hesabın var mı? giriş yap

  • 19 parça kahvaltılığın 750 tl olmasından ziyade bunun bir lüks olarak görülmesi çok daha üzücü bence.insan gibi yaşamayı ne zaman gerçekten isteyeceğiz acaba

  • başlangıçta hadronları tanımlamak için türetilen ama daha sonra genel görelilik ile kuantum mekaniğini birleştirme yolunda daha önemli hâle gelen teori. hadronların, evrenin temel kuvvetlerinden biri olan güçlü nükleer kuvvetin etkisi altında bir arada tutulan kuarklardan oluşan parçacıklar olduğu notunu da buraya düşeyim.

    okuması kolay olsun diyerek birkaç başlık altında toplayarak yazmayı uygun buldum.

    1- sicim teorisine neden ihtiyaç duyuldu?

    aslında bize, parçacıkların dünyasını oldukça iyi bir şekilde açıklayan standart modeli kazandıran bakış açısı, genel bir yaklaşımdan ibaretti. atom altı parçacıklar gözle görülemeyecek kadar küçük olduğundan, bilim insanları bunları noktasal birer yapı olarak kabul etmiş ve araştırmalarını bu kabul üzerinden yapmıştı. bu yaklaşım bir noktaya kadar oldukça iyi sonuçlar elde edilmesini sağlasa da her şeyi sorunsuz şekilde açıklamaya yetmedi.

    bilim insanları bu yaklaşımı bir parça değiştirerek işin nereye varacağını, sorunların çözülüp çözülemeyeceğini merak ettiler ve maddenin en küçük yapı taşını noktasal parçacıklar olarak değil, ince, iplik benzeri yapılar -yani sicimler- olarak kabul ettiler. buna göre; bir noktaya kıyasla daha karmaşık bir yapı olan sicimlerin uzaydaki boyutlar içerisindeki titreşim hareketleri, daha önceden varlığını kanıtladığımız parçacıkların oluşmasını sağlıyordu.

    bir kemanın yaylarına dokunmadan ondan ses çıkaramayız. sicimler de bunun gibidir. durup dururken titreşip bir parçacık oluşturmazlar. ancak yeterli enerji ile uyarıldıklarında titreşmeye başlarlar. yine bir kemana benzetecek olursak; her farklı yayda ve her farklı frekanstan kaynaklanan farklı notalar gibi, sicimlerin de farklı titreşimleri sonucunda farklı parçacıkların oluştuğu düşünülüyordu.

    dediğim gibi, başlangıçta maksat hadronları tanımlayabilme çabasıydı. ancak teori bu alanda pek başarılı olmadı. onun yerine, farklı bir alandaki bazı sorunlara çözüm olabileceği görüldü.

    2- sicim kuramının kuantum ve görelilik ile alakası ne?

    yukarıda "farklı bir alandaki bazı sorunlar" şeklinde bahsi geçen sorunlar, bu başlıktaki sorunun cevabıydı. evrende 4 temel kuvvet (elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, zayıf nükleer kuvvet ve kütle çekim kuvveti) olduğu kabul ediliyor. bunlardan, parantez içindeki ilk 3 tanesi, kuantum mekaniğiyle uyumlu. ancak kütle çekim kuvveti, makro boyutlu yani çok büyük cisimler ve geniş mesefaler için güzel sonuçlar verse de, atom altı dünyasındaki aşırı derecede küçük cisim ve son derece yakın mesafelerde anlamsız sonuçlar veriyor.

    makro dünyadaki son derece başarılı sonuçları nedeniyle genel göreliliği ve kütle çekimini yanlış kabul edemiyoruz. kuantum mekaniği de yine birçok alanda güvenilir sonuçlar verdiği için bunu da yanlış kabul edemiyoruz. ancak bunlarda bir eksiklik olduğu belli. dolayısıyla bu ikisini uzlaştıracak bir çözüm gerekli. işte sicim kuramı bu çözüm olabilir.

