hesabın var mı? giriş yap

  • bu entry'nin devamı niteliğinde ve güncel bilgilerle yeni giri için tık tık.

    tehlike artık kapımıza kadar geldi* ve üç maymunu oynamak gibi bir lüksümüz yok.

    coronavirüs ailesinin son ve en gelişmiş üyesini bu kadar tehditkar yapan özellikleri nedir?

    - yapılan son araştırmalara göre virüsün bulaştırma gücü çok yüksek ve bir enfekte kişi ortalama neredeyse 7 kişiye kadar* bulaştırabiliyor;

    - ace2 enzimini içeren hücrelere doğrudan saldırdığı için, hafif semptomlu hastalarda bile böbreklerde hasar ve testislerde kalıcı olarak kısırlık yapabiliyor;
    (hastalığı hafif şekilde geçirip hasar görmeden atlatmanız zor görünüyor)

    - bazı enfekte kişilerde hastalık semptom göstermeden yayılabiliyor;
    (yani siz sağlıklıyım diye gezerken halihazırda pek çok kişiyi hasta etmiş oluyorsunuz)

    - vücut dışı yüzeylerde 9 güne kadar aktif kalabiliyor ve temas halinde enfekte edebiliyor;

    - aerosol* yayılma yeteneğine sahip ve 3 saati aşkın bir süre boyunca havada asılı kalabiliyor; (çin'deki bir belediye otobüsünde aerosol aracılığı ile 4.5 metre uzaklığında yolculara dahi bulaşım yaptı,

    - dışkı ve göz üzerinden enfekte etme kabiliyetine sahip;
    (hong kong'ta kanalizasyon borularından sızıp, tuvalet üzerinden evinden çıkmamış bir aileye bulaştı)-(wuhan'da bu yüzden dün 2.000 ton dezenfektan kanalizasyon sistemine döküldü;)

    - inkübasyon (kuluçka) süresi ilk olarak 14 güne kadar uzuyor dendi ama bazı vakalarda 24 güne kadar ulaşabildiği tespit edildi ve bu evrede de bulaşıcılık gösterdiği ortaya kondu;
    (edit: korkunç bir haber daha, bir hasta 27 gün sonra pozitif test edilmiş ve 27 güne kadar uzama ihtimali varmış

    - virüs yalnızca akciğer değil; kalp, böbrek ve bağırsak gibi organlara saldırarak ani kalp durması ve çoklu organ yetmezliği gibi sonuçlara neden oluyor;
    (ani ölüm vakaları bu nedenle görülüyor)

    - nükleik asit bazlı test kitlerinde ciddi hata payları mevcut ve wuhan'da bu nedenle ct ile tarama yapılarak virüsün pnömoni nedeniyle akciğerlerdeki biraktığı izlerden teşhis yapıldı ve bir günde tam 15.000 yeni hasta ortaya çıkarıldı;
    (sonrasında hubei ve wuhan yönetimi bizzat xi jinping tarafından görevden alınıp, yerine kendisine yakın ve şahin bir bürokratı göreve getirdi)*

    - virolog ve uzmanlar influenza gibi pandemi oluşturacağı düşüncesinde mutabık kalmaya başladılar;
    (o evreye ulaşana kadar muhtemelen pek çok ölüme neden olacak)

    virüs hakkındaki en büyük safsatalardan biri de sadece yaşlıları öldürdüğü yalanı. çin ve iran'da özellikle doktorlar olmak üzere pek çok genç insan hayatını kaybetti. geçtiğimiz günlerde g. kore'de 17 yaşında ve kronik rahatsızlığı olmayan bir kişi iran'da 25 yaşında bir hemşire, yine iran'da 22 yaşında sağlıklı bir futsal oyuncusu elham sheikhi, 31 yaşında ve it's just a flu diye dalga geçen bir acem oğlanı ve dalga geçtiği twit, çin'de 29 yaşında evlilik hazırlıkları yapan bir doktor, wuhan'da daha önce kronik rahatsızlığı bulunmayan 36 yaşında biri ve hastalığın varlığı erken fark eden ancak yönetim tarafından tehdit edilip susturulan li wenliang hastalıktan öldüğünde yalnızca 34 yaşındaydı;

