hesabın var mı? giriş yap

  • yaptığınız işin niteliğine göre değişecek olan konudur.

    1) her ülkenin bir insan kaynakları profili var. kimi yerde insan kaynakları firmaları üzerinden gidilirken, kimi ülkelerde ise kariyer.net benzeri siteler kullanılıyor. bu konuda bir araştırma yapın (ipucu: bir ülkede mesleğinizle ilgili maaş araştırması yapın, bu konuda ik firmalarının yıllık araştırmaları varsa firmaların sitelere göre bir tık önde olduğu söylenebilir).

    2) linkedin'e laf edenin çocuğu olmaz, çok günah! doğru düzgün hazırlanmış ve anahtar kelimeleri düzgün bir şekilde yerleştirilmiş bir özgeçmiş, o konuda iştigal eden ik uzmanlarını yeni açan çiçeğe üşüşen bal arısı gibi musallat eder. efendi gibi (abartmadan tabi, uzmansanız titr olarak daire başkanı yazmayın) profil oluşturun, hedef ülkenin kariyer gruplarına katılın.

    3) önceki maddeyle ilgili olarak o ülkede bulunan türkler'den, linkedin aracılığı ile yardım isteyin. size bilgi verirler, cv'nizi arkadaşlarına ulaştırırlar, network'leri vardır. çekinmeyiniz.

    4) önceki maddeyle ilgili olarak, her önünüze gelene atlamamak koşuluyla (!), o ülkedeki ik uzmanlarından, veya aktif olarak o ülkede çalışan insanlardan yardım isteyin. ülkenin popülerliğine göre düşük geri dönüş olabilir, moralinizi bozmayın.

    5) karşılayabiliyorsanız hedef ülkede yüksek lisans kovalayın. burslu veya paralı da yapsanız, orada oluşturacağınız kontaklar işinize yarar.

    6) vaktiniz varsa iki aylığına hedef ülkeye kalmaya gidin! gözünüze bazı firmaları kestirip, elden cv bırakın. linkedin aracılığı ile birilerine ulaşıp görüşme ayarlayın, illa iş değil, illa şimdi değil, sonrası için de faydalı olur.

    7) tabi sadece yurtdışında iş bulmak için yapılır yapılmaz demiyorum ama bekarlar, evlilere göre bir tık daha şanslıdır. bekar insanın mobilitesi, evli ve çocuklu birine göre daha yüksektir. bu anlamda gerek işi kapma, gerekse maaş pazarlığında öne çıkar.

    8) yurtdışına çıkmayı çok istiyorsanız az biraz taviz önemlidir ki özgeçmişiniz öne çıksın. ücret olur, dil olur, başka bir şey olur, sizi diğerlerinden ne ayıracak bunu düşünün. bir kere çıktıktan sonra daha iyisini veya başka bir ülkeyi çok rahat gündeminize alırsınız. önemli olan çıkabilmek. amerikalılar'ın güzel bir sözü var iyi bir iş için "önce bir iş bul, sonra daha iyisini bul, gerektiği kadar bu döngüyü tekrar et".

  • yaşanmıştır!!!

    işveren: sinirli misindir?
    mösyö: hayır efendim, kolay kolay sinirlenmem.
    işveren: şimdi ben sen çalışırken arkadan yaklaşıp ensene bi tokat atsam sinirlenmez misin?
    mösyö: (aha yine bulduk bi deli) yok efendim niye sinirleneyim!
    işveren: sen calisirken arkandan sessizce yaklaşıp parmakla durtsem rahatsız olmaz misin, tikin falan var mi?
    mösyö: yoktur efendim...
    işveren: parmak arası var mı sende?
    mösyö: efendim, anlayamadım?
    işveren: emzik diyom emzik, sigara içer misin?
    mösyö: yok efendim içmem.
    işveren: içki var mı? viski, rakı?
    mösyö: yok efendim, ağır içkilerden hoşlanmam. arada sırada bira içeriz o kadar.
    işveren: sap mısın?
    mösyö: yalnızım efendim.
    işveren: sapsın yani. tamam o zaman, şu kağıda imzanı at bakalım.
    mösyö: içki içmediğime dair mi efendim?
    işveren: yok yok sadece kağıdın en altına imzanı at.
    mösyö: nası yani, boş kağıda imzamı mı atayım?
    işveren: evet, n'oldu bize güvenmiyor musun yoksa?
    mösyö: yok efendim ondan diil ama boş kağıda imza atamam.