    ...mi acaba?

    3- sicim teorisi çöpsüz üzüm mü? hiçbir sorunu yok mu?

    özellikle başlangıç aşamasında oldukça büyük bir sorunu vardı: takyonlar. bunlar basitçe, ışık hızından daha hızlı hareket eden, sıfır ya da negatif kütleli teorik parçacıklar. bu "hayali kütle" durumu, sicim teorisinde bir istikrarsızlık, hatta daha doğrusu bir hata olduğunun göstergesiydi.

    bir başka sorun daha vardı: bu kez kütlesiz bir parçacık söz konusuydu. ancak bunun da spini 2 olmak zorundaydı ki bu pek de bugüne dek gözlemlediğimiz parçacıklarla uyuşan bir durum değildi. dolayısıyla bu sorunlar, hadronları sicim teorisiyle açıklama fikrinin rafa kalkmasına neden oldu.

    4- peki bu sorunlara çözümümüz var mı?

    bu noktada birkaç bilim insanı, takyonları dışlayan ve normal spinli parçacıkları içeren yeni bir matematiksel keşifte bulundular: süper sicimler! teoriyi takyon illetinden kurtarmasının yanı sıra, spin-2 sahibi olan ilginç parçacığın da aranan kayıp bir parçacık olabileceğini fark ettiler: graviton. peki nedir graviton?

    evrenin temel kuvvetlerini yukarıda saydım. bunların hepsi belirli parçacıklar aracılığıyla etkileşimde bulunurlar. elektromanyetik kuvvetin taşıyıcı parçacığına foton diyoruz. güçlü ve zayıf kuvvetlerin taşıyıcı parçacıkları sırasıyla gluonlar ve bozonlardır. bu parçacıkların varlığına dair çok sayıda gözlemsel kanıt varken, kütle çekim kuvvetinin taşıyıcı parçacığına ilişkin herhangi bir iz yoktu. dolayısıyla spin-2 eğer graviton ise bu durumda hem takyonsuz hem de kayıp parçayı içeren bir sicim teorisi bulunmuş oluyordu ki bu da harika bir gelişmeydi.

    5- fazladan boyutlar nereden çıktı?

    biliyoruz ki evrenimizde -en azından- 4 boyut mevcut. bunlardan 3 tanesi koordinat sisteminde yer belirtebilecek özellikte olan uzay boyutu iken 1 tanesi de zaman boyutu. peki ya evrende, bizim algılayamadığımız başka boyutlar varsa?

    süpersicim teorisi evrenin 3+1 değil 9+1 boyuttan meydana geliyor olması durumunda doğru çalışıyordu. daha eski bir sicim kuramı versiyonunda 26 boyuttan bile söz ediliyordu ancak doğru boyut sayısı 10'du çünkü bundan daha az ya da daha çok boyutta, fiziksel anlamda "saçma" ve anlamsız sonuçlar ortaya çıkıyordu. yukarıda 3 no'lu başlıkta değinmediğim bir anomali sorunu da vardı sicim teorisinin ve süpersicim teorisi, 10 boyutta bu anomalilerin de matematiksel olarak ortadan kalktığını gösteriyordu.

    6- diyelim ki 10 boyutlu bir uzaydayız. o zaman neden sadece 4 boyuttan bahsedebiliyoruz?

    eğer bahsi geçen ek boyutlar gerçekten varsa fakat bunlar bizim algılayamayacağımız kadar küçük, kuantumsal ölçeklerde kıvrılıp kalmış ve bildiğimiz 4 boyut kadar uzayamamışsa, bunları görmüyor olmamız normal. etkilerini ise dolaylı olarak ölçebiliriz ama zaten sicim teorisini kesin bir yasa gibi değerlendiremiyor oluşumuzun nedeni, bunu dolaylı ya da doğrudan ölçme konusundaki yetersizliğimiz.