    -çin köşeye sıkışmış durumda ekonomisi ciddi anlamda yıpranıyor, bu nedenle virüsle ilgili marjinal bir hamle yapmaları kaçınılmaz hale geliyor;

    - uygulanan ağır karantina nedeniyle açılmayan fabrikalar tedarik zincirinin bozulmasına ve milyarlarca dolarlık zararın oluşmasıyla sonuçlandı;

    - çin ayrıca dünyanın en büyük nadir element üreticisi, nadir elementler her türlü teknolojik ekipmanda kullanılıyor ve ülkede yalnızca iki haftalık stok kaldı;

    - tedavi edildiği söylenen bazı kişilerde virüs yeniden görülmeye başlamış;

    dibimizdeki iran'da rejim muhtemelen vakaları gizlemeye kalktı ancak altından kalkamayacakları bir duruma gelince mecburen sızdırdılar. şuan iran'da muhtemelen enfekte yüzlerce kişi var ve sağlıklı bilgi gelmediği için ikinci bir chernobyl vakası etkisi yaratma potansiyeline sahip.

    acilen çok ciddi biçimde bilinçlenmeli ve ülke olarak önlemler almalıyız, yoksa ncovid19'un bu topraklarda büyük ölçekli bir kasırga etkisi yaratacağı çok açık.

    ayrıca son yılların en sert grip* salgını yaşanıyor ve özellikle çocukları korumanız öneriliyor.

  • ` :öğretmen`- hangi okula gidiyosunuz siz çocuklar
    - anadolu öğretmen
    - öğretmen mi olucaksınız peki ?
    - yoo
    - olmayın zaten
    ` :elemanın biri`- niye hocam
    - çok uğraşmalı,zahmetli
    - e diğer meslekler de uğraşmalı değil mi hocam
    - ne iş yapıyo baban senin
    - bilmemnerde genel müdür
    - ee nesi zor onun.şunları şunları yapıcaksınız diye yaz ver kurula gitsin.
    - öle olur mu hocam geçen gün 11 de geldi eve.
    - niye ?
    - toplantısı varmış annem dedi
    - annene öyle demiştir.

  • kararı annenle beraber verirsin, ama bedelini yalnız ödersin.

    ‘gidersem beni aileden silecekler’ yazmışsın ya, bu demektir ki, seni zaten silmişler dostum. çok üzgünüm ama, seni daha doğmadan silmişler ki, seni, mutlu bir çocuk ol, mutlu bir hayatın olsun diye doğurmamışlar. belki, yaşlanınca yalnız kalmamak için, belki çocuk sahibi olmak onlar için bir ‘başarı’ göstergesi olduğu için, belki de, en iyi niyetli ifadesiyle, vatana millete hayırlı evlat ol, diye, ama seni ‘sen’ olabilmen için dünyaya getirmemişler. sen bir projeydin diğer çoğu çocuk gibi. üzgünüm, ama anlattıkların, veya en azından sana hissettirdiklerinden bunu anlıyorum. senin fikirlerine saygı duymuyorlarsa, kim olduğunla, kiminle olduğunla veya verdiğin kararlarla değişen bir ‘sevgi’ eğrileri varsa, yerinde ben olsam zaten, kendim ‘silerdim’ ailemi. ha, silmekten kasıt, onlarla iletişimi koparıp arayıp sormamak değil, onlara acı çektirmek değil; tüm vicdani yükümlülüklerimi yerine getirirdim, ama bir daha onlara güvenmezdim. bir daha hiçbirine yüreğimi açmazdım, hayallerimi anlatmazdım. akıl danışmazdım. bir daha beni üzmelerine izin vermezdim.

    şimdi fark ettim ki... kendimi anlatıyorum aslında.

