hesabın var mı? giriş yap

  • toronto ve gsw normal sezonda iki defa karşı karşıya geldi. ilk maçta toronto kendi evinde kazandı (131-128). gsw'ın evinde oynanan ikinci maçı da toronto kazandı. (113-93)

    131-128 biten maçta stephen curry ve draymond green'in oynamadığını, toronto'nun maçı uzatmada kazandığını unutmamak lazım. finalde oynayıp oynamayacağı belli olmayan durant bu maçta 51 sayıyla oynamıştı.

    işin garip tarafı 113-93 biten maçta gsw tam kadroydu lakin toronto'nun önemli bir eksiği vardı; kawhi leonard. kawhi olmadan da gsw'ı yenmişlerdi 2. maçta, üstelik deplasmanda.

    normal sezonda hücum verimliliğiistatistiklerinde gsw'ın lider, torontonun 6. olduğunu, savunma verimliliği istatistiklerinde ise gsw'ın 10, torontonun 4. olduğunu da göz önünde bulundurmak lazım.

    final serisiyle alakalı bir diğer önemli husus da toronto'nun ev sahibi avantajına sahip olmasıdır. gsw üst üste 5. finalinde ilk defa ev sahibi avantajına sahip olmadan oynayacak.

  • iki yaş daha büyük versiyonu olduğum erkektir. 42 yaşındayım ve hiç evlenmedim. 10 yıldır da yalnız yaşıyorum. istediğim gibi birini bulamadım ama bulmak için çok çaba sarf ettiğim de söylenemez. çevremde de imrendiğim bir evlilik görmedim henüz.

  • yazık değil mi o hayvana ? hayvanı katletmişsin, sonrada gelip utanmadan başlık açmışsın, birde bunu başarı telakki ediyorsun. gibi şeyler söyleyeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun.iyi olmuş öldürdüğün.

  • görünce aklıma ilk gelen çözümleri paylaşmadan geçemeyeceğim bozukluk.

    "en kötü ne olabilir ki?" sorusu çoğunlukla işe yarar. genellikle içinde bulunduğumuz duruma gerektiğinden fazla önem arz ederiz. oysa ki başarısız olduğumuzda o kadar da kötü şeyler olmaz.

    hayatı bu kadar ciddiye almayın.

    kötü bir tavsiye olacak ama kötü şeyler de düşünebilirsiniz. mesela arkadaşınızın beyninde çıkan tümör ya da kanser olmuş bir yakınınız falan. böylece o yaşadığınız şeyin ne kadar önemsiz olduğunu görürsünüz.

    en kolayı sınavlar zaten, başarısız olsan da çok önemli değil, telafisi vardır. yoksa da yoktur, başka bir yola girersin.

    iş görüşmeleri üst üste reddedilmiş kişilerde bir gerginlik yaratabilir. bence üst üste reddedilmenizin sebebi başvurduğunuz işin sizin niteliklerinizin çok altında olması. büyük ihtimalle yarın gideceğiniz iş yeri de sizin sahip olduklarınızın çok altında nitelikler arıyor, dolayısıyla sadece eğlenmek ve tecrübe olması için görüşmeye gidebilirsiniz.

    tecrübe demişken, bu kaygıların azaltılmasında tecrübe çok önemlidir. özellikle toplum önünde konuşma yaparken. ne kadar çok konuşma/sunum yaparsanız o kadar azalacaktır heyecanınız.

    şunu da unutmayın ki topluluk önünde konuşma korkusu ölüm korkusundan bile daha fazladır. insanlar ölmekten daha çok korkarlar topluluk önünde konuşmaktan.

    bir not daha, yalnız değilsiniz, bütün bu yaşadığınız kaygıları tahmininizden de çok insan yaşıyor. sadece bunu siz bilmiyorsunuz.

    buradan da son olarak şuna geleceğim, heyecanınız aslında çoğu zaman karşı taraftan hissedilmiyor. hissedilse de insanlar her zaman kendilerini sizin yerinize koydukları için hoş karşılanıyorsunuz. hatta sempati kazanıyorsunuz.onlardan biri olduğunuzu hissedip size yakınlık duyuyorlar. yani o kadar da kötü bir şey değil. hatta çoğu zaman süper kendine güven içerisinde sunum yapan, konuşan insanlar (iş görüşmeleri de dahil) itici bulunur. yakınlık hissedilmez onlara karşı.