    başlangıçta bu ek boyutların kıvrık şekilde var olması, başka bir sorunu daha tetikliyordu. temel kuvvetlerden olan zayıf nükleer kuvvetin parçacıklara karşı olan davranışlarındaki farklılıktan bahsediyorum. burada detayına girmeyeceğim ama parçacıklar "sağ elli" ve "sol elli" parçacıklar olarak ikiye ayrıldığında ve biz 6 boyutun kıvrık şekilde var olduğunu kabul ettiğimizde, bugün zayıf kuvvet etkileşimlerinde gözlemlediğimiz durumu gözlemleyemiyor olmamız gerekiyordu. daha basit bir ifadeyle; eğer 6 kıvrık boyut varsa bu durumun sonucu, gerçek gözlemlerle uyuşmuyordu.

    fizikçiler bu duruma da bir çözüm bulmakta gecikmedi: calabi yau uzayları. bu matematiksel yapı, 6 boyut kıvrıldıktan ve geriye tam da evrenimizdeki gibi algılanabilir 4 boyut kaldıktan sonra, yukarıda bahsettiğim sağ ve sol elli parçacık ayrımını da yapabilen bir zayıf nükleer kuvvete izin veriyor.

    7- her şeyin teorisi olayın neresinde? bu iki teori aynı şey mi?

    aslında sicim kuramı her şeyin teorisi olmaya aday bir kuram olarak ortaya çıktı. 3 temel kuvvet ile kuantumu uzlaştıran kuram, büyük birleşik kuram olarak adlandırılırken, kütle çekiminin de buna dahil olması durumunda kuram bu kez her şeyin teorisi olarak isim değiştiriyor ve bize evrenin tüm sırlarının açılacağı inancını aşılıyordu.

    8- sicim teorisi doğruysa parçacık temelli standart model yanlıştır diyebilir miyiz?

    elbette hayır. başta da söylediğim gibi parçacıklar, sicimlerin titreşimiyle oluşur. aralarındaki fark yalnızca planck ölçeği boyutlarında fark edilebilir.

    9- gözlemsel kanıta neden ulaşamıyoruz?

    günümüzde parçacık hızlandırıcı tesislerde çok sayıda yeni parçacık keşfettik. fakat sicim teorisinin öngördüğü parçacıkların kütlesi, keşfettiklerimizle kıyaslandığında devasa boyutlarda. dolayısıyla sahip olduğumuz hiçbir hızlandırıcı, bu kadar büyük kütleli parçacık oluşturabilecek enerji üretme yeteneğine sahip değil. evrenin kendisi, özellikle büyük patlama döneminde bu derece büyük bir enerji üretebilir ama dünya üzerindeki bir laboratuvarda bunu yapmak pek de mümkün değil. en azından şu an için...

    bir başka sorun daha var. az önce bahsettiğim calabi yau uzayları adı verilen sıkıştırılmış uzaylardan yalnızca bir tanesinin, gözlemlerimizle uyuşan evrene karşılık geleceği umuluyordu. ancak görüldü ki evrenimizi açıklayabilecek calabi yau modellerinin sayısı devasa bir büyüklükte. bu modellerden hangisinin doğru model olduğunu seçmek pek mümkün görünmüyor. eğer ilerleyen yıllarda herhangi bir eleme nedeni bulunamaz ve bunlardan çok büyük bir kısmı elenemezse, bu bilinmezlik durumu varlığını sürdürecek demektir.

    üçüncü bir sorunumuz daha var: çok daha hafif kütleli parçacıkların var olması gerekliliği. sicim kuramı modellerinin çoğunda, bugün gözlemlediğimiz ve üretilmesi için düşük enerjiler kullandığımız parçacıkların çok daha fazlası yer alıyor. fakat gözlemsel olarak bunların varlığına rastlamadık. dolayısıyla öngörülen ama gözlenemeyen bu parçacık setlerinden hangisinin doğru olması gerektiğini bilme şansımız da şu an için yok.

    illa ki değinmeyi unuttuğum yerler olmuştur ama bu kadar kapsamlı bir teoriyi 1 entry ile baştan aşağı açıklamak da zaten olacak iş değil.

