hesabın var mı? giriş yap

  • "kadınlar kendilerini güçsüz olana bir idol, güçlü olana bir eşya gibi sunarlar."

    cesare pavese

  • bugünkü haline (tarihine) birkaç basamaktan sonra gelmiş özel gün. üşenmiyor yazıyorum, şöyle ki:

    - "kadınlar günü" adıyla bir günün ilk kez dile getirildiği tarih, 28 şubat 1909'du (aslında şubat ayının son pazar günü). amerikan sosyalist partisi'nin 1909 tarihli bir bildirisinde geçen bu kadınlar günü ifadesi, uluslararası olmasa da, tarihteki ilk örnektir. ağustos 1910'da yine bu partinin öncüllüğünde yapılan uluslararası bir toplantıda luise zietz ve clara zetkin'in önerileriyle, 1911'den itibaren, kadınlar günü 18 mart olarak belirlendi ve bu gün ilk defa, uluslararası düzeyde, "dünya kadınlar günü" olarak belirlenen ilk tarih oldu. bunun yanında amerika birleşik devletleri'nde şubat ayının son pazar günü, ulusal kadınlar günü olarak kutlanmaya devam etti.

    - 1913'te, rusya'da kadınlar, amerika'da olduğu gibi, şubat ayının son pazar günü'nü, kadınlar günü olarak kabul ettiler. ancak rusya'da julien takvimi kullanıldığı için, julien'de yaklaşık olarak 22-28 şubat arasına denk gelen hafta, gregoryen, yani miladi takvimde 7-13 mart arasında denk geliyordu.

    - 1917'de rusya'da petrograd'da, (st. petersburg'da) o yıl gerçekleşecek olan iki devrimden ilki, şubat devrimi gerçekleşti. julien takviminde 23 şubat'a denk gelen (miladi 8 mart) gün, kadınlar günü de olması dolayısıyla başlayan işçi kadınların protestoları, bir devrim girişimine dönüştü. ekim 1917'den, ekim devrimi'nden sonra da 8 mart, hem rusya'da hem de bütün dünyada dünya kadınlar günü olarak belirlendi. sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği'nin resmi tatilleri arasına 1965'te "8 mart dünya emekçi kadınlar günü" olarak girmesinden sonra da, emekçi sıfatı da, dünya genelinde yaygın olarak kullanılmaya başlandı.

    yani aslında ruslar'ın julien'e göre amerikalılar'ı kopyalamasından ve sonrasında yine julien-gregoryen farkı gözetilmeden ayarlanmasından dolayı bir anda 8 mart'a gelen bir gün dünya kadınlar günü. takvimler arası farklar gözetilseydi, bugün hala şubat'ın son pazarı kutlayacağımız gün olacaktı. veya 18 mart'ta da olabilirdi. tarihin de bir önemi yok aslında. ama işte 8 mart'ın olayı da kısaca budur.

    p.s. emekçi veya değil, kadınlar gününüz kutlu ola canlar.

  • bir tarafta kardesine para yedirmedi diye, kardesinin kendisi hakkinda ileri geri konustugu kemal kilicdaroglu,

    diger tarafta ise görev aldigi en ufak güc sahibi mevki de senin benim parami, devletin parasini, halkin parasini babasinin mali gibi kullanan ve sülalesi icin firsat yaratan binali yildirim.

    su farki anlasa türk halki, avrupa birligi seviyesinde bir ülke olacagiz da, nerdeeee...

    ortadogu'ya özenen bir halk icin bir anlam ifade etmeyen.