  • tarih, 7 ağustos 2005.. nişanlınız ile uzun süre önce aldığın evlilik kararınızı, bugün eyleme dökmek üzere nikah dairesindesiniz. herkes sıralara oturmuş, sizi bekliyor. 1500 lira kadar maaşınız var, duyunca "oo" çekilecek cinsten.. nişanlınız ise, makine mühendisi. onun da o civar bir maaşı var. gül gibi geçinip gitmek için ideal.. nikah başlamış, şahitler, evet cevapları, alkışlar, gelinin alnından öpmek.. akşam beşe doğru gelen saat, hafiften güneşin dairenin camlarından içeri vurması söz konusu. ve artık evinize gidebilirsiniz. aradan 1 hafta geçtikten sonra çektiğiniz kredi, düğünde takılanlar derken yavaş yavaş borçlar ödenir vaziyette.. 2 mp kameralı telefonlar ile çekilmiş nikah anlarınızı izleyip, 55 ekran televizyonunuzda günün bitmesini bekliyorsunuz. önünüzde uzun bir gelecek olduğunu varsayıyorsunuz, mutlusunuz. akşam haberlerinde avrupa birliği'nin türkiye'ye sunduğu koşulları izleyip düşünüyorsunuz sonra karınıza sarılıyorsunuz. ertesi gün fotoğraf makinesi ile annenizin çekmiş olduğu, fotoğrafları almak ve makineye poz doldurmak geliyor. bilgisayar fiyatlarını soruşturuyorsunuz, 512 mb ram'e sahip bir bilgisayar dikkatinizi çekiyor. borçlar bitince ilk işiniz almak. 1.700 kadar ödemeyi düşünüyorsunuz. gelecek planlarınız var, ertesi sene para biriktirip karınızla brüksel'e gezmeye gitmek gibi bir düşünceniz var. pek zor görünmüyor.. işte, sıcak bir ağustos 2005 vakti.

  • dilimize, çokkültürlülük ya da çokkültürcülük olarak çevrilen multiculturalizm, temelde çok kültürlülüğü benimseyen, savunan, teşvik eden bir politik akımın adıdır.

    kanımca, çok kültürlülüğün bir zenginlik olabilmesi, o ülkenin kendi şartlarına ve kendi gerçeklerine bağlı bir durumdur. bu yönden türk ulusu neredeyse tüm unsurlarıyla kaynaşık bir ulustur. ancak, italya, ingiltere, almanya gibi ülkelerin aksine ulus devlet olma sürecini tam anlamıyla tamamlamamıştır.

    batı medeniyetinin bize lütufta bulunarak yakıştırdığı kültür mozaikliğini ve bunun ne paha biçilemez bir zenginlik olduğunu gene “batı”ya bakarak anlayabiliriz. bugün ispanya, ülkesinin en zengin bölgesinde, devlet içindeki devlet konumundaki baskları kendisi için bir “zenginlik” olarak mı görüyor? aynı şekilde fransa için korsikalılar, paha biçilemez bir mozaik mi? fransa 1991 yılında “fransa halkının bir unsuru olan korsika halkı” ifadesini iptal ederken, mozaikten mi sıkılmıştı? anayasasının 2. maddesini, 1992’de “fransızca cumhuriyetin anadilidir” diye değiştirirken o mükemmel mozaiği bozduğunun farkında değil miydi, merak içerisindeyim.

    belçika, fransa, lüksemburg gibi ülkeler, azınlık hakları çevre sözleşmesini imzalamayarak neler kaçırdıklarının farkında değiller, almanya; topraklarındaki alman vatandaşı türkleri azınlık olarak değil de “göçmen işçi” olarak tanırken, “zenginlik” istemediğini mi belirtiyor? hayret. hollandanın etnik nüfusun, genel nüfusun %10’una yaklaşması karşısında, ilk hamlesi, etnik dil öğrenimine devlet desteğinin tamamen kaldırılması ve hollanda vatandaşlığına geçişin neredeyse imkansızlaştırılması oluyor madem; bu kültür mozaiği denen zenginlik, avrupa’da para mı etmiyor? ab üyesi yunanistan, ülkesindeki makedonları, arnavutları, türkleri gerçekten de bir zenginlik olarak algılıyor ama sanırım fazla zenginlikte gözü olmadığından olsa gerek, kendilerine pek nefes alma izni vermiyor.

    sonuç olarak, çok kültürlülüğün, “ulusal” imha silahı mı, zenginlik mi olduğunu, o ülkenin kendine özgü şartları iyice değerlendirildikten sonra karara bağlanması gerekiyor. kaldı ki bir ülkenin etnik mozaik olarak tanımlanabilmesi için, etnik nüfusun genel nüfusun %35’ini oluşturabilmesi önşart. türkiye’de bu oran, emik bakışla %15’i bile bulmuyor. kanımca devlet, bu gerçeği görerek, etniklik politikasını bunun üzerine kurmalı, çok sevgili müttefiklerimizin pipilerinin keyfine göre değil.

    ( menşe )

  • bir konserinde neşet ertaş sıcaktan bunalır ve kendisini dinleyenlere aynen şunu söyler;
    "saygısızlık olmasın, ceketimi çıkarabilir miyim?"
    bir neşet ertaş'a bakıyorum bir de bunlara, beynimde depremler oluyor her ikisi de sanatçı olarak anılıyor diye.