    bu sırada işveren dolabında saklamakta olduğu bursa işi ekmek bıçağını çıkartır ve üstüme yürür!

    işveren: oğlum baksana, imzalamazsan bıçağı atacam kafana!!!
    mösyö: (tamamen dumur olmuş bi şekilde) yok atamam efendim!!
    işveren: (bu sırada bıçağı atar gibi yapmaktadır)lan at yoksa atacam haa!!
    mösyö: atamam efendim, boş kağıda imza atılmayacağını herkes bilir, hem zaten o bıçağı bana atamazsınız!!!
    işveren: ee o zaman ben niye bu bıçağı burda tutuyom zannediyorsun?
    mösyö: (işverenin bıçağı çıkardığı dolapta bira kutuları olduğunu görerek) akşamları iş bitimi biranın yanında karpuz kesiyo olabilirsiniz!!
    işveren: tamam o zaman, gel sana fabrikayı dolaştıralım!!!
    mösyö: (allaaım niye hep deliler beni buluyor???)

  • evrimin kayıp halkasıdır. ulan bi' araştırsalar, insanlık tarihi yeniden şekillenecek ama nerdee.

  • tarihin görkemli bilim adamlarından birisidir newton. kelimelerle ne kadar tarif edilse azdır herhalde zekası, kendisinden önceki bilim adamlarından öğrendikleri kendisinin yaptıklarının milyonda biri kadardır. öylesine müthiş bir gözlem kabiliyeti vardır ki öğrendikçe inanamazsınız. oysa ki o da senin benim gibi insandır, fakat neden o'dur? tuhaf tabi ki, çok tuhaf.

    dünya bir televizyon dizisiyse uzaylılar hareketlilik getirsin diye karakter sokuyorlar diziye. işte bunlaradn birisi newton, diğeri einstein'dır. tüm insanoğlunun bakış açısını değiştirmiş adamlardır, birer süper kahramanlardır.

    bir noel gününde, babasını kaybedeli henüz 4 ay olmuşken dünya'ya gelmiş newton bebek tüm kasabanın mucize çocuk olduğuna dair bir umut salmıştı yüreklerine. babası o zamanlar kral ile parlamento arasındaki savaşa katılmak için kralın tarafına geçmiş ve savaşarak ölmüştür. aslında babasının kral savaşında savaşması tuhaf değildir, babası bir çiftçiydi ve krala yakın durarak parasına para katmıştı. woolstrophe'da geniş ve verimli bir arazi bırakırken çok güzel bir malikane de eşine bırakmıştı öldüğünde.

    newton doğduğu zaman mucize bebek olarak söyleniyordu. normalde 3 ay önce doğan newton bir kitaptan daha küçüktü. evet, inanılması güç ama böyleydi. ölür bu yaşamaz diyenler bebeğin inanılmaz inadı ve azmi karşısında şok olmuşlardı. newton 2 yaşına kadar boynunu dik tutmak için boyunlukla yaşamasına rağmen hayata tutunmuş ve yılmamıştı. bu bebek 25 aralık'ta, bir noel gününde doğmuş gerçek bir mucizeydi.