  • küçükken uzaylılarla ilgili ne bulursam okur, kütüphanelere gider araştırmalar yapar, ilgili gazete küpürlerini, yazıları ve fotoğrafları hepsini tek bir dosyada toplardım. bir sabah uyandığımda çekmecemde dosyamın olmadığını gördüm. evin altını üstüne getirdim ama yoktu. dosya kayıptı. yıllarca dosyanın uzaylılar tarafından fark edilip kaçırıldığını düşündüm. bundan ötürü hiç üzülmedim, hep gurur duydum. bu olaydan 12-13 yıl sonra ise annem, "ben o dosyayı çöpe attım çünkü kafayı yiyiyosun sanmıştık" dedi. tüm büyüyü bozdu. madem çöpe attın bunu bana neden söylüyosun anne? yıllarca ben bunun hayaliyle yaşadım. hayali bile güzeldi uzaylıların ben uyurken odama ışınlanıp "cixuavicuw..xceiviciuw.." sesler eşliğinde çekmecemi açıp, dosyamı alıp, bana dokunmadan gitmeleri. çünkü bu, bana verdikleri değeri gösteriyordu. meğer dosyam o gün geceyi başka bir galakside değil, ümraniye çöplüğünde geçirmiş...resmen hayal kırıklığı bu. demek bir çocuğun o yaşlarda uzaylılarla ilgilenmesi kafayı yeme göstergesi? kedileri ıslatıp havaya atsaydım, arkadaşlarımın sokak ortasında donlarını indirseydim, bakkala seslenip uzaktan nah çekseydim ve hiçbir gereği yokken zillere basıp kaçsaydım kafayı yemiş olmayacaktım öyle mi?

  • devlet bahçeli açıklaması.

    delireceğim. biz ölümü mü tercih ediyoruz? keyfimizden mi 40 yıllık binalarda oturuyoruz? asgari ücrete bakın, ''risksiz'' binaların kiralarına bakın. insanlar sizin yarattığınız yokluktan mezara giriyor. kim istemez sizin gibi villalarda, saraylarda oturmayı? insanlar aç.

    tanım: deprem araştırma önergesine hayır oyu veren parti başkanının açıklaması.

    edit: al birini vur ötekine akp’li belediye başkanının skandal açıklaması (bkz: her şeyi devletten beklemeyin 0 ev alın)

  • bu başlık altına bunları yazacağımı hiç düşünemezdim.

    uzun zamandır oyun oynadığım ama hiç muhabbet etmediğim biriyle en son 5 şubat akşamı karşılıklı hamle yaptık. normalde en geç bir iki saat içinde hamle yapmasına rağmen bu kez 72 saatlik hamle süresini geçirdiği için oyunu kaybetti.

    oyundaki nickinin sonu "_46" olduğu için kahramanmaraşlı olduğunu ve depremde başına bir felaket geldiğini düşünüyorum. belki şu an enkaz altında, belki bir yakınını kaybetti, bilemiyorum. kendisine yeni bir oyun teklifi gönderdim. insanın böyle günlerde oyun oynayası gelmiyor ama şu anda ekranda "..._46 ile yeni oyun açıldı" cümlesini görmeyi çok istiyorum.

    ***

    mutluluk edit'i: 11 şubat sabahı itibariyle yeni oyun açıldı. çok sayıda arkadaş iyi dileklerde bulunup böyle bir edit'i beklediklerini yazmışlardı.

  • bana ve asistanım merova'ya en çok sorulan sorunun öznesi. cümle içinde kullanıldığında genellikle başına "hangi" sonuna da "tavsiye" kelimeleri eklenerek gelir. merocuum oynama o portafiltre ile git telefonlara bak, maillere cevap ver, özel mesajlaş, birkaç sözlük yazarını entübe et, ne bileyim asiste gerektiren bişeyler yap, zira bu entryde sana fazla ihtiyacım olmayacak.

    sevgili gözlüklüler, espresso makinesi almanın otomobil yada fotoğraf makinesi almaktan çok da büyük bir farkı yoktur. her ikisinde olduğu gibi espresso makinesinde de ne kadar çok para o kadar çok kaliteli malzeme ve performans alırsınız. elbette bu durum türkiye için geçerli değildir. zira türkiyede binlerce lirayı döküp 3 kuruşluk bir makine alma olasılığınız oldukça yüksektir. fakat buna gelmeden evvel espresso makinesi nedir ve kaç çeşidi bulunur bir öğrenelim derim. zira işte tam da bu kısmı bilmediğimiz için satıcılar bizlere 3 kuruşluk makineleri fahiş fiyatlardan kakalayabilmekteler.

