ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
aşk-ı memnu
-
yaşım daha küçükken behlul ve bihter arasındaki tutkuyu,heyecanı,toksikliği,abartılı cümleleri, kavgaları aşk zannederdim.büyüdüm ve bir kez daha izledim.gerçek aşkın peyker ve nihat arasındaki uyum, yormayan tutku,arkadaşlık, ne olursa olsun birbirinin arkasında durma,saygı olduğunu anladım.
edit:ilk defa bir entrym debeye girdi...
elektrik kesilince hortlayan edebiyat sevgisi
-
sadece bende mi var emin değilim ama çok büyük bir ruh hastalığı belirtisi olabilir bu. lan ne zaman elektrik kesilse kitaptı dergiydi bir şeyler okumak, çılgıncasına edebiyatla yoğrulmak istiyorum. öpesim geliyor o koca koca ciltleri, klasikleri. mum ışığında ya da aynı zamanda radyo da çalan pilli büyük ışıldağın ışığı altında kitap okumak... aman yarabbim. sanki bir dostoyevski oluyorum, romalı perihan oluyorum.
mum ışığı ve o ışıkta yazıp okuma çabasında olan ben.... elektirik kesilmeden önce de bir şeyler okuyor olsam neyse de... kesintiden önce hep öküz gibi meheheheh diye diye camış keyfiyle en güzel dizileri, üst bitmesine dua ettiğim la liga maçlarını seyrediyor olmam ilginç. ama elektrik kesildi mi... mum ışığı ve edebiyat... o ince stabilo kalemle kitabın altını çizmeler, akla gelen şiirler "yalnızlık vurdu bu akşam kapımı sözsüz soluğunun gri rüzgarlarında" derken elektriğin gelmesi ve ayı gibi mumu üfleyip tv'ye koşmak "anaa malaga üçüncüyü de yemiş la" şeklindeki isyanım. az önce proust olmuştum oysa ki, balzac'tım goriot baba'yı yeniden yazan...
bizim ailede bir sorun olabilir gerçi. normal tv izleyen aile elektrik kesilince adams ailesi gibi oluyor. annenin duygulanıp "yıllar geçiyor, ömür de geçiyor be" diye iç çekmeleri, babanın "televizyonun fişini çekin de elektirik gider gelir yanmasın alet" hassasiyeti, kardeşin içe kapanıp dertli dertli şarkı söylemesi... ve mum ışığında ben ve edebiyat... ama yine de elektiriksizlik kötü be.
not: bu entry'imi elektrik kesintisinde evde olduğu zamanlarda sürekli "elektriksiz yaşamak mı zor susuz yaşamak mı?" isimli söylev ve demeçlerini bizlerle paylaşan dayıma ithaf ediyorum. ve yıllardır içimde bir volkan gibi büyüyen şu cevabı veriyorum buradan ona: bence susuzluk. ama elektrik de ekmek su gibi artık çağımızda.
yemeksepeti'nde yapılan yoruma dava açan şirket
-
arı kovanına çomak sokmuş.
- "bağırmayacaktın anton, şimdi ağzının yerini öğrendim"
yaran fıkralar
-
bu hikaye kıbrısda geçmis gerçek bir olay; yasli bir amca, eseginin üzerinde karayolunda seyretmektedir.
bunu gören trafik polisleri, amcaya takilmak isterler ve durdururlar.
polis: be amca, necin dakman golani?
(golan: emniyet kemeri.)
amca: dakmam be iste!
polis: e bak gördün mu, simdi ceza keseceyik.
amca: kes bakalim ne keseceysan da gidecem, acele isim var.
polis: peki amca, cezayi sana mi yazalim yogsam esege mi?
amca: ???
polis: yani cezayi sana yazarsak bes milyon ödeycen, esege üç milyon
ödeycen.
amca: bana kes o zaman.
polis: neden sana keseyon amca?
amca: onun sicili temiz kalsin, polis yapcez onu !!!!
kod adı k.o.z.