  • silmiş tweeti angut. millet ekmek bulamıyor, bu angut milletin parası ile gösteriş peşinde.

  • kız çok tatlı ama sorulan sorular aşırı saçma. bir de soru sormadan karşıdaki kişinin lafını bitirmesini beklemesi lazım arkadaşın.

  • bir diğer adı somerton'daki adamın gizemi.

    1 aralık 1948'de sabat 6.30'da avustralya, adelaide'nin somerton sahilinde bir ceset bulunuyor.
    40-45 yaşlarındaki ingiliz görünümlü bir adam. önceki gün / gece oldukça sıcak olmasına rağmen, üzerinde kalın giysiler var. bütün elbiselerinin etiketleri eksik (yok), ve şapkası yok (bu 1948'de takım giyinen herkesin şapka takması dolayısıyla ilginç bir detay). kimliği yok ve diş izlerinin kayıdı yok. ciğerleri tıkanmış, kalbi tıkanmış, dalağı normalden üç kat büyük. otopsi sonucunda zehirlenerek öldüğüne kanaat getiriliyor, ancak zehrin ne olduğu bilinmiyor.

    14 ocak 1949'da (45 gün kadar sonra) adelaide istasyonunda bir kahverengi çanta bulunuyor, bu çanta 30 kasım sabah 11 civarlarında kayıt edilmiş. çantada kırmızı ekoseli ceket (cüppe), terlik , iç çamaşırı vb günlük eşyanın yanısıra tornavida, fırça, ufaltılmış bıçak, makaslar var.çantada ayrıca barbour marka ipliğe ait bir kart var bu iplik cesedin ceplerindeki dikişlerde kullanılan ipliğin aynısı. ve yine çantadaki elbiselerin çoğunda etiket yok, ancak polis bir kravatta "t. keane", çamaşır çantasında "keane" ve bir atlette "kean" ismini ve bazı kuru temizlemeci kayıtlarını (rakamlar) buluyor. polis elbiselerin etiketlerini söken kişinin keane etiketlerini kasıtlı olarak bıraktığını, ölü adamın adının keane olmadığını bildiğine kanaat getiriyor.

    t. keane isminde kayıp biri olduğuna dair bir bilgi bulunamıyor, kuru temizlemeci kayıtları hiçbir yer ile uyuşmuyor. zaten çantadaki bazı dikiş türlerinin sadece amerika'da kullanılmasından dolayı adamın amerika'dan geldiğini düşünüyorlar. tüm bunların sonrasında polisin oluşturabildiği senaryo : bu adamın gece aşırı melbourne - sydney - port augusta üçlüsünden birinden tren ile geldiği, şehir hamamında (city baths olarak geçiyor böyle çevirdim) yıkanıp traş olduğu, henley sahili istikametine 10.50'ye bilet aldığı, bir nedenden dolayı o treni kaçırdığı, glenelg otobüsüne binmeden önce çantasını tren istasyonuna bıraktığı.

    otopsiyi yapan doktorlardan biri cesedin ayakkabılarının bütün gün glenelg'de dolanan birine göre fazlasıyla temiz olduğunu söylüyor, bu da cesedin öldükten sonra sahile getirildiği düşüncesini destekliyor, zira zehirlenmenin iki ana işaretine (kusma ve kasılma) cesette rastlanamamıştı.