    adı üstünde espresso makinesi espresso ve espresso bazlı içecekleri yapmada kullanılan makinenin ta kendisidir. kendi içinde 3 ana gruba ayrılır.

    a) manuel espresso makineleri
    b) yarı otomatik espresso makineleri
    c) süper otomatik espresso makineleri

    bunların haricinde bir de kapsül (bkz: nespresso) (bkz: cafissimo) ve pod kahve makineleri vardır ki, onları makineden saymadığım için değinmeyeceğim. sizler de burdan illaki bir şeyler çıkarmak isterseniz bana bu makineler ile ilgili boşa soru sormamanız gerektiğini çıkarabilirsiniz. hatta çıkarın lütfen. haa sorsanız cevaplar mıyım? elbette cevaplarım ama karşılıklı üzülürüz. ben sizin bir pod yada kapsul makinesi almış olmanıza yada almak istiyor oluşunuza üzülürüm, siz de vereceğim bilgiler karşısında almak istiyor oluşunuza yada almış oluşunuza üzülürsünüz. bu nedenle pod yada kapsül makinelerinde ısrarcı olan arkadaşlara gidin hazır kahve için daha hesaplı diyor ve kaldığım yerden devam ediyorum.

    a) manuel espresso makineleri: bunların bir diğer adı da lever yada kollu espresso makineleridir. detaylar için (bkz: lever/@kahvedelisi)

    b) yarı otomatik espresso makineleri: bunlar da kendi içinde yarı otomatik ve tam otomatik olmak üzere ikiye ayrılır. ev tipi ve profesyonel makinelerin çoğunluğu da dahil olmak üzre dünya espresso makinesi piyasasının geneline hakim olan grup budur. aslında yarı otomatik bir espresso makinesinde tam otomatik ve yarı otomatik farkı, otomatik shot ve dozaj ayarlaması yapılabiliyor olmasından başka bir şey değildir. yarı otomatik bir makinede kahveyi portafiltre sepetine alır, tamper ile sıkıştırır, çekime hazır hale getirip makineye takarsınız, bundan sonra tek yapmanız gereken düğmeye basıp pompayı devreye sokmaktır. espresso shot alındıktan sonra tekrar aynı düğmeye basılır ve makine durdurulur. arada geçen süre, kahvenin akış hızı vs sizin kontrolünüzdedir. bunun tam otomatik versiyonunda ise aynı işlemi bir kere yaparsınız (tekli yada çiftli espressoya göre) aldığınız shottan memnun kaldığınız andan itibaren makinenin sizin için o parametreleri hafızaya almasını sağlarsınız ve bir sonraki shotta aynı ısı, aynı miktar su kullanarak bir evvelkilerle aynı miktar kahveyi alıp kendisi otomatik olarak durur. yarı otomatik makine kullanan buyuk işletme yada cafeler hem devamlılığı sağlamak için hem de iş akışını hızlandırmak, barista'nin her shot'i başından sonuna izlemesinin önüne geçmek için genelde bu yarı otomatik kategorisi altındaki tam otomatik modelleri tercih eder.