    7 yaşına geldiğinde eğitimi için okula başladı. öğrenime devam ederken 9 yaşında annesi tarafından terk edildi. newton'un annesi, kasabanın 40 km ötesindeki başka bir kasabaya gelin gitmişti. annesinin kaçtığı papaz 47 yaşındaydı ve newton o günden itibaren kendisinden sevgisini saklayan annesine karşı hep kin güttü. anneannesiyle kalan newton 10 yaşına geldiği zaman papaz olan dayısının yanına gitti. papaz dayısı oldukça entellektüel bir adamdı ve newton ilk defa orada çok daha geniş bilgi hazinesi olan kitaplarla tanıştı. okudukça hayran kaldı, okudukça mutluluğa ulaştığını farketti. okulunda birinci olan newton daha iyi bir eğitim görmek adına aile dostları clarke ailesinin yanına taşındı.

    clarke ailesinin yanında hayatının belki de ilk ve tek aşkı olan catherine'le tanıştı. 13 yaşındayken ingiltere'ye inşa edilen yel değirmenlerinin inşasını izlerken belki de bir taraftan da catherine'i hayal ediyordu. baba clarke sandığınız gibi gavet değildi, eczacıydı. çok kültürlü bir adamdı, çatı katlarında inanılmaz bir kütüphane bulunmaktaydı. newton aradığı huzuru işte o kütüphanede buldu. okudukça ve öğrendikçe kendisini geliştir. clark ailesi ünlü düşünürleri ve bilim adamlarını ağırlıyordu. newton bu tartışmalarla büyüdü. 17 yaşına geldiği zaman tüm bu tartışmalardan etkilendi. huygens'i, descartes'i, robert hooke'u dinledi. bu bilim adamları genç newton'u o zamanlar görmüş olmalarına rağmen ilerde tüm dünyayı sallayacağını belki de hayal bile edemeyeceklerdi.

    küçük yaşlarında neden insanların yere düştüğünü, el ele verip yuvarlak içinde dönen çocukların neden geriye doğru itildiklerini, gökkuşağının neden hep aynı renk olduğunu, yere düşen bir bilyenin neden yerden sektiğini, güneş'in neden hep aynı taraftan doğduğunu, zamanın güneş'e göre nasıl ayarlandığını merak ediyordu. açık ara tuhaf, meraklı bir çocuktu ve kendisine bir anlam veremiyordu. işte bu newton aradığı huzuru clarke ailesinin yanında buldu. newton eve misafir gelen bu adamları dinledikçe huzur buluyordu, aradığı yerin bu adamların yanı olduğunu çözüyordu. kitaplar okuyordu, galileo'yu, kepler'i öğrenmeye çalışıyordu. okuduğu kitaplar sonunda kendisini anlamlandırmaya başlamıştı ve genç yaşında ne olacağına karar vermişti. kendisine benzer insanları gördükçe büyülendiği o anları belki de hiç unutmayacaktı. hangi birimiz unutabiliriz ki?

    yıllar geçti, newton okulundan mezun oldu. bu yetim ve annesi tarafından terk edilen çocuk orta öğrenimini bitirmişti ve yaşıtlarına göre oldukça entellektüel birisi olmayı başarmıştı. ancak üvey babası ölmüş ve annesi onu yanına çağırmıştı. newton 17 yaşındayken üzgün biçimde annesinin yanına döndüğünde annesinin yaşlı papazdan olma 3 çocuğu vardı. annesine göre artık newton'un yeri bu malikaneydi ve bakması gereken bir arazi vardı. annesinin kendisini terk etmesini asla içine sindiremeyen newton'a bir de emirvaki olarak tarlaya bakması öngörülmüştü. annesine göre newton'un aldığı eğitim yeter de artardı bile şimdi yapması gereken şeyler terk ettiği annesine ve nefret ettiği üç üvey kardeşine bakmaktı. fakat newton bu işe çok gönülsüzdü ve hep huzursuzluk çıkartıyordu. sonunda annesi newton'un bu tutumuna dayanamadı ve yine clarke ailesinin yanına gönderdi. fakat üniversiteyi okuması için gereken parayı vermedi.

    newton üniversiteye gittiği zaman burslu olarak okumaya başladı. aldığı bursu haketmesi için üniversiteye gelen efendi çocuklarının bakımını üstlenmesi, tuvaletlerin temizlenmesi gibi işleri yapmaktaydı. tüm bu işlerden arta kalan zamanlardaysa öğrendiği şeyler hakkında kafasını meşgul ediyordu.