    müdahaleci bir annenin kızıydım. başarılı, çalışkan, iyi aile kızı... ama sanki ne yaptıysam annemi mutlu edemiyordum. hep daha iyisi olmalıydı. daha başarılı, daha iyi, daha inançlı, hatta daha ‘mutlu’ olmam bekleniyordu. ağlayamıyordum bile. duygusal bir çocukluk geçirdim ama ağladığımda annemin öfkelendiğini hatırlıyorum.
    13 yaşında antidepresan kullanmaya başladım. yaygın kaygı bozukluğu ve depresyon tanıları aldım. annem doktorumla görüşünce bir-iki hafta iyileşiyordum, sonra o özüne dönünce ben de tekrar kötüleşiyordum.
    annem mükemmeliyetçi ve enerjisi tükenmek bilmeyen çalışkan, çocuklarıyla ilgili, titiz bir ev hanımıydı. yani dışarıdan göründüğü kadarıyla süperdi. muhafazakardı, ama eğitime önem veriyordu. ama ben ne yapsam ona yetemiyordum. annem açık fikirli değildi. beni kendi dar hayat görüşünün içine sığdırmaya çalışıyordu. yurt dışına çıkmama müdahale ediyordu, bir erkekle yakın ilişki kuramıyordum, doğru düzgün arkadaş edinemiyordum. karşı cinsten herkes, bütün insanlar benim için tehlikeydi.
    25 yaşına kadar erkek arkadaşım bile olmadı.
    23 yaşında hayatımda ilk defa aşık oldum, ama maalesef denk değildik. yani aramızda ciddi bir eğitim ve kültür farkı vardı. ancak ben sağlıklı bir ilişki kurabilsem zaten belki kendim anlayacaktım bunu, ama annem bu konuda da devreye girdi, ve beraberliğimize engel oldu. işte, ‘babana söylerim’ler, vicdan yaptırmalar, ‘ben yokum’lar... aynı zamanda tıpta uzmanlık sınavına çalışmaya çalıştığım bu dönem hayatımın en kaotik dönemiydi. ben o adamdan ayrıldım, ve maalesef bu ayrılık, belki de son derece sıradan bir insanı benim gözümde kahraman yaptı. annem istemeden buna sebep oldu. bir yıl boyunca annemin gözlerinin içine baka baka ağladım. gram yumuşamadı. annedir, yüreği dayanamaz derler, ama öyle bir dayandı ki...
    ben o yaşa kadar anneme hiç yalan söylemedim, biliyor musunuz? bir gün bile, en basit konuda bile yalan söylemedim. hani vazoyu kırar, ben yapmadım, dersin ya, veya bir gün arkadaşlarınla gizli saklı bir şey yapar, annenden saklarsın. o bile olmadı. ama çok hata etmişim. hayatıma o kadar karışıyordu ki, giyeceğim kıyafeti bile anneme soruyordum. onsuz hiçbir şey yapamıyordum. o çok becerikli bir kadındı ama ben hiçbir şey yapamıyordum. daha doğrusu o yanımdayken yapamıyordum, çünkü içimden gelmiyordu. çünkü yine bir kusur bulacak nasılsa, o yapsın, diyordum. o güne kadar çok sorun etmedim, ama hayatıma ilk defa ciddi boyutta karıştığı o sene, bende ilginç bir kırılma oldu. bir anda bir günde değil, bir süre içinde oldu bu. tam olarak ne kadar süre içinde oldu bilmiyorum. artık ben de anneme yalan söylüyordum. artık kesinlikle iyi olmak için çabalamıyordum. bazen kendime zarar veriyordum, kendime zarar verdikçe sanki annemden intikam alıyordum. ama özgürleştim. acı çeksem de özgürdüm artık.

    ben özgür olabilseydim, ben kendi kararlarımı verebilseydim, ben ‘ben ölünce kurtulursun’ vicdanına mahkum bırakılmasaydım, ben toksik bir anneye maruz kalmasaydım, belki şimdi daha huzurlu, daha sağlıklı bir insan olabilirdim. ben kendi hatalarımın bedelini kendim ödemek isterdim zaten.
    ama başkalarının hatalarının bedelini ödemek istemezdim.
    benim kimsenin dokunamadığı bir yer var içimde. en yakınım, en sevdiğim bile giremiyor. o yer hep acıyor.. bazen kanıyor, bazen kabuk bağlıyor. bazen isyan ediyor, bazen sadece susuyor. onu kimse anlamıyor. kimse tam anlamıyla sevemiyor. çünkü annemin sevdiğine hiç inanmadığım yer orası. sevilmeye layık değilmiş gibi. aslında o kendini sevdirmiyor. çünkü hep yalnız, hep mutsuz, hep gitmek istiyor. annem çok sevdi beni kendince ama ben o kişi olmasaydım, yine sever miydi, ondan bir türlü emin olamadım.