    yarı otomatikler her ne kadar 2 ana gruba ayrılıyor olsalar da kendi içlerinde boiler'dan tutun, grup başlığına, grup başlığından tutun suyu çeken pompaya kadar pek çok farklılık gösterir, farklı alternetifler sunar. entry'yi içinden çıkılabilir kılmak ve okuyucunun kafasını karıştırmamak adına bu kısımlara girmemeyi tercih ediyorum. kaldı ki bu detaylar belli bir fiyatın üzerindeki ve daha çok profesyonel kategorisinde yer alan makineler için geçerli olup, henüz türkiyede evine pro makine alan insan sayısının 2 elin parmaklarını geçmediği düşünüldüğünde burada uzun uzun yazmak bana işkence olmaktan öteye gitmeyecek. burada anlatılmak istenene örnek olarak (yazının başında da belirttiğim gibi) fotograf makinelerini örnek verebiliriz. iş espresso makinesine geldiğinde, türkiyede evinde espresso makinesi olan kişilerin çoğunluğu kodak kullan at makinelere sahiptir (tabi tek farkla.. hiç değilse kodak kullan at modelleri resim çekebiliyor. bu ev tipi makinelerin çoğu ise düzgün bir espresso çıkarmaktan aciz) geriye kalan azınlığın tercihi ise kodak kullan at ile panasonic dslr-like modeller arasında dolanmakta. yani rahatlıkla diyebiliriz ki, bırakın üst düzey dslr makineleri, türkiyede espresso makinesi ile fotograf makinesi kıyaslaması yapıldığında espresso makinelerinde "giriş seviyesi dslr" sahibi olan insan sayısı cidden parmakla sayılabilecek kadar az.

    c) süper otomatik espresso makineleri: bunlar da kendi içinde birkaç kategoriye ayrılsa da bizi ilgilendiren ev tipi modeller ve profesyonel modeller. bu makinelerin özelliği, sizin hazneyi açıp suyu doldurup, çekirdeği öğütücü kısmına koyup, makinenin daha evvel ayarlanmış yada değiştirilebilir özelliklerini kullanarak tek tuşla, öğütme, filtreye alıp sıkıştırma ve extraction yani özütünü çıkarma yani shot alma işini yapabiliyor olmanız. bu modellerin bir de benim çok güldüğüm "kendini de temizler" özelliği var ki o kısım evlere şenlik. yani düğmeye basıyorsunuz, istediğiniz içecek ne ise, espresso ise espresso, espresso bazlı bir içecek ise espresso bazlı bir içecek, tek düğmeyle önünüze geliyor. ama nasıl geliyor? elbette bir kahvenin espresso olarak tanımlanmasını sağlayan birçok kriteri yarım yamalak yaparak. bu tip makinelerin ev tipi olanları oldukça yuksek fiyatlara satıldığından insanların çoğunun gözünde bu makineler "espresso ve espresso makinesinde son nokta". gerçekten de öyle. alınabilecekler sıralamasında hem fiyat hem performans açısından bence de alınabilecek en son makinelerden bu super auto makineler. ama işte bu makinelere 1000 lira ila 3000 lira arası bir para bayılmış kişileri aksine ikna etmek oldukça zor. en azından şunu söyleyebilirim, illaki alacaksanız 3000 liranın altındaki bir super autodan, bir vending makinesi ayarında içecek bekleyin. o kadar paranız varsa da adam gibi yarı otomatik (yada klasik mi diyelim) bir makine alın. zaten bu makineleri bilinçli olarak alıyorsanız, alış sebebiniz büyük ihtimalle kahve hazırlama süreci ve her seferinde aynı sonucu elde edememe riskine dayalı üşengeçlik olabilir, ki bu durumda söylenebilecek fazla bir şey yok. bazı şeyleri elde edebilmek için başka bazı şeylerden feragat etmek gerekir. ev tipi super autolarda bu feragat edilen tatsal varyasyon ve shot kalitesi oluyor.

