amacı güldürmek hiç değildir. bir de trajedi nedir bilmek gerek.

    güldürü unsurları sadece yüz kaslarına değil, soğancığa da hitap etmelidir.

  • cikis tarihi ile ilgili celiskili hikayeler ortalikta dolansa da baslangic amaci tahmin edilenin aksine anneler gununu taklit etmek degildir. 1900'lerin basinda virginia'da bir maden cokmesiyle cogu baba olan yaklasik 300 kisi hayatini kaybetmis, bir sonraki yil kilise kazada olenleri anmak adina bir gun duzenlemistir.
    ilerleyen yillarda bu gunde kazada olenlerden cok babalar anilmaya baslamis, 1910'lu yillarda ise dodds adli bayanin calismalariyla babalar gunu cok daha genis kitlelere ulasmistir. dodds savas gazisi babasinin 6 cocugunu annesiz buyutmesini hayranlik icerisinde yasamis ve tum babalarin bu gunde anilmasi icin elinden gelen cabayi sarfetmistir. ilerleyen yillarda gun belediyeler tarafindan taninmis, unu meclise kadar uzanmistir.
    amerika baskani ilk olarak 1924 yilinda resmi bir aciklamayla gunu kutlamis ve ulke capinda bilinip anilmasini saglamistir. 1966 yilinda ise baskan lyondell haziranin ucuncu pazar gununu resmi olarak babalar gunu ilan etmis ve resmi takvime eklenmesini saglamistir.
    dananin kuyrugu bundan sonra kopmus ve babalarin cocuklariyla olan baglarini guclendirmeyi amaclayan gun kisa zaman icerisinde alisveris takvimindeki yerini almistir. ici bosaltilmis anneler gunu gibi babalar gunu de vitrinlerde indirimlerle anilir olmus, buyuk firmalar reklam butceleriyle gunun bir baska materyalist alisveris sebebine donusmesini saglamislardir.
    2003 yilinda babalar gunu alisverisleri anneler gununu yakalmis(en azindan amerika birlesik devletlerinde) ve ortalama $100 alisverisle magazalarin voleyi vurmasini saglamistir. cicekcilerin pek isine gelmese de ozellikle alet edevat, kravat, saat, kalem gibi urunlerde satis patlamasina sebeb olan gun ulkemizde de terlik, pijama, gomlek satislarinda belirgin artisa sebeb olmaktadir.

    babalar gunu satis potansiyeli sayesinde dunyanin bircok ulkesine sicramis ve takvimlerde yerini almistir. diger onemli gunlerde(anneler gunu, sevgililer gunu) oldugu gibi carsaf carsaf gazete ilanlariyla gozumuze sokulmakta ve hediye olmasa bile kucuk bir kart almayi vacip kilmaktadir.

  • bana birgun bir tanesi boyun ne cok uzun, ne cok kisa ne guzel birbirimize uyuyoruz demisti. sevinmistim o zaman tabi. kiz kalkti eski sevgilisine geri dondu aylar sonra. neyse bunlari birlikte gordum gunun birinde. herifin boyu uzun. o an kafamda cakan simseklerin tek sebebi bana soyledigi sozlerdi. meger beni onunla karsilastiriyormus. ulan hicbirseye degilde buna uzuldum aylarca. gerci eminim ona da beni anlatmistir. eski sevgililerin karaktersiz olmasi doganin bir kanunu bildiginiz gibi.

  • kendisine sorduğum her soruya merhaba, günaydın diyerek başlıyorum, teşekkür ederim diyerek bitiriyorum ki yarın makineler gezegeni ele geçirip insanlığa hükmederse lebram bana iyi davranmıştı desin, işkence filan etmesinler.

  • oyuncu profesyonelce uyguladığı oyun içi sertliğinin ve oyun içi çirkefliğinin yanında hakemin görmediği anlarda oyun dışı çirkefliğe de mi başvuruyor? öyleyse güney amerikalı.

    oyuncu profesyonelce oyun içi sertlik uygularken bu sertliği pozisyon içinde çirkeflikle de mi süslüyor? öyleyse avrupanın akdeniz kıyılarından, muhtemel portekiz veya italyan pasaportlu.

    oyuncu profesyonel olmanın verdiği sorumluluğun ve futbol kurallarının izin verdiği ölçüdeki sertliğin dışına çıkmıyor mu? öyleyse orta veya kuzey avrupalı.

    oyuncu bütün profesyonel görüntüsüne rağmen, aniden dellenip, tüm dünyanın izlediği bir maçta hakeme kramponunu sallama potansiyelini mi barındırıyor? o zaman anadolu çocuğu. sen, ben, biz. vakti zamanında tarhana içtiği belli. sıcak, içten ve samimi.