    ne zamanki sevmediğim bir yöne saptım, hayatım boyunca sevmeyeceğim bir hayatı inşa etmeye başladım. insanlar onu beğeniyor diye, ailem onu onaylar diye verdiğim bütün kararların bedelini ben ödedim. depresyona ben girdim. bitmeyen acıları ben çektim. öğrenmek neden bu kadar ağırdı. bedeli neden bu kadar ağırdı bilmiyorum, ama yalnızlık, başarısızlık, ve bunun gibi bütün şeyleri bedenime işlerken hep yalnızdım. olması gereken buydu belki, bilmiyorum.. bir zamanlar umutluydum. yazdıkça rahatlıyordum. sonra yazdıkça birikti. yazdıkça yalnızlaştım.

    sonra düzeldiğimi hissettim. büyüdüm. vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğini içimde hissettim. eğer içinizdeki ağırlık annenizse, ondan vazgeçin. ondan vazgeçmek, onu bir daha görmemek değil. onun kusursuz olmadığını kabul etmek, onun da yanlışlar yapabileceğini fark etmek ve ona sınırlar koymak...
    ilk başta zorlayacak sizi. ama alışacak.
    alışmak zorunda.

    annelik kutsal mıdır bilmiyorum, ama kutsalın kendi kurbanını yaratmasına izin vermeyin.

  • kendisinin kel kafasını öptüğümü söylemiş miydim?

    fenerbahçe'den kovulduktan sonra, türkiye'den ayrılmadan 2 gün önce acarkent'te yer alan evine gittim. zar zor ulaşabildiğim aslanlı ev tariflerinden yola çıkarak evini buldum. kapıda nakliye için bir kamyon, 3-4 tane taraftar, bedri baykam ve asistanı vardı. benim boynumda boyunluk, 10 gün önce talihsiz bir kaza ile boynumu kırmıştım. sağa sola robocop gibi bakınıyorum. sonra kamyona eşya taşıyan alex de souza geldi kapıya, ayağında terliklerle.

    tanıştım. alex de souza ile tanıştım. ben adımı söyledim. merhaba ben alex dedi. mütevazı kelimesinin içini dolduran bir adam. kendisine dert yandım, başkan aziz yıldırım ve aykut kocaman hakkında serzenişte bulundum. problem yok dedi. sanki kovulan benmişim gibi, o kadar sakin ve vefalıydı. o kadar fenerbahçeliydi. ve bir o kadar mutsuz ve üzgündü.

    ben aslında ingilizce konuşuruz diye düşünüyordum ama başından itibaren bütün sohbet türkçe gelişti. çocukları, eşini falan sordum. alex de souza'ya bildiğin halini, hatırını sordum yani. kendisi için hazırladığım ufak bir hediye verdim. sonunda nasıl oldu bilmiyorum, bir anda eğil kafandan öpücem dedim. güldü ve kafasını eğdi. ben alex'in kafasından öperken, bedri baykam'ın asistanı fotoğrafımızı çekiyordu. sanki iki eski arkadaşmış gibi tokalaştık, beraber atkı açtık, sarıldık ve vedalaştık.

    o anlar hayatımın unutulmaz anları arasında yerini aldı. gecenin bir vakti fitbol dergi'de samet güzel'in yazısını okurken geldi aklıma ve yazmak istedim. bu adam kesinlikle bir futbolcudan fazlası. ciddi anlamda duygusal ve iyi bir insan. saha içi ve saha dışında kesinlikle aynı yapıda olan, hayatımda arkadaşım olarak temasta kalmasını isteyebileceğim bir insan. yolu hep açık olsun.

  • http://www.egitimpedia.com/…meyen-bir-okula-gidiyor

    yıllardır savunduğum şey... "çocuğum 3 yaşında ıpad kullanıyor" diye sevinen aileler durumun farkında değil. sonrası da bu gelecek; "aslında çok zeki oyunları falan oynuyor hep ama ders çalışmıyor hiç" çalışmaz çünkü çocuğun aptal. tek bildiği şey parmağını sağa sola doğru kaydırmak! abd bunu fark etmiş olacak ki code.org'u kurdu... bilgisayar oyunu oynamak yerine "bilgisayar oyunu yapmak"

    edit: imlağ