    super autoların hiç mi işe yarayanları yok? olmaz olur mu var tabi. işini çok düzgün yapan super autolar da var fakat fiyatlar sıfır otomobil fiyatları ile hemen hemen aynı. mesela starbucks türkiye de, dünya genelindeki diğer starbuckslarla beraber ilk başlarda kullandığı la marzocco yarı otomatik makineler (yarı otomatik kategorisindeki tam otomatik modelleri kullanmaktaydılar) zamanla yerlerini super autolara bırakmaya başladı. bu sayede devamlılığı, yani her gidişinizde aynı içeceği aynı tatta bulabiliyor olmanız ile ünlü starbucks, hem ekstra adam çalıştırma yükünden kurtulmuş oldu hem de cidden her içecek bir evvelkinin aynı. fakat öte yandan birbirinden farklı içecekler de neredeyse birbirinin aynı olmaya başladı. allahtan ufak farklar yaratabilmek adına starbucks'in elinde şişeler dolusu sos ve şurup var da, baz olarak kullandıkları içeceğin her üründe aynı tada sahip oldugunu pek çaktırmıyorlar. yani evet, ortada işe yarar ve işini düzgün yapan super autolar var, yok değil. fakat bunları efektif kullanmayı bilenler pek yok. bugün herhangi bir super auto kullanan kahveciye gidin, bir cappuccino yanında da bir latte isteyin. şeker dahil ekstra bir şey koydurtmayın. hangi boy alırsanız alın farketmez, ikisinin tadının birbirinin aynı olduğunu goreceksiniz. cappa ve latte gibi hem hazırlanış oranları hem de doğal olarak tatları farklı olması gereken iki içeceğin tatsal açıdan birbirinin aynı olması, o super auto'yu kalibre eden şirketin yada kişinin ardından hiçbir değişiklik yapılmadığını, kullanan kişinin de bir düğmeye basmaktan fazla bir şey bilmediğini gösterir.

    sevgili gözlüklüler, böylece bir uzun entrynin daha dibini boğulmadan görmüş oluyoruz. bir sonraki entrymizde yeterli bütçemiz olmadığı halde, müzayedede sezercik'in eşeğini almaya çalışan çocuğun babasını yenmenin yollarını anlatacağız. şimdi izninizle az evvel 1 kiloluk pirinç üzeri krom kaplı portafiltreyi ayağına düşüren, an itibari ile sakar, yarından sonra seker olacak şeker asistanım merova'yı acilen acile yetiştirmem gerekiyor. merocuum 10'a kadar sayıyorum koşmaya başla canım.

  • taksimde ağa caminin sokağında, kol saati satan afrikalı bir zenci ile yöre esnafı arasında geçmekte, esnaf uzaktan bağırıyor:

    - gözün aydın, sizinkisi başkan seçilmiş!!! ehehe
    - sijinki?
    - hadi yine iyisin, hadiii... hehehe

  • http://video.haber7.com/…niyeyi-calmaya-calisti-ama

    babamın dükkanının önünde birkaç tane sokak köpeğine bakıyoruz. cadde işlek bir cadde olsa da bu köpekler sadece köpeklerini gezdirmek için dışarı çıkanların köpeğine havlıyorlar. o kadar. o da bölgeyi koruma içgüdüsü ile yapılan bir şeydir herhalde. bunun dışında hiçbir zararları yok.

    havalar çok soğuduğunda üstlerini örtüyoruz yorganla. sağ olsun çevredeki duyarlı vatandaşlar da onlara bakma konusunda bize yardımcı oluyorlar. sahipsiz olsalar da, sokaklarda yatsalar da başıboş sokak köpeği olmaktan uzaklar yani.

    neyse bir gün dükkandayken 40-45 yaşlarında bir kadın ve oğlu köpeğe yaklaştılar. oğlunun elinde telefon vardı. ben de dükkanın içinden onları izliyorum. dükkanda dış mekanı gösteren kameradan onları izliyorum. herhalde foto çekecekler dedim. köpeklerin üstünü örttüğümüz için çok foto çeken oluyordu. onlardandır sanıyordum ama kadın sinsi sinsi yanaşıp, bir hamle ile köpeğin üstüne örttüğüm yorganı çekti. sonra katlayıp uzaklaşmaya başlarken çıktım dışarı ve aldım yorganı elinden. yolun ortasında da kadına bayağı bir söylendim.

    bu olay 2 ay önce yaşandı. bu konuyu buraya açma gibi bir düşüncem yoktu çünkü gerek yoktu. ama bugün buradaki köpeksiz sokaklar istiyoruz başlığını ve içeriğini görünce bunu isteyenlere bir örnek göstermek istedim.