  • "oğlum 7 aylıktı, nisan ayı...

    benim evi sanırım, ev gibi hissettiğim zamanlar. nereden hatırlıyorum; salonun bir köşesinde saksı çiçekleri var. rahmetli kayınpederim benimle yaşıyor, yarı felçli. çok şık bir adam. zar zor yürüyor, titreye titreye iniyor merdivenlerden, pastaneye gidip çay içiyor, dönüşte mutlaka bir çiçek alıp geliyor. çok zarif bir adam, yattığı yerler nur dolsun. belki karısına, çocuklarına çok çektirmiş ama beni seviyor. ben de onu.

    salonun bir köşesinde oğlumu emziriyorum ve telefon çalıyor. oğlumu koltuğa bırakıp telefona bakıyorum. telefonda ablam;

    -babam iyi değil, yoğun bakımda. doktor, çocuklarını çağırın dedi. gel...

    diyor. gel dediği yer, istanbul dışında. ama o an aklımda sadece "babam iyi değil" cümlesi yankılanıyor, bu istanbul dışılık endişesi dışında. eşim evde, ne olduğunu soruyor, anlatıyorum ağlamadan. "babam iyi değilmiş, ablam çağırıyor, babam yoğun bakımdaymış" dedikten sonra salıyorum çeşmeleri. hiç hareket yok. "bakarız" diyor.

    "bakarız..." işe gidiyor, deli tavuk gibi dolaşıyorum evde, ne yapacağımı da bilmiyorum. hapisanede gibi yaşıyorum zaten, tek başıma bakkala markete gidemezken, şehir dışına çıkma endişesi sarıyor her yanımı. "babam gidicem, doktor çocukları gelsin demiş, niye bekliyorum ki?" diye kara kara düşünüyorum. hava bir açıyor, bir kapıyor. ablam bir daha arıyor;

    -gelmeyi düşünmüyor musun? durum ciddi, beyin kanaması geçirdi ve durumu çok kötü!

    annemlerde kimse yok, sanki kocaman şehirde tek başıma kalmışım gibi, ne yapacağımı bilmez bir vaziyette, rutin yaşamaya çalışıyorum. oğlumu emziriyor, altını değiştiriyor, gülen yüzüne bakıp, gülmeye çalışıyorum. ama, kafam allak bullak. bir şey eksik ? saat, akşam sekize doğru eşim geliyor. sormuyor hiç, şaşırmıyorum ama daha fazla dayanacak halim yok.

    -ben gidicem!

    diyorum. o mutfağa girip, bir bardak rakı doldurup içiyor ve;

    -bekle!

    diyor.

    bekliyorum... saat 12'ye doğru, çıkıyoruz evden, o? o zil zurna sarhoş, ben korkak... benimle gelmesini istemiyorum, çünkü, ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyorum. hem zaten gezmeye de gitmiyorum ki. babam, babam iyi değilmiş, doktor çocukları gelsin demiş. belki bir daha görmem... korkuyorum... oğlum kucağımda, o, söylene söylene çıkıyoruz. yarım saat geçiyor belki babam yok artık, bilmiyorum... bir şey eksik...

    bilet bulamıyoruz. eve dönüyoruz. o, o söyleniyor... bir şey eksik. belki babam? bilmiyorum kocaman bir eksik var ve gittikçe büyüyor. ağlaya ağlaya eve giriyorum. oğlum kucağımda uyuyor. onu yatağına yerleştirip yatak odasına geçiyorum. o, o hala sarhoş ve daha da öfkeli. yatağın ucuna oturup, yüzümü ellerimin arasına saklayıp sessizce ağlıyorum. kapının sesini duyuyorum, içeri attığı adımlar karışıyor sessiz ağlayışıma. tam önümde duruyor ve hala bir şey eksik. bir eliyle kolumdan tutup ayağa kaldırıyor beni... karşı karşıya duruyoruz. gözlerim kızardı biliyorum, yanıyor çünkü. hala eksik, hala eksik...

    bir adım atıyor geriye, elini saçlarıma uzatıyor. oda loş, gözlerini seçemiyorum, gözlerim yanıyor. eksik, eksik... saçlarımı kavrıyor elleri, işte o an göz göze geliyoruz. gözlerinde, hayasız bir parıltı var, içinde ateş var ve öfke. kavradığı saçlarımın kökleri acımaya başlıyor, yanmaya... suratımın orta yerine bir tokat iniyor...

    -gecemi mahvettin!!

    hayatımda ilk defa duydum bu sesi aslında. kafama yumruk attığında. hani şu çizgi romanlardaki "çtönk!!" sesi varya, işte onu duydum kafamda.

    "hayatımı mahvettin" dedi içimde bir ses. işi bittikten sonra, odadan hırsla çıkarken o. eksik bir şey var bu hikayede ki, hala eksik..."

    bu hikayenin ekisiğidir sefkat. daha belki kaç hikayenin. o yüzden gördüğüm zaman aptala döner, çocuklaşırım...

  • üsteğmen: içinizde elektrik mühendisi varsa bir adım öne çıksın?
    ksd acemi asker: emret komtanım
    üsteğmen: bundan sonra koğuşun ışıklarının açılıp kapanmasından sen sorumlusun!
    90 tane ksd er: kıs kıs kıs
    üsteğmen: ulan yıllardır bu espriyi yapmayı bekliyodum.
    90 tane ksd er: puhaaahah