    üniversite bittiği zaman yüksek lisans için sorgusuzca kabul edildi. newton başarılı bir öğrenci değildi ama çok özeldi. üniversitedeki hocaları da bunu görmüştü ancak yüksek lisansına gidemedi. ingiltere, üniversiteyi kapatma kararı aldı çünkü büyük veba yeniden gelmişti. newton yeniden annesinin evine döndü ve tüm öğrendiklerini hazmetmek için gerekli olan yalnızlığı o çiftlikte buldu.

    bir gece ağaç altında oturuyordu ve yanı başına bir elmanın düştüğünü gördü ancak gök yüzünde duran ay'ın kendi kafasına düşmediğini gördü. işte o gece kafasında şimşekler çaktı ve hayatını bu soruya adaması gerektiğini gördü. bu, newton için bir dönüm noktasıydı; aslında o gece tüm insanlık için bir dönüm noktasıydı.

    üniversite tekrar açıldığı zaman yüksek lisansına başladı ve 23 yaşına geldiği zaman yeni bir matematik olan calculus'u yani sonsuz küçükler kuramını geliştirmek için başlaması gereken yeri çözdü. kepler'i tam anlamıyla artık anlamıştı.

    yıllar önce kepler'in bulduğu t^2 = sabit \ d^3 (t: süre, d: uzaklık) denklemi üzerinde oynamalar yaptı. yani güneş'e yakın olan gezegenlerde bir yıl daha az iken, uzak olan gezegenlerde bir yıl daha fazla olmak zorundaydı. peki bunun sebebi neydi? kepler sadece kuralları ortaya koymuştu ama apaçık bir problem vardı. üstelik ay, neden dünya'ya düşmüyordu?

    "milyonlar elmanın düşüşünü izler ancak bunun neden olduğunu soran tek kişi newton'dur" diye ünlü bir deyiş var aslında sorunun aslı bu değildir. newton'un merak ettiği şey elmanın neden yere düştüğü değildi. aslında olan şey şuydu: "milyonlar dünya'nın uydusu ay'ı defalarca üstlerinde gördü ancak kimse neden ay'ın dünya üzerine neden düşmediğini sormadı."

    newton'un içinde bu denklemle ilgili olarak tuhaf bir his vardı ancak bu hissin patmalası için gerekli olan yaş bu yaş değildi, bir kaç yıl sonrasıydı. bunun için öncelikle maddelerin hareket davranışlarıyla ilgili bir takım gözlemler ve denyeler yapması gerekmekteydi. evet, işte bilim bu, işte bilim adamı iç güdüsü bu. muhteşem insanlar bunlar arkadaşlar, muhteşem.

    newton küresel bilyelerle deneyler yaptı ve en büyük keşfine imza attı. bugüne kadar kimsenin anlamlandıramadığı hareket olayını newton anlamlandırdı ve kuvvet olayını keşfetmiş oldu. üç tane kural vardı;

    1) hareket eden her cisim hareket etme eğilimine, duran her cisimse durma eğilimine sahipti.
    2) eğer bir cisme hareket etmek için kuvvet uygulanırsa cisim hareket edecektir, durmak için uygulanacaksa duracaktır.
    3) her etkiye bir tepki kuvveti doğacaktır.

    bu üç denklem newton bu gözlemlerini matematiğe uygulayabilmesi için farklı bir matematik gerekliydi ve bu da 20'li yaşlarda düşündüğü calculus'tan başkası değildi. calculus'u geliştirdi ve kuvvet kavramını matematiksel olarak açıkladı. newton bu keşfiyle adını tüm dünyada duyurdu. evet küçük bir köyde, bir noel gününde doğan bu mucizevi çocuk 25 yaşına geldiği zaman kimsenin göremediği bir şeyin aslında var olduğunu ve bunu anlatmak için de yeni bir matematiği keşfetmişti. deney ile matematiği evlendiren ilk adam newton'du. matematik artık bir soyutluk değildi ve fizik diye bir kavram ortaya çıkıyordu. doğa felsefesi kürsüsü sahibi olan 25 yaşındaki genç profesör newton aslında bütün dünyaya yeni bir kapı açıyordu.