    olay ile ilgili en ilginç kısım ; otopsi sırasında giyside gizli bir cep bulunuyor, bu cepte, üzerinde "taman shud" yazılı bir kağıt bulunuyor. bu deyiş "bitti" "tamamlandı" anlamına gelen, omar khayyam isimli the rubaiyat isimli şiir kitabının son sayfasında kullanılan bir cümle. polis bu kitabın bütün kopyalarını aramaya başlıyor, kağıdın fotoğrafı gazetelerde yayınlanıyor.
    ve arabasını 30 kasım'da glenelg'de kapıları kilitsiz halde parketmiş bir adam, bu kitabın ilk baskılarından birini arabasının arka koltuğunda bulduğunu polise bildiriyor. gazetde gördüğü fotoğraf / haber üzerine geldiğini söylüyor. adamın kitabındaki son sayfada "taman shud" kelimeleri eksik, mikroskopik araştırmalar kağıdın bu kitaptan yırtıldığını doğruluyor. kitabın arkasında (kalemle yazılmış) büyük harflerle şöyle yazıyor : (fotoğraf daha iyi)

    mrgoababd (ilk harfin tam olarak m ya da w olup olmadığı anlaşılamamış)
    mliaoi (üstü çizili ve son harfin i ya da l olup olmadığı anlaşılamamış)
    mtbimpanetp
    mliaboaiaqc
    ittmtsamstgab

    kitabın arkasında ayrıca bir telefon numarası bulunuyor. bu numara cesedin bulunduğu sahile yürüme mesafesinde yaşayan bir hemşireye ait. hemşire 2. dünya savaşı sırasında sydney'de çalışırken bu kitaplardan birine sahip olduğunu, alfred boxall isimli avustralya'lı bir teğmene verdiğini söylüyor. kısa bir süre sonra alfred bulunuyor, elinde the rubaiyat kitabı ve "taman shud" kısmı yırtılmamış olarak. kitabın ön taraında hemşirenin el yazısıyla bir şeyler yazıyor (kadının elindeki bu kitap ise numarasının diğer kitapta ne işi var değil mi?)

    velhasıl, olay halen çözülememiş. kabaca özetlemeye çalıştım, bütün detaylarını wikipedia'da (ingilizce) okuyabilirsiniz.

  • teşekkür editi: ilk giriyi yazdıktan bir hafta sonra annemin solunumu hiperkapni (kanda karbondioksit yükselmesi) nedeniyle durdu. acil serviste 1 gün boyunca non-invazif mekanik ventilasyona (maske ile solunum cihazı) bağlandı. sonrasında ankara üniversitesi göğüs hastalıkları bölümüne yatırılarak prof. dr. demet karnak tarafından takip edildi. bir hafta sonrasında taburcu oldu.

    şu an oldukça iyi. oksijeni sadece uyurken kullanıyor. bipap cihazını günde 2 saat kullanıyor. bilinci yerine geldi. ne diyebilirim ki? beklentimin o kadar ötesinde ki günlerdir sevinçten ağlıyorum.

    arayan, ilgilenen, mesaj atan, dua eden, konuyu üstte tutmak için uplayan ve aklıma gelmeyen birçok konuda destek olmaya çalışan herkese çok teşekkür ederim. mesajlarına yanıt veremediğim yazarlardan da özür diliyorum. allah hepinizden razı olsun.

    üst edit: arayan, mesaj atan, ilgilenen herkese çok teşekkür ederim. birkaç doktor ismi verdiler. yarın onlarla görüşeceğim.
    biraz rahatlatacak öneriler sunanlar oldu. onları da uygulamaya çalışacağım.
    maddi destek önerisinde bulunanlar da oldu. böyle bir ihtiyacımız olmadığını belirtmek isterim.

    merhaba;
    ankara'dan yazıyorum.
    annem 67 yaşında, 23 yıldır akciğer sarkoidoz hastası. 14 yıl önce de mitral kapak replasmanı ve triküspit t ring annüloplasti yapıldı. beş yıl önce geçirdiği pnömoni nedeniyle evde oksijen kullanmaya başladı.