-
akp adına bir mahçubiyet ve başarısızlık, çekenleri/çevirenleri/oynayanları için ise daha da vahim, bir kara cv halini alacak gibi duran film.
bu proje büyük fiyasko oldu. akp, tabanını çok iyi tanıyan parti diye bilinir. burada bu hatayı nasıl yaptı anlamak zor.
öncelikle kaba 3 grupta kitleyi kümeleyelim. yazarken anlatmak ve anlaşılmak için lazım olacak.
akp cenahı, cemaat ve ulusalcılar diyelim. siz anlarsınız.
cemaat bunu önceden yaptı. allah'ın sadık kulu barla ile denediler. öncesinde de bir animasyon çalışma vardı, unuttum arattırmayın bana, neyse, kısmen başarılı oldu, ya da bilemiyorum belki çok başarılı oldu. en azından asla başarısız olmadı. çünkü çok önemli bir olay var.
tabanların eğitim düzeyi...
kumpas da kursan, montaj da yapsan, delil de yerleştirsen, devlete de sızsan, hizmet de etsen, türkü ve türklüğü de yüceltsen, islamı da yorumlasan, türkçeyi de ihya etsen, müspet/menfi hangisine inanırsanız inanın, "eğitim şart" beyler. cemaat tabanı okur, ilahi dinler, sanat müziği/pop dinler, yerine durumuna göre rock dinler, beğendiği sanatçı vardır, şarkıcı vardır, köşe yazarı vardı, beğen beğenme taraflı de ama gazete okur vesaire. cebinden kitaba, dergiye para çıkar, çıkmasa da evinin ihtiyacıdır entelektüel bir nesne. yani adam az çok eğitimli, mürekkep yalamış, kendini yetiştirmiş.
ulusalcı gezici tayfayı çok yazmaya gerek yok. çok büyük oranda sanat camiasının üreticisi, tüketicisi, kafa yoranı, yaratanı, doktrini yazanı onlar. 3 kesimin açık ara en eğitimlisi.
gerisi kim? akp seçmeni. hani anketlerde çıkıyor ya, istanbul boğazını hiç gömemiş, şu kadar yıldır tatile hiç gitmemiş, sinemaya gitmemiş, tiyatro'dan haberi yok... müzik desen seçim şarkısı neyse o, dombıra. geriye bunlar kalıyor. şimdi sen bu adamı ilçe teşkilatı otobüs kaldırmadan sanat ürünü için bireysel olarak mobilize edemezsin. mitinge bile gider adam da sinemaya gitmez. gitmiyor, gitmedi... adamın fıtratında yok! çalışkan, olabilir, pragmatist, olabilir, lidere sadık, olabilir, örgütçü, olabilir ama entelektüel değil kardeşim. şimdi ulan ben doktora yaptım akp'liyim deyip çıkmayın karşıma ama genel ve ortalama olarak böyle görünüyor.
o yüzden film ile propaganda akp'de tutmadı, tutmaz gibi...
yeri gelmişken filmden uzaklaşıp ifade edeyim.
toplumlar ve toplum kesimleri temelde 3 şeyden güç alırlar. ve bir parametre de bunlar arasındaki ilişkinin sıkılığı da ayrı bir değişken olur. bu gizli madde, toplamları ile ifade olunan toplumsal kesimin gücünde çarpan etkisi yaratır. buna network diyelim.
1) siyasal güç: oy oranı, iktidar ile devletin kullanımı
2) ekonomik güç: toplum kesiminin servet, para, sermaye toplamı
3) entelektüel güç: kesimin ortalama ve toplam eğitim düzeyi, çeşitliliği vs.
cemaatte 1-2-3 vardı. network parametresi açıkara en kuvvetlisi. 1 elinden alındı.
ulusalcılarda 2-3 var. 1 için kasıyor. network gücü gün geçtikçe artıyor ama bir cemaat değil.
akp'de 1-2 var, cemaat yapıdan sökülünce 3'te büyük sıkıntısı yaşadı. network de ağır yara aldı.
3. madde beyindir. bileşenlerin en önemlisidir. akp ileriki dönemde her konuda çok zorlanacak. o şekilde okuyorum ben genel durumları.