    bu buluşlardan sonra newton felçli annesinin yanına döndü. annesine olan nefretin gün yüzüne çıkacağından korkuyordu ancak öyle olmadı. annesi newton'u görünce mutlu oldu, newton annesinin kendisini sevdiğini 25 yaşında anladığı zaman haftalarca onu hayatta tutabilmek adına elinden geleni yaptı. annesi vefat ettiğinde newton, annesini affetti. anne sevgisinin ne olduğunu anladı.

    annesi öldükten sonra ışık bilimi üzerine yoğunlaşan newton, beyaz ışığın aslında saf değil de tüm ışıkların karışımı olduğunu royal society'e katıldığı ilk gece deneyle sunarak anlattı. ancak tüm bilim adamlarının kendisine destek vereceğini düşünen newton o gece inanılmaz bir darbe aldı ve deneysel olarak haklı olmasını kanıtlamasına rağmen küçümseyici eleştiriler aldı. bilim dünyasının ağır topları 30 yaşına gelmemiş bir adamın royal society'e gelmesine ve kendilerine küstahça bilgi vermesine izin veremezlerdi, öyle de oldu. newton, ışık ile ilgili teorisini yayımlamasının hemen ardından robert hooke ve şurekası newton'u küçümseyen yazılar yazdılar. newton tüm bilim dünyasının kendisine cephe almasına ve haksız eleştirilmesine katlanamadı ve içine kapandı. iyice yalnızlaştığını hissetti. yoğun bir lince maruz kaldı ve sounda royal society'den istifa etti. bilim dünyasının bu muhteşem insanı, bilim dünyasındaki hırslı dinozorlar tarafından sindirilmişti. newton, yaptığı çalışmaları bir daha dünya'ya açıklamamak üzere yemin etti. yeminini 50 yıl boyunca bozmadı ve insanlık onun düşündüğü inanılmaz şeylerin ne olduğunu anlamak için yıllarca bekledi.

    newton, ışık ile ilgili olarak eleştirileri kaldıramadı ve bir daha ışık için çalışmamak kararı verdi. hedefinde hala kepler'in teorisi vardı. içinde tuhaf bir şey vardı, içi içini yiyordu. bu denkleme her baktığında heyecanlanıyordu ve sonunda ne olduğunu anladı. bunu anladığında 30'lu yaşlarındaydı. tüm o düşündüklerinin meyvesini almıştı, newton; görünmeyen bir kuvvet olan merkezkaç'ı bulmuştu.

    bir ipi tutup, ipin ucundaki bir cismi savuran bir kuvvet üç şeye bağlıydı. newton hesaplamalarına göre bu üç şey ipin uzunluğu, bir sabit ve cismin kütlesi idi. merkez kaç kuvvetinin formülü: `(sabit x d x m) \ t^2` idi. newton burada t^2 'yi yakalamıştı. üstelik uzaklık da mevcuttu. peki dolunay neden üzerimize düşmüyordu? işte tüm mesele buydu. dünya ile ay arasında hayali bir ip vardı ve dünya, ay'ı savuruyordu. bu yüzden ay, dünya'nın üzerine düşmüyordu.

    tüm bu denklemlerden yola çıkarak dünyanın yer çekimi kuvvetini buldu ve her zaman bir sabite eşit olduğunu keşfetti. dünya üzerindeki bir cisme dünyanın çapının karesi ile orantılı bir şekilde çekim uygulanıyordu. üstelik bu çekim kuvveti tüm evren'i etkiliyordu. newton inanılmaz bir keşfe imza atmıştı, görünmeyen bir ipi görünür kılmıştı.

    bu keşfini açıklamadı, not defterlerinde saklı tuttu. yıllar sonra robetr hooke kendisine bir mektup gönderdi, buna benzer bir şeyler söyledi. newton bu keşfi kendisi henüz bunları saçma sapan düşünmeden 17 yıl önce zaten ıspat etmişti. newton, hooke'a güldü. cevap yazmadı. hooke öldükten sonra ışık ile ilgili olan teorilerini yayımladı, son sözü söylemek istiyordu.