    yaklaşık 3 ay önce kalp yetmezliğinin ilerlemesine bağlı ödem, solunum sıkıntısı gibi şikayetlerle yeniden kardiyolojiye başvurduk. yaklaşık 8 kilo ödemi attı. eski kilosuna geri döndü. pro-bnp düzeyin 330'den 400'e düştü. bnp düzeyi 120'ye düştü. oda havasında oksijen satürasyonu % 87'ye kadar çıktı ki çok rahatlamıştı.
    20 gün öncesi spo2 oda havasında % 60'a kadar düştü. akciğer enfeksiyonu olabileceği söylendi. iki hafta kadar çeşitli antibiyotikler aldı. sonrasında da antibiyotikleri kesildi.

    sorun şu ki annemin kliniğinde herhangi bir düzelme olmadı. iki yastıkla bile hala uyuyamıyor. sürekli boğulurcasına kalkıyor ve otruduğu yerde uyukluyor. en son yapılan ekoda pulmoner basıncı 65, ef: 56. bir önceki ekosunda ef: 40, pulmoner basınç 85'ti.

    annemi rahatlatacak bir önerisi veya farklı bir tedavisi olan bir doktor var mı içinizde veya böyle bir doktoru tanıyan?

    son akciğer röntgeni
    bir önceki akciğer röntgeni
    tomografi raporu
    tomografi.raporu
    tomografi raporu

    gerçekten çok çaresiz durumdayım. yardımlarınız için şimdiden teşekkür ederim.

    edit: yardımcı olmaya çalışan herkesten allah razı olsun. gerçekten yaşlı gözlerle okuyorum yazdıklarınızı.

    kaç doktora gittiysek yapılabilecek bir şey kalmadığını, sadece palyatif desteklerle devam edebileceğimizi söylediler. ben hemşireyim. durumun ciddiyetinin de farkındayım ama bir gecede oksijen düzeyinde % 27'lik bir azalmanın sadece kalp yetmezliği ve sarkoidozdan kaynaklandığına inanamıyorum.

    akciğer nakli çare olur belki diye başkent hastanesine danıştım. yaşı itibariyle annemin akciğer nakli sırasına alınmayacağını biliyorum. annemle kan grubum uyuyor. dokularımız da uyarsa kendi akciğerimden vermek istedim ama türkiye'de henüz canlı vericiden akciğer nakli yapılmıyormuş. artık ne yapabileceğimi bilmiyorum.

    kullandığı ilaçlar:
    diltizem 1x 120 mg
    digoksin 1x1 tablet haftada 5 gün
    coumadin 1x 2,5 mg
    lansor 1x 15 mg
    lasix tablet haftada 2 gün
    cozaar 1 x 50 mg

    edit: son kan tetkikleri
    kan tetkikleri 1
    kan tetkikleri 2
    kan tetkikleri 3
    kan tetkikleri 4

    bilinç bulanıklığı, nörolojik defisiti yok. inr ve hemogram tahlillerini üstte ekledim.

    iletişim bilgilerim şu şekilde:
    e-mail: y.eskigulek@gmail.com

  • işyerinde, mutfak işlerinden sorumlu tonton ablamız soruyor:

    - siz nereliydiniz?
    - istanbul.
    - yok yok. aslen yani. anne baba dedeniz hepsi istanbullu mu?
    - zamanında anne tarafı saraybosna'dan, baba tarafı iran'dan gelmiş.
    - olsun. insan olması önemli.

    mordorluyum dedim sanki ablaya.

  • şunu hatırlatmakta fayda var;

    kürt kardeşlerine teşekkür eden rte idi. imamoğlu tüm vatandaşlara teşekkür etti. türk-kürt diye ayırmak sizin işiniz.

  • bekar bir erkek olarak haklı bulduğum kadınlardır.

    mk kim neye dayanarak pis elleriyle benim bebemi elliyor.

    bunun tenhada sikini kaşıyanı, burnunu karıştıranı var.

    kimseyi bebemin yanına hayatta sokmam lan.

    edit: başlık başa kalmış.