şöyle teşbih edelim. cemaat-akp ittifakı devam etse, yani 17-25 aralık süreci yaşanmasaydı ve bu ittifak yine propaganda niyeti ile anti-ergenekon filmi çekseydi. o film dolardı adım gibi eminim.
bu arada son bir şey de ifade ederek bitireyim. yahu "- propaganda filmi bu, sanatsal değeri yok, senaryo yok, oyunculuk yok..." vs. gibi tiplere de bozuluyorum. yahu holywood neden var? sinema ne? tamam, sanat sanat içindir bence de ama sinema endüstrisi 50 yıldır propagandanın dibidir, çekirdeğidir.
yapmayın allasen.
hemoroid destanı
-
ayakta yazılmıştır.
yaran facebook durum güncellemeleri
-
"22 aralık sabahı şirince'den dönenler için ölü taklidi yapalım, sevinsinler bari gerizekalılar."
24 mayıs 2021 ismail saymaz'ın bitişi
-
ne alakası var.
adam sırası gelince sorularını çatır çatır sordu.
avukatların maddi davalardan komisyon alması
-
avukatlık da bir meslek neticede ve bütün meslekler gibi bir karşılığı olmalı. ancak bu karşılık yapılan iş ve sarf edilen emekle orantılı olmalı, işin neticesinde elde edilecek pahaya göre değil.
o zaman doktorlar da yapsın bunu. oo açık kalp ameliyatı mı, cerrah hemen yapışsın "bu ameliyattan sonra kazanacağın bütün paraların %10'u benimdir hacı, ben olmasam değil parayı kazanmak yaşayamayacaksın bile"*. bence daha iyi bir argüman bu. öbür tarafta avukatın hiçbir hakkı olmayan bir tazminatın kafadan yüzde bilmemkaçına göz dikmesi var.
veya bir mühendis tıpta çığır açacak bir cihaz geliştirdi diyelim, bu cihazla yapılan tüm tıbbi işlemlerden komisyon istesin o zaman? hepimiz komisyonlarla çalışalım.
bir avukat 1 milyon liralık bir tazminat davasının %20 'sini komisyon olarak alıyor. avukatın aldığı 200 bin liralık komisyonun %30'unu avukatı ameliyat eden doktor alıyor. doktorun aldığı 60 bin liralık komisyonun da %25'ini, doktorun ameliyatının başarılı geçmesinde önemli bir payı olan cihazı yapan mühendis alıyor. hop mühendisin eline de 15 bin lira geçti. hatta mühendisin cihazı yapabilmesinde payı olan teknolojiyi geliştiren bilim insanı da %50 komisyon koparsın, 7.500 lira da bilim adamına gitti.
nede olsa bilim insanı olmasaydı o teknoloji olmayacaktı, o teknoloji olmasaydı o cihaz olmayacaktı, o cihaz olmasaydı o ameliyat başarıyla gerçekleşemeyecekti, o ameliyat başarılı olamasaydı 1 milyon liralık dava kazanılamayacaktı.
bu dediğim ne kadar mantıklıysa, avukatın davada kazanılabilinecek paradan yüzde ile komisyon kesmesi de aynı derecede mantıklı bir sav. avukat dava karşılığında para kazanmasın demiyorum, ama bunu ortadaki paradan pay kopararak yapması fikri bence de yanlış.
mesela güzide ülkemizde otomobil satın alırken otomobilin üreticisinden daha çok para kazanabilen bir devlet yapısına sahibiniz. %100'ün üzerinde vergi veriyoruz yeri geldiğinde. neden çünkü legal mafya devletlerin vergi almaya hakları var. o otomobilin ar-gesini, üretimini, tasarımını, testini yapan kurum devletimiz değil. ama basit bir "kural böyle işine gelirse" savı ile emeği geçen insanlardan daha çok pay almayı kendine hak görebiliyor sistem. işte bu sistem ne kadar doğruysa, insanların yıllarını verdikleri emeklerinin karşılığı olan tazminatı alamadıkları durumda, dava açtığında avukatın, senin emeğinin karşılığı olan tazminat üzerinden yüzde ile pay iddia edebilmesi aynı derecede doğru.