    bilim camiasına küs olan newton'u, bilim camiasıyla barıştıran adam halley'dir. halley, yıllar önce kepler'in gördüğü kuyruklu yıldızı gördü. bu kuyruklu yıldızın daima aynı kuyruklu yıldız olduğunu söyledi ve newton'un denklemiyle hesaplamalar yaptı. kuyruklu yıldzın ne zaman geçeceğini hesapladı. o güne kadar herkes kuyruklu yıldızların dünya'dan gözüküp gittiğini söylüyordu ama halley bu gök cisminin her zaman yörüngemizde olduğunu iddia etmişti. 1758 yılı olduğunda halley haklı çıkmıştı, tam olarak ön gördüğü şekilde kuyruklu yıldız yine dünya semalarında gözükmüştü. newton haklıydı, halley haklıydı.

    halley, newton'un kitaplarını principa adı altında üç ciltle yayınladı. bu adamın kafasınadkiler artık dünyaya açılmıştı ve tüm dünya şok olmuştu. mektuplarla haberleşilen tüm bu bilgiler efsane olmaktan çıkmıştı.

    newton'un yıllar önce bulduğu ancak yayımlamadığı calculus'u, lebnitz de bulmuştu. kim daha önce buldu tartışması yaşanmaya başladı, bilim dünyası ikiye ayrıldı. newton ironik biçimde tüm dünyayı sallarken yaptığı yayın yine çok ünlü bir bilim adamı tarafından eleştiri almıştı. bilim dünyasının ironisi buydu, ne yaparsanız yapın yaranamazsınız. newton da olsanız einstein da olsanız birisi çıkar ve eleştirir.

    tüm bu tartışmalar yaşanırken 70 yaşında darphane müdürüyken öldü. klasik fiziği bulan newton, doğa felsefesinin aslında gözlemlere dayanan sayısal verilerden olduğu fikrini ortaya çıkarttı. her şeyi matematikle açıklamaya çalışılmaya başlanılması işte bu yıllara denk gelir. bernoulli ailesi matematiğe katkılar yaptılar, du chatelet kinetik enerjiyi buldu. newton'un tüm o mekanik fizikte yazdığı formüllerle teknoloji gelişti. klasik fizik, uygulama alanı buldukça yeni iş makinaları türedi. öyle ki 1969 yılında sadece newton'un denklemi kullanılarak insanoğlu ay üzerine ulaştı. newton yaşasaydı, kendi bulduğu formülle ay'a gidildiğini görseydi kalbi buna dayanır mıydı bilemiyorum.

    newton aristo'nun ve platon'un tüm tabularını yıktı, yeni bir bakış açısı ve gerçeklik getirdi. ancak bu bilimde ilerlemeyi bir anlamda durdurdu. çünkü newton bir tabu olmuştu ve yıllarca yenilikler yapılamadı. fizik bitti denildi, klasik fizik rafa kaldırıldı. insanlar newton'u allahmış gibi gördü ve karşı çıkanlara inanılmaz linçler yapıldı.

    tüm bu tabuyu, 250 yıl sonra yıkacak ve bu devrimi tarihin tozlu sayfalarına kaldıracak, newton'un o görkemli fiziğini yerle br edecek adam da dünya üzerine gelecekti. albert einstein, dünyaya daha farklı bir bakış açısı getirecek ve dünya dışına çıkıp evren'i anlamamızı, zamanın farklı olduğunu ve mutlak bir gerçeğin olmayacağı teorisini attığı zaman newton'u devirecekti. başka bir zaman da einstein'ı anlatırım.

    uzun bir yazıyı hakediyordu, ben de sıkılıyordum; ışıklar içinde uyusun.