    tabii ki başıboş, saldırgan köpeklerin yetkililer tarafından kontrol altına alınması gerekir. onlara bakmaları gerekir. ama türkiye'de yaşıyoruz. birbirimizi kandırmayalım. daha geçen gün elinde alman kurdu olan bir sığıra bizim köpekler havlayınca, kurdu salıyordu üstüne. gittim elemanı durdurdum. çünkü ona havlayan bizim köpekler yerlerine geçip uyuma pozisyonu almıştı. ama bu sığır buna rağmen zincirini bırakacaktı köpeğin. neden diye sordum. verdiği cevap şuydu: "benim köpeğime havladılar. cevap vermesin mi bu. korkak mı yetişsin". bana aynen bunu dedi. sanki pedagoji okumuş pezevenk.

    kısacası (bu kadar yazdıktan sonra nasıl kısaca olur bilmiyorum ama) olay sadece hayvanlarda bitmiyor. sen insan olan hayvanları bir eğitmeye çalış, ondan sonra yap ne yapıyorsan.

    not: yorgana hallenenlerin bir yorgana muhtaç olacak tiplere benzemediklerinin altını çizeyim. hadi diyelim muhtaçlar, hayvanın dili yok sonuçta. onun üstündeki yorganı almaya çalışmalarını hafifletmez muhtaç olmaları. biz de yokluk çektik ama elimizde olmayanı hırsızlıkla var etmenin peşine düşmedik. ve o kadının elinden yorganı alırken "neden aldın" diye sorduğumda en ufak bir utanma belirtisi göstermedi. böyle bir işe kalkışan utanır herhalde. zaten utanmaya dair bir şey görmediğim için yolun ortasında baya laf söyledim. yanındaki çocuğunun sikinde bile olmadı bu arada olay. telefonda vatzapta mesajlaşmaya devam ediyordu muhtemelen.

    not 2: bazıları kadını "bunu yapacak kadar muhtaç biri" olarak görüyor ama bunu yapacak kadar muhtaç birinin yüzsüz olmaması gerekir değil mi? ben de başlangıçta kadına çok mu yüklendim acaba diye düşünmüştüm ama aklıma utanmadan arınmış yüzü geldiğinde bu düşüncem hemen kayboldu. 3. mesajdaki trolle atarlanmayın ayrıca. ota boka elitist diyor o hıyarzan.

    not 3: insanlığını unutmuş hayvanseverlerden değilim ama hayvanları çoğu insandan daha çok sevdiğimi söyleyebilirim.

    edit: link güncellendi.

  • olmayan durumdur.

    700 bin ne mk?

    806.415 diyeceksin..

    senin verdiğin rakam ile ekrem başkanın gerçekte yaptığı fark arasında 106.415 oy var. o 106.415'i birer birer say desem sabah 8'de başlasan, ertesi sabaha kadar sayamazsin bile.

    alginizi seveyim.. 700 binmis.. bsg.

  • susayım diyorum da olmuyor.
    cenk erdem ikilisini yutubır sanan ergenler peydahlandı son dönemde dayanamayacağım iki laf edeceğim. yahu adamlar bu ülkede geyik muhabbeti kavramının mucidi, imalatçısı ve distribütörü. siz suya bu derken bu adamlar asrın geyiğini profesyonel mecralarda yapıyorlardı.

    utanmıyorsunuz da anasını satayım. komik bulursun bulmazsın ona karışmam da adamların kim olduğunu neler yaptığını bir araştır anla ondan sonra bok at. vallahi yaşlandım artık kuşak çatışması yaşıyorum sözlükçülerle.

    bok gibi lan yeni neslin mizah anlayışı.
    üstelik tembeller de
    sokayım sizin gibi yeni nesle.

    kalt ekibi dışında beni sarsan birileri de çıkmadı son 10 yılda türkiye'den mizah anlamında. onlar da olmasa dükkanı toptan kapatıp gideceğiz.