  • bunu sadece said nursi değil, cin ali okula başlıyor kitabının yazarı rasim kaygusuz da önceden haber vermiştir:

    [c. sinan sağıroğlu sesiyle okuyalım]

    "git ali git." ve "ali haftada yedi gün var." cümlelerindeki derin manaya bakalım. öncelikle ali'nin tam ismi, cin ali'dir. yani insan olmayan ali. bu uzaylı olduğunu gösterir. şimdi ikinci cümleye bakalım: "ali haftada yedi gün var"

    gün neye göre belirlenir? güneş'in konumuna göre. yani güneş'e göre. güneş ne güneş? gezegen. güneş gezegendir. cümlede 7 tane günün olduğu söyleniyor, yani yedi güneş, yedi gezegen demek.

    son cümle: "ali okula git. git ali git."

    yani diyor ki, geldiğin yere dön cin ali, yani uzaylı ali. senin diyor gezegenin diyor burası değil diyor. yedi tane yaşanabilir gezegen var, bunlardan birine git diyor. işte bu da böyle bir kanıttır. çerçeve belli.

    şüphesiz ki bunda niçe kanıtlar var.

  • iclerinde bo$luk falan yoktur aksine ateistler muminlere gore daha doludur. cunku onlar hayatla ilgili sorularini basit cevaplara indirgeme luksune sahip degillerdir. haliyle varolu$ sebeplerini rasyonalize edemezler. her ortaya ciktiginda oldukten sonra yokolacagini bilmenin ya$amsal icguduleriyle carpi$masindan dogan depresif ruh halleriyle de mucadele etmek zorunda kalirlar.

    oysa ki din bizim varolu$sal kaygilarimizi ya$am dongumuzden soyutlayan bir ara bolmedir. hayatla ilgili cozemediginiz $ey mi var, atin dine, allah bilir. her sifat gibi etiketleme ve gutmeye kurban gitmedigi surece de guvenlidir.

    bizim toplum olarak dini sadece bu amacla kullanip, ickisiydi kumariydi karisiydi be$ vakit namaziydi pek takmiyor olmamizin sebebi de tek derdimizin aidiyetin yumu$ak pembe tasmasini takmak, ondaki huzurun bize yetiyor olmasidir.

    (bkz: ignorance is bliss)
    (bkz: hayati cozmek)

  • bir mehmet şimşek açıklamasıdır.

    "maliye bakanı mehmet şimşek, devlet kurumlarındaki araçlara harcanan paranın türkiye'nin milli gelirinde ve bütçesinde çerez parası bile olmadığını söyledi.

    maliye bakanı mehmet şimşek, gaziantep'te, şehitkamil belediyesi tarafından yaptırılan aydınlar oto sanayi sitesi'nin açılışına katıldı. açılışta konuşan bakan mehmet şimşek, muhalefetin, devlet kurumlarındaki araçlara harcanan parayı eleştirdiğini anımsatarak harcanan paranın türkiye'nin milli gelirinde ve bütçesinde çerez parası bile olmadığını kaydetti. devlet kurumlarındaki araçlara yönelik konuşan şimşek, şunları söyledi: "araç saltanatı diye ortalıkta bu işin istismarını yapanlar, topu topuna genel müdür ve üstünden bahsediyor. taş çatlasa 2 bin genel müdür var. hadi 40 müsteşar ve 100 müsteşar yardımcısı olsa abartıyorum, 26 bakan bunların hepsini toplasanız türkiye'nin milli gelirinde, bütçesinde çerez parası değil, çerez. bakın 2014 yılında türkiye'deki bütün araçların satın alınması, kiralanması, bakımı, onarımı ve yakıtı 3 milyar 300 milyon liradır. türkiye'nin bütçesi 473 milyar liradır. binde 7'de bahsediyoruz. bakın, şu anda bütün siyaset indirgenmiş, binde 7'ye indirgenmiş. niye? çünkü vizyon yok, program yok, proje yok. kusura bakmayın bunları söylemem lazım, çünkü programları olsa, vizyonları olsa bunları konuşurlardı. gelip burada yapılmış bir cumhurbaşkanlığı yerleşkesinden, efendim araç konusuna bütün sermayeleri bu olmazdı."

    konuşmaların ardından bakan şimşek, beraberindekilerle birlikte açılışını yaptığı siteyi gezdi."

    kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/…rasi_bile_degil_.html

    edit